8 - AYVALIK DİNİ YAPILAR

Ayvalık ilk yerleşim zamanlarından itibaren bir Rum Ortodoks yerleşkesi olduğundan doğal olarak kentin mimari dokusunu oluşturan en önemli yapılar, kent siluetinde büyüklükleri, yükseklikleri ve formları ile göze çarpan kiliselerdir. Özellikle Tanzimat Fermanı (1839) ile gayri Müslümlere tanınan haklar içerisinde yeni kiliseler inşa etmekte vardı. Bu nedenle kiliselerin büyük çoğunluğu bu tarihten sonra yapılmış yapılardır. Mahallelerin kiliseler etrafında şekillendiği düşünüldüğünde, bu kiliselerin kent dokusunun oluşumunda etkileri açıktır. Ayvalık’taki kiliseleri tanımadan önce toplumun ruhani yanını da incelemek gerekir.

Rum Dönemi Şehrin Koruyucu Azizi Georgios Chiopolitis

Hıristiyan dünyasında hemen her şehrin bir koruyucu azizi vardır. Rum döneminde şehrin koruyucu azizi 26 Kasım 1807’de Ayvalık’ta öldürülen Georgios Chiopolitis’dir. Georgios 1785 yılında Sakız adasında doğdu. Annesinin genç yaşta ölümünden sonra babası bir kez daha evlendi ve oğlunu ahşap yontma sanatını öğrensin diye Sakız’ın kuzeyinde Psara adasına gönderdi. Bir süre sonra Georgios buradan bir arkadaşıyla gizlice Kavala şehrine yelken açtı. Georgios, Kavala’da bir gün bir bahçeden karpuz çalarken yakalandı ve Türk mahkemesine çıkarıldı. Hıristiyan olduğu anlaşılırsa başına gelebileceklerden korkan Georgios korkudan inancını reddetti ve adının Ahmet ve Müslüman olduğunu söyledi. Mahkeme tarafından şartlı olarak salıverildi. Sakız adasına dönünce, yaşadığı macerayı hıçkırıklar içinde babasına anlattı. Oğlunun kendi ifadesiyle din değiştirdiğinin duyulması halinde başına çok kötü şeyler gelebileceğini düşünen babası, hayatında endişe duyarak oğlunu, geçmişinin bilinmediği Ayvalık’a gönderdi.


Georgios Ayvalık’ta bir Hıristiyan gibi yaşadı. Çalışkanlığı ve herkese gösterdiği saygı ile sevilen bir kişi oldu. 22 yaşındayken gönlünü bir kıza kaptırdı. Kız da onu sevdi ve çeyizini hazırlamak için abisine bir zamanlar verdiği borç parayı istedi. Kızın abisi, Georgios’un geçmişindeki gizi biliyordu ve kendisinden hiç hoşlanmıyordu. Türk yetkililere ihbar etti ve hapse atılmasını sağladı. O dönemde din değiştirmek en büyük cezaydı. Georgios dinini inkâr etse, ifadesini değiştirse kurtarılabilirdi ama arkadaşlarının tüm vazgeçirme çabalarına rağmen bu kez ölümden kaçmayacaktı. Her şeye hazırdı. İşkencelere rağmen Georgios Hıristiyan olarak doğduğunu ve Hıristiyan olarak öleceğini söyledi. Türkler tövbe etmediğini görünce Georgios’u 26 Kasım 1807’de Ayvalık pazar yerine götürdüler.  Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçtiği iddiası ile yassı bir taşın üzerinde koyun gibi başını keserek katlettiler. Bu duruma çok üzülen Ayvalık Ortodoksları Georgios’u aziz ilan ettiler ve öldürüldüğü[202] yerde bir tapınak yaptılar.

1922 Felaketinden[203] sonra Ayvalıklı Rumlar dağıldıkları yerlerde de azizlerini hiçbir zaman unutmadılar. Midilli adasındaki Yeni Kydonia yerleşiminde her yıl Georgios’un anısı bir festival ile yaşatılıyor. Fotis Kontoglou bu dehşet olayı ‘Aikwali My Homeland’ adlı kitabında ayrıntılarıyla anlatıyor. 

Günümüzde Ayvalık’ta ayakta olup cami ya da müze olarak faaliyet gösteren kiliseler:

  • Taksiyarhis Kilisesi (Müze),
  • Agios Yorgis Kilisesi (Çınarlı Camii),
  • Kato Panaya Kilisesi (Hayrettin Paşa Camii),
  • Agios Yannis Kilisesi (Çarşı Camii/Saatli Camii)
  • Agios Athanasios Kilisesi (Küçükköy Camii)

 

Resim 8-1 Çınarlı Camii (Agios Yorgios) ve Saatli Camii (Agios Yannis), Ayvalık.

 Günümüzde olmayan kiliseler:

  • Agios Dimitriyos(Aya Dimitrios), şimdiki Halk Eğitim Merkezi'nin yerindeydi.
  • Meryemana Kilisesi (Messi Panayia ya da Metropol kilisesi , Küçük Pazar yerindeydi, cumhuriyetin ilk yıllarında yandı.
  • Agios Nikolaos, 13 Nisan Caddesi’ndeydi şu an yerinde Abdülvahit Sağlam İlköğretim Okulu var.
  • Aya Triyada, 13 Nisan caddesi üzerinde Aya Triyada Kilisesinden 300-400 metre ileride solda enkaz halinde. Biberli Cami adıyla restorasyon bekliyor.
  • Agio Vasiliyu, İlk kurşun tepesinin arkasındaydı.
  • Profit İliyas Kilisesi ilk kurşun tepesindeydi.

Günümüze gelen yedi kiliseden dördü, Agios Athanasios Kilisesi (1840), Taksiyarhis Kilisesi (1844), Aya Triada Kilisesi (1846) ve Kato Panagia Kilisesi (1850) yalnızca kuzey Ege, özellikle de Midilli Adası’na özgü bir plan tipi olan ve Yunan yayınlarında Eolya tipi olarak adlandırılan kiliselerdir. Eolya tipi kiliselerin en belirleyici özellikleri:

·         Üç nefli bazilikal plan,

·       Bağdadi tekniğindeki ahşap çatı,

·       Orta nef örtüsünün yan neflere göre daha yüksek olması ve ahşap çatıyla örtülmesi,

·       Üst kata çıkmayı sağlayan merdivenin yapının içinden değil dışından inşa edilmesi. Merdiven yapıyı dıştan U biçiminde kuşatan narteksin kuzeyinde veya güneyinde yer alır.

Ayvalık’ta bulunan Eolya[204] tipi kiliseler, 1821 ayaklanmasında harap olan kentin Tanzimat Fermanı sonrasında girişilen yeniden yapılanma faaliyetlerinin ilk örnekleridir. İlgili yayınlar ve kitabelerden de bilindiği üzere Taksiyarhis Kilisesi’nin ilk inşa tarihi 1753, Kato Panagia Kilisesi’nin ise 1780’dir. Ayvalık’ta çan kuleleri olan iki kilisenin çan kuleleri camiye dönüşüm sonrasında yıkılmıştır. 19. yüzyılda yaşanan büyüme ile beraber özellikle 1870’lerden sonra kentin neo klasik üslupta bir mimariye dönüşmeye başladığı söylenebilir. 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen dini yapıların bir kısmı kapalı Yunan haçı tipinde ve neo klasik tarzda inşa edilmişlerdir. Ayvalık’ta bu tipte inşa edilen ve günümüze gelen kiliseler Agios Yannis Kilisesi (Saatli Cami 1869-1870) ile Agios Georgis Kilisesi’dir (Çınarlı camii 1880-1881). Agios Yannis Kilisesi, Midilli Adası’nın metropolit kilisesi olan, 1708 – 1780 tarihli Agios Athanasios Kilisesi’nin özellikle çan kulesi örnek alınarak inşa edilirken, Agios Georgis Kilisesi de yine Midilli Adası’nın merkez kiliselerinden biri olan, 1830–1935 tarihli Agios Therapon Kilisesi örnek alınarak inşa edilmiştir.

Kiliselerin Özel Bölümleri

Kiliseler doğu-batı yönünde, Kudüs’ü kıble yapacak şekilde inşa edilir. Kilisenin batı yönündeki giriş kısmına narteks denir. Bazı kiliseler de iki narteks vardır. İlki dış narteks, oradan bir kapı ile girdiğiniz ikincisi iç nartekstir. Narteksi Osmanlı camilerinin son cemaat yerine benzetebilirsiniz. Narteksten yine bir kapı ile asıl mekâna, naos’a girersiniz. İnananların ibadet ettiği naos kısmı, büyük kiliselerde birden fazla bölümlü, küçük kiliselerde tek bölümlüdür. Naos’un bölümlerine nef denir. Naos üç bölümlü[205] de olabilir. Nefler birbirinden sütun dizileri ile ayrılır. Orta nef daha geniş, yan nefler daha dardır. Ortadaki nefin, tonozlu bir silindirin enine kesilmiş hali bir bölüm ve üstü yarım bir kubbe ile sonlanır. Burası kilisenin apsisidir. Apsis, camilerdeki mihrabın karşılığıdır. İnsanlar dini tören ve dua sırasında apsise yönelir. Apsis yarım kubbesinin önündeki kısma bema denir ve oraya sadece din adamları girebilir. Ortodoks kiliselerinin daha yenilerinde bema kısmının önüne ikonastasis adı verilen alçak bir duvar yerleştirilmiştir. Üzeri ikonolarla bezelidir (İkona, Hz. İsa, Hz. Meryem veya azizleri betimleyen resim anlamına gelir.) Bizans kiliselerinde açık olan bema da sunak[206] masası yer alır. Apsis en kutsal kısımdır. Bazı kiliselerde apsis kısmının iki yanında minik odacıklar vardır. Pastoforion denilen bu odalardan diakonikon, kiliseye sunulan armağanların konulduğu veya arşiv veya kitaplık olarak kullanılan bölümdür. Prothesis denen diğerinde ayin malzemeleri hazırlanır ve saklanır. Kilisenin üstü çatı ya da kubbeli bir örtü sistemi ile kapatılabilir. Her kilisenin çan kulesi yoktur. Çan kuleleri belli bir tarihten sonra yapılmaya başlanmıştır.

Despot koltuğu, Osmanlı döneminde kilisenin ruhani başkanı olan Despot’un ayini yönetirken oturması için ayrılan koltuktur. Yine naos ta, güneydeki taşıyıcı sırasının genellikle doğudan üçüncü elemanı önünde ve ambon gibi orta nefe bakacak şekilde yer almaktadır.

Ayazma sözcüğü, Yunanca ‘Hagiasma’ sözcüğünden gelmektedir. Suyunun birçok hastalığı iyileştirdiği düşünülen kuyu ya da pınar yani kutsal su anlamına gelen ayazma, bir ermişin adına adanmakta ve genellikle kiliselerin içinde bulunmaktadır.

Çan kulesi, kiliseden bağımsız ya da kiliseye bitişik olarak yapılır. Genellikle yapı ile aynı zemindeki bir kaide üzerinde iki, üç kademe oluşturarak yükselmektedirler. Çan kuleleri kare planlı yapılardır ve üst örtüleri kubbedir.

Naos[207], Ambon[208], Bema[209], İkonastasis[210], Altar masası[211], Apsis[212], Narteks[213], Galeri[214] kiliselerin ana bölümlerini oluşturur.

Rum Ortodoks Kiliselerinin planları Bazilikal ya da Kapalı Yunan Haçı tipindedir. Bazilikal plan tipinin kökeni Hıristiyanlık öncesine dayanır. Genellikle üç nefli olan bu tip kiliselerde, orta nef yan nefler den daha yüksek ve geniştir. Naosta simetrik düzende mekân anlayışı görülmektedir. İstanbul, Osmanlılar tarafından fethedilmeden önce, kiliselerde özellikle merkezi mekânın kubbe ile örtüldüğü Kapalı Yunan Haçı plan tipi yaygın olarak kullanılmıştır. Bu tipin 9. yüzyılın ilk yarısından itibaren birdenbire önem kazanmasındaki en büyük etken kilisenin mecbur ettiği yeni nizam ve esaslara en uygun plan tipi olmasıdır. Dört kolu eşit haç şeklinde olan kilisenin haçının her bir kolunun üstünde, beşik tonoz ve ortada kolların birleştiği yerde ise dört desteğe dayanan bir kubbe bulunmaktadır.

Resim 8-2 Kilise’nin planı ve bölümleri

Rum ve Ortodoks Kavramları ve Kiliseleri

Ortodoks kavramı, Yunancada ‘Orthos’’ (doğru), ‘Doks’ (inanç) anlamına gelmekte, ’Ortodoks’ doğru inançlı, merkezi otorite tarafından kurulmuş normlara uyan anlamına gelmektedir. Özel anlamda ise Bizans İmparatorluğu Hıristiyan kilisesine ve buna bağlı kalmış kiliselere verilen vasıftır. Ortodoksluk, Hıristiyanlığın üç büyük mezhebinden biridir. Hıristiyanlığın ilk zamanlarından beri Roma İmparatorluğu’nun doğusunda ve batısında dini yorumlamalarda farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmazlıklar Hz. İsa’nın kişiliği ve Kutsal Ruhun çift olup olmama özellikleri konularında farklı iki görüş olmasından kaynaklanmaktadır. Doğu Roma yani Bizans Kilisesi Ortodoks, Batı Roma Kilisesi Katolik olarak ayrılmıştır. Ortodokslukla Katolikliği birleştirme çabaları her zaman sonuçsuz kalmıştır. Ortodoksluk inancına göre, yeryüzünde bulunan her kilise bağımsızdır ve Ortodoks baş patriği sadece bu bağımsız birliğin başkanıdır. Ortodoksluğun kuramsal inançlarının başında babanın yaratılmadığı oğlun yaratıldığı ve baba-oğul-kutsal ruh üçlemesindeki öz birliği gelmektedir. Hz. İsa insanların günahını bağışlatmak için çarmıha gerilmiştir. Bu bağışlatma işlemine kiliselerde ayinlerle devam edilmektedir. Kutsal resimlere saygı duymakta, alfa, omega gibi kutsal harfler ile haç ve balık gibi kutsal simgelerde Ortodoks için önemli sayılmaktadır.

‘Rum’ sözcüğü tarihsel kullanımıyla Roma’dan kaynaklanmıştır. Araplar Romalılara Rum derlerdi. Bize de Arapça’dan geçmiştir. Rumluk kavramında ırk birliği yoktur; din birliği vardır. Çeşitli kavimler dinleri bakımından Rum diye anılmıştır. Mezhep bakımından Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar ve Ulahlar Ortodoks olduklarından Rum cemaati olarak kabul edilmişlerdir.

Rum ve Ortodoks Kiliselerin İnançsal Farkları

ORTODOKS

KATOLİK

Ruhani Başkanları Patriktir.

Dini Başkan Papa’dır

Patrik yanılabilir

Papa yanılmaz

Patrik Hz.İsa’nın vekili değildir

Papa Hz.İsa’nın vekilidir

Hz.İsa hem Tanrı hem de insanlık özelliklerini barındırmaktadır

Hz.İsa hem Tanrısal hem de insani özelliktedir

Kutsal ruh babadan çıkmıştır

Kutsal ruh, “Baba ve Oğul”dan çıkmıştır

İlk 7 konsülin kararları kabul edilir

20 konsülin aldığı karar kabul edilir

Herkes kendi dilinde ayin yapabilir

Ayin dili Latincedir

Patrik, başpiskopos, keşişler dışındaki papazlar evlenebilir

Ruhban kesimi evlenemez

Bazı özel durumlarda boşanma gerçekleşebilir

Boşanma yasaktır

Rum ve Ortodoks Kiliselerin Mimari Özellikleri

Osmanlı her ne kadar milletlerin din işlerine karışmasa da yeni dini yapıların inşasına çok uzun bir süre izin vermemiş ve mevcut dini yapıların yaşatılmasına çalışılmıştır. Ortodoks azınlıklara dini yapı inşa etme izinleri Rusya’nın baskısıyla 1774 Küçük Kaynarca ve 1779 Aynalı Kavak Antlaşmaları ile verilmiştir. Osmanlı’da gayri Müslümlerin hukuksal eşitsizliğini ortadan kaldıran 18 Şubat 1856 tarihli Islahat fermanıyla tüm inanç grupları kendi dini yapılarını belli koşullar dahilinde yapma özgürlüğüne kavuşmuşlardır. Ülkedeki kiliselerin çoğunun yapılma tarihleri 1856 sonrasıdır. Ayvalık tarihi kent merkezindeki kiliseler, Bizans Kiliselerinin devamı niteliğinde ele alınmış anıtsal yapılardır. 18. ve 19. yüzyılların sanat ortamının da katkısıyla neo klasik bir tutumla biçimlenen eserler, yöresel mimari anlayışı da yapısında birleştirerek Batı Anadolu bölgesinde kendine has bir tarzın oluşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda bu yapılar Rum Ortodoks Kiliseleri’nin Batı Anadolu’daki son temsilcileri arasındadır. Kiliselerde neo klasik üslubun etkileri en çok pilasterler[215], sütun başlıkları, arşitrav’lar[216] ve İkonostasis’lerde görülmektedir. Kiliselerde, İyon, Dor, Korint ve Kompozit üslup özellikleri gösteren ve stilize edilerek uygulanmış sütun başlıkları bulunmaktadır. Rum Ortodoks Kiliseleri ana ibadet mekânı ve çevresindeki yapılarla bir bütünlük oluşturmaktadır. Kilise yapısını incelerken özellikle kiliseyi oluşturan mekânların bilinmesi gerekmektedir. Rum Ortodoks Kiliselerinde iç mekânlar işlevlerine göre; ana mekân, ibadet alanı olan naos, yardımcı mekânlar ise din görevlilerine ayrılan bema, ibadet yönünü gösteren apsis, giriş bölümünü oluşturan narteks ve kadınlar için ayrılan galeri (genellikle üst katta) bölümü olarak ayrılmaktadır.

Ayvalık Kiliselerinin Özellikleri

Ayvalık merkezdeki kilise planları incelendiğinde toplam yedi kilisenin üçünün (Taksiarhis, Hagia Triada, Kato Panagia) dikdörtgen bazilikal planda, ikisinin kapalı Yunan haçı (cruciform) biçiminde (Hagios Georgios, Hagios Ioannes), diğer ikisinin de tek ‘nave’ li (Portaissa, Fenoremeni) plana sahip olduğu görülür. Son yıllarda yapılan restorasyon çalışması sırasında Faneromeni’nin kilise değil bir ayazma olduğu anlaşılmıştır.

Ayvalık’taki bazilikal plana sahip kiliseler Taksiarhis (1844), Hagia Triada (1846), Kato Panagia (1850) kiliseleri aynı dönemde inşa edilmiştir. Bu kiliselerin planları ilk kilise dönemlerinde yapılan, ahşap çatılı, merkezi ‘nave’in iki yanında ‘aisle’in bulunduğu, kutsal bölgenin doğuya baktığı, girişin batıdan yapıldığı dikdörtgen formda kiliselere benzer. Taksiarhis, Hagia Triada ve Kato Panagia da doğu-batı yönünde dikdörtgen formdadır. Hagia Triada Kilisesi’nde narteks L formuna yakın olmasına karşın Taksiarhis ve Kato Panagia Kiliselerinde U-formundaki narteks batı kenarını dolaşır. Narteksin üstündeki bölüm kadınlar için ayrılmıştır ve buraya narteks’in iki kenarındaki merdivenlerden ulaşılır. Bu kiliseler bazilikal plan açısından birbirlerine benzer olsalar da büyüklük açısından farklıdırlar; Hagia Triada 400 m2, Taksiarhis 500 m2 ve Kato Panagia 750 m2 kapalı alana sahiptir. Bugün cami olarak hizmet veren üç eski kiliseden biri olan Kato Panagia, kentin en büyüğüydü. Bazilikal kiliselerin diğer bir ortak özelliği ahşap kuşaklı çatılarıdır. Merkez ‘nave’ üzerindeki çatının, kenar ‘nave’lerin üzerindeki çatıdan daha yüksek olması, merkez ‘nave’de üste pencereler açılmasını sağlamış bu da kilisenin içinin ışık süzmesiyle aydınlanmasına neden olmuştur. Bu özellik Ayvalık kiliselerini Midilli’deki benzer bazilikal kiliselerden ayıran önemli bir farktır.

Taksiarhis Kilisesi, İsmetpaşa Mahallesi’nde yapı ustaları Voyanikos ve Yannis tarafından daha önce yıkılmış bir kilisenin üzerine yapılmıştı. Kilisenin dış duvarında bulunan bir yazıdan önceki kilisenin 1753’de inşa edildiği anlaşılıyor. Kilisenin bulunduğu alan yaklaşık 1200 m2 ve yüksek duvarlar ile çevrilmiş durumda. Kilisenin bahçesinin köşesindeki anıtsal kapıya sokaktan birkaç basamaklı yarım daire formundaki merdiven ile erişiliyor. Bu kapının üzerinde olduğu bilinen çan kulesi bugün artık yok.

Resim 8-3 Ayvalık kilise planları 

Hagia Triada’nın tek ‘apse’si olmasına rağmen diğer iki kilisenin doğu duvarlarında üç ‘apse’ vardır.  Her üç kilisenin de batı duvarlarında narteksden sonra üç giriş kapısı bulunur. Ortadaki kapı diğerlerinden daha büyüktür. Hagia Triada’da altar masası üzerindeki kutsal objeleri ana bölümden ayıran separatör (templon-iconostasis) olduğuna dair bir işaret olmamasına rağmen Kato Panagia ve Taksiarhis kiliselerinde üzerinde ikonalar asılı templon (iconostasis) vardı. ‘Templon’ ya da ‘iconostasis’ de ana bölümden kutsal bölüme geçişi sağlayan iki giriş olurdu. Ortada olan ve sadece ruhban kişilerin geçebildiği ‘güzel kapı’ ve diğer kişilerin kullandığı kenarlardaki kapı. Güzel kapı her zaman diğer kapılardan daha gösterişli dekore edilirdi. Kato Panagia ve Taksiarhis kiliselerinde kutsal bölüme geçişi sağlayan ayrı bir kapı mevcut. Bu kapı düzeni nedense Hagia Triada’da yapılmamış.


Hayrettin Paşa Mahallesindeki Kato Panagia Kilisesi de bahçesiyle birlikte 4.000 m2 alanda yükseliyor. En büyük kilise olduğu gibi yüksek duvarlar ile çevrili bahçesiyle birlikte en geniş alanı da kaplar. Diğer taraftan bugün Hagia Triada Kilisesi’nin bahçesini çeviren yüksek duvarlar yok.  Ancak duvar temellerinden bir zamanlar bu kilisenin de çevresini saran duvarlar olduğu anlaşılmakta. Diğer kiliselerin aksine Hagia Triada’nın tavanı girift ahşap dekorasyonlar ile süslüdür. Hagia Triada’nın diğer bir karakteristiği ise ‘narteks’e doğru oluşturulmuş dairel formda basamaklardır. Bu uygulamanın bir benzeri Hagia Georgias’da da mevcuttur.

Ayvalık’ta 1870’lerden sonra bazilikal plan terkedilmiş ve yeni kiliseler haç planlı (cruciform), dış ön yüzleri Neoklasik tarzda yapılmaya başlanmıştır. Hagia Ioannes (1870) ve Hagios Georgias (1880) kiliseleri Ayvalık’ta bu mimari tarzın örnekleridir. Cunda Taksiarhis Kilisesi’de (1873) neoklasik planda inşa edilmiştir. Bu üç kiliseyi de Ayvalıklı mimar Emmanues Kounas tasarlamıştır. Söz konusu mimarın Agios Georgis Kilisesi’nin bahçesinde gömülü olduğu bilinmektedir. Fevzipaşa mahallesindeki Hagios Ioannes Kilisesi, 1870 yılında yapılmıştır. Kilise 375 m2 kapalı alanı ve 1250 m2 bahçeye sahiptir. Yeni planda yapılan diğer kilise Hagios Georgias, Hamdibey Mahallesi’ndedir ve 600 m2 kapalı alanı ve 2.800 m2 bahçe alanıyla daha büyüktür.

Haç planlı Hagia Ioannes ve Hagios Georgias kiliseleri şekil olarak dikdörtgen formdadır. Yeni haç planında dört büyük kolon üzerinde kubbeyi taşıyan sekizgen silindir ile ‘nave’ haç formu oluşturur. Her iki kilisede de narteksin üzerindeki kadınlar bölümüne narteksin iki kenarındaki kule içinden merdiven ile çıkılır. Merdiven girişleri Hagios Georgias’da narteksin içinden olmasına karşın, Hagios Ioannes’de bahçedendir. Hagios Ioannes’de, kuzeydeki kule çan kulesi görevi de görsün diye daha yüksek yapılmıştır (36 metre). Her iki kilisede de doğu duvarındaki ‘apse’, dairesel olan bazilikal kiliselerin aksine çokgen şeklindedir. Hagias Ioannes’in kilisesinin ‘templon’u olmamasına rağmen Hagia Georgias’un çok süslü bir ‘templon’u vardır. Portaitissa Kilisesi, Piskopos’un evinin bahçesinde tek ‘nave’li çok küçük bir kilisedir. Piskoposun hafta içi ayinleri bu küçük kilisede yönettiği Pazar seremonilerini ise Taksiarhis kilisesinde yaptığı biliniyor.

Mübadillerin 1923’de Ayvalık’a gelmesiyle birlikte önce tüm kiliseler camiye dönüştürüldü. Sonrasında bazıları cemaat azlığından camii olarak değil farklı amaçlarla, çoğunlukla depo olarak kullanıldı. Ancak Portaissa Kilisesi çok küçük olduğu ve özel mülk içinde kaldığı için camii olarak hiç kullanılmadı. Biberli camii olarak bilinen Hagia Triada ilk zamanlarda cami olarak hizmet verdiyse de daha sonra tütün deposu olarak kullanıldı. Çan kulesinin muhtemelen 1944 depreminde yıkıldığı sanılıyor. Şimdi izi bile yok. Yapı 1984 yılında kültürel varlıkların korunması kanunu gereği boşaltıldı. Şimdilerde restorasyon planları üzerinde çalışılıyor. Hagia Triada kiliseler arasında en fazla tahribat görenidir. Tipik bir Yunan Ortodoks kilisesinde bulunan ‘ambon’, Piskopos’un tahtı gibi parçalar maalesef kayıptır. Ayrıca güneydoğu köşesinde dışarıdan kutsal alana geçiş sağlayan kapının olması kilisede ‘templon’ olduğuna dair bir işaretse de maalesef ‘templon’ bulunamamıştır. Taksiarhis Kilisesi’nin bu süreçte cami olarak kullanılıp kullanılmadığı bilinmiyor. Yalnızca bildiğimiz, bir süre depo olarak kullanıldığı. İçinde kolonlar arasına bölme duvarları yapılmış. 1984 yılı kararnamesinden sonra Taksiarhis boşaltıldı. 2010’lu yıllarda restore edilerek müze haline getirildi. Kilisenin gösterişli ‘templon’u ikonları çalınmış olmasına karşın duruyor. Piskopozun tahtı ve ‘ambon’ mevcuttur. ‘Ambon’a çıkılan merdivenler yeniden yapılmıştır.

Aslında yapıları koruma amaçlı çıkarılan 1984 kararnamesiyle binalar boşaltılınca tamamen korunmasız kalmış ve geçen zaman içerisinde ciddi hasar görmüşler. Ayrıca 1944 depremi de kiliselere ciddi zarar vermiş. Sadece kullanılanlar onarılmış diğerleri kaderlerine terk edilmiştir. Saatli Cami’nin (Hagios Ioannes) çan kulesine çan yerine saat yerleştirilmiş. Cami bundan dolayı halk arasında Saatli Camii adıyla bilinir. Dönüştürülen camilere minareler de bu dönemde inşa edilmiş. Saatli Camii’nin bir kilise olmadığını belirten tek işareti çan kulesinin yanına inşa edilen yüksek minaresidir. Hagia Georgias’ın minaresi kuzeydeki merdiven kulesine çok yakın inşa edilmiştir. Saatli Camii (Hagia Ioannes) minaresi 44 metre iken saat kulesi 36 metre, bina yüksekliği ise 24 metredir. Çınarlı Cami (Hagia Georgias) minaresi 38 metre, bina yüksekliği 30 metredir. Her iki camide de minare binanın en yüksek noktasından 8 metre daha yüksektir. Minareyi çan kulesinden daha yüksek yapıp yapının cami olduğunu belli etme kaygısı minare inşaatında zorluklara neden olduğu gibi bazı şiddetli fırtınalarda depremlerde minarenin yıkılmasına neden olmuştur.

1950’lerde şiddetli bir fırtınadan sonra minarelerin devrilmiş olması sonradan minarelerin daha büyük ve daha sağlam inşa edilmesine neden olmuştur. Ama gene de 2002 yılında Çınarlı Cami (Hagios Georgias) minaresi kasırga da yıkılmış. 2003 yılındaki farklı şiddetli bir fırtına da bu kez Hayrettin Paşa Camii (Kato Panagia) ve Saatli Camii (Hagios Ioannes), minareleri çatının üstüne devrilmiş, tavan ile kubbeye zarar vermiştir. Camilerde imamların Cuma vaazlarını verdikleri minber caminin önemli bir parçasıdır. Kiliseler camiye çevrilirken hepsine minber eklenmiştir. Hayretin Paşa ve Saatli Cami’ye eklenen minberler her camide görülebilen sıradan bir minberdir. Ancak Çınarlı Cami’de ‘ambon’ ve Piskopos tahtının minbere dönüştürülmesi ilginç bir uygulama olmuş. Yunan Ortodoks kiliselerinin ‘ambon’ adı verilen özel oturma yeri, camilerin minberine çok benzer bir biçimde, incilin okunduğu ve yorumlandığı yerdir. ‘Ambon’lar genellikle kilisenin merkezinde doğu tarafından üçüncü ya da dördüncü sütuna yerleştirilir. ‘Ambon’a tahta bir merdiven ile çıkılır. Halen cami olarak kullanılan üç eski kilisede de ‘ambon’ yoktur. Hayrettin Paşa Cami’sinde ‘ambon’un boşluğu merkez koridorda kuzeyden üçüncü kolonun üstünde görülebilir. Minber ile aynı fonksiyona sahip olmasına karşın camiye dönüştürdükleri yerde ‘ambon kullanılmamıştır.

Kiliselerde asma katta kadınlar için oluşturulmuş bölme camiye dönüştürüldükten sonra da aynen kullanılmıştır. Genel olarak camilerin diğer bir özelliği de tümünün ana ekseninin ve ibadet edenlerin yüzünün (Ayvalık’ta güneybatıya) Mekke’ye doğru olmasıdır. Kiliselerde ise bu ana eksen Kudüs yönündedir. Camilerde yapının ana eksenin sonlandığı yerde bir niş yaratılarak dini töreni yönetenin bulunduğu yere mihrap denilmiştir. Çınarlı ve Saatli Cami’de, mihrap haçın güney kolundan batıya doğru kaymış vaziyette yerleştirilmiştir.  Hayrettin Paşa Cami’sinde ise mihrap merkezi apseye yerleştirilmiştir. Ayrıca kiliseler içerisindeki insan ve hayvan tasfirleri duvarlardan tamamen sökülmemiş ama üstleri sıva ile örtülerek Kuran dan yazılar ile bezenmiştir. Çınarlı Cami’sinde bunlara ilave olarak haç planın kuzey kolu istikametinde müezzin ve müezzin mahfili yerleri yapılmıştır. Hagia Georgias ve Hagia Ioannes Kiliselerinin merkezdeki kubbeleri nedeniyle mimari açıdan camilere benziyor olması nedeniyle dönüşüm için seçilmiş olmalarının nedeni olabilir. Bilindiği gibi Osmanlı camileri merkezi kubbe formlarıyla bilinirler.  Bugün camiye dönüştürülmüş üç kilise de diğerlerine nazaran daha geç inşa edilmişler ayrıca yükseklik ve büyüklük açısından diğerlerinin önündeler. Bunlar içinde Hagia Georgia en yüksek olanı, bazilikal planlı olan Kato Panagia kapalı alanı en büyük olanıdır. Belki de Kato Panagia klasik cami yapısına benzemeyen bazilikal bir formda olmasına rağmen büyüklüğü nedeniyle Hayrettin Paşa Cami’sine dönüşmüştü. Ayvalık’taki tüm bazilikal kiliseler 1839-1856 yılları arasında Osmanlı’da modernizasyonun hızlandığı azınlıklara sosyal, kültürel ve ekonomik hakların tanındığı Tanzimat döneminde yapılmıştır. 1870’lerden sonra Neo klasik stil önce İstanbul’da görülmeye başlamış ardından da Ayvalık dahil diğer şehirlerde uygulanmıştır. Bu dönemde bazilikal kiliseler Neo klasik stilde yeniden inşa edilmiştir. Ayrıca Hagios Ioannes ve Hagios Georgias gibi yeni kiliseler de bu tarzda yapılmıştır.

Aeolya ya da U Tipi Narteksli Kiliseler

Ayvalık’ta günümüze gelen yedi kiliseden dördü, Agios Athanasios Kilisesi (Küçükköy), Taksiyarhis Kilisesi, Aya Triada Kilisesi ve Kato Panagia Kilisesi yalnızca kuzey Ege’ye özgü bir plan tipi olan ve Yunan yayınlarında Aeolya tipi olarak adlandırılan kiliselerdir. Aeolya tipi kiliselerin en belirleyici özellikleri, üç nefli bazilikal plan özelliklerini sergilemekle beraber bağdadi tekniğindeki bir ahşap çatı, orta nef örtüsünün yan neflere göre daha yüksek ve ahşaptan bir örtüye sahip olması ve üst kata çıkmayı sağlayan basamakların yapının içinden değil yapıyı dıştan U biçiminde kuşatan narteksin kuzeyinden veya güneyinden sağlanmasıdır. Ayvalık’ta bulunan Aeolya tipi kiliseler, 1821 ayaklanmasında harap olan kentin 1840 senesinden sonra girişilen faaliyetlerinde inşa edilen ilk kiliseleri olma özelliğini de taşımaktadırlar. İlgili yayınlar ve kitabelerden de bilindiği üzere Taksiyarhis Kilisesi’nin ilk inşa tarihi 1753, Kato Panagia Kilisesi’nin ise 1780’dir. Dolayısıyla günümüze gelebilenler de 1840 yılından sonra inşa edilen Aeolya tipi kiliseleridir.

“U” tipi narteksli kiliseler Aeolya tipi olarak da adlandırılır. Bu adlandırmanın nedeni Anadolu topraklarının antik dönemde Yunan kıtasından göç eden Aeoller’in yurdu olmasıdır. Bu dört kilisenin ortak özellikleri:

  • Kiliselerin tamamı üçer nefi olan bazilika plan tipinde yapılardır.
  • Ayvalık ve Küçükköy’deki dört yapı da Bazilikal şemadadır.
  • “U” biçimli narteks bölümleri Naos bölümlerinin üç yanını sararken bazı farklı özellikler gösterebilir. Bazısı dışa tamamen kapalı olup sadece ön cephede üçlü veya tekli bir giriş bölümü bulunur. Bazılarında ön cephenin tamamı kemerli açıklarla dışarı açılırken, bazılarında ise bu kemerli açıklıklar yan cephede de devam etmektedir.

Dört kiliseninde “U” narteksleri dışa kemerle açılan birer portik[217] şeklindedir. Ancak nartekslerin yan kolları farklı uzunluklar içerir hatta birisinin bir yan kolu yoktur ve yapı “U” narteksli gibi düşünülmesine karşın “L” formunda bir nartekse sahiptir. Gynekion katına çıkaran merdiven başlangıçları bir standart göstermez, kiminin girişi narteksten, kimisi ise yan kolların apsis bakan yönünden başlar ya da çift yönlüdür. Narteks cephesinin ön cephesinde birbirini tekrarlayan üçer kemerli kapı sistemi bulunur. Orta kapı diğerlerine göre daha haraketli bir görünüm sergiler. Bu orta kapılar iç taraftan ahşaptan üçgen alınlıklara sahiptir.

“U” biçimli nartekslerin ahşap ikinci katları genellikle Gynekion (Kadınlar Mahfili) olarak kullanılır. Kadınların, kiliseye erkeklere görünmeden girebilmesi için onlara ayrılan girişler, narteksin sağ ve sol yan cephelerinden ya da “U” biçimli nartekslerin apsis yönüne bakan bitim noktalarından açılan kapılarla sağlanır. Aslında çan kulesinin yapı üzerinde olması yerine yapının bitişiğinde olması, cami-minare ilişkisini akla getirir. Bu da birlikte yaşayan iki toplumun kültürlerinin etkileşimi olarak yorumlanabilir. Dört kilisede bugün için çan kulesi yoktur sadece Taksiyarhis Anıt müzesinde Gynekion sol yan girişinde çan kulesi olarak kullanılmış olması muhtemel bir bölüm vardır, aynı yapının avlusunda da çan kulesi olarak işaretlenen bir yer olsa da burada görülen bir yapılanma yoktur. Bu iki bölüm olasılıkla yapının sonraki dönemlerinde yapılan eklentiler olmalıdır.

Giriş cephesi her örnekte en gösterişli cephelerdir. Yapıların diğer üç cephelerinin saçak ve subasman seviyeleri ile köşe dönüş noktaları kesme taşlarla çerçevelenmiş gibidir. Apsis çıkıntısının konturları ve kullanılan pencerelerin çerçevesi de aynı şekilde kesme taş dizileri ile belirtilmiştir. Bu kesme taş dizileri arasında kalan cepheler ise moloz taş sıraları ile örülmüş olup bazılarında cepheyi renklendiren 2-3 sıra tuğla kuşaklarında olduğu görülebilir. Yapıların duvar işçiliği kesme taş çerçeve içinde moloz taş sıralarıdır. Dört kilisede de önceki örneklerde olduğu gibi giriş cephesi, her örnekte en gösterişli cephelerdir. Ancak bazı farklı olan noktalar da vardır. Örneğin yapıların narteks dışında kalan diğer cephelerinin saçak ve subasman seviyeleri ile köşe dönüş noktaları kesme taşlarla çerçevelenmiş gibi değildir, çünkü tüm cepheler düzgün kesme taş işçiliği gösterir. Moloz taş ise dolgu olarak duvar kalınlıkları içinde ve içeride sıvayla kaplanmış cephelerde kullanılmıştır. Ayvalık’taki kiliseler genel olarak çift eğimli kırma çatı ile örtülüdür ancak bu çatı bazı örneklerde, narteks ve apsis yönü olmak üzere bir veya iki yönde pahlandırılmış, bazı örneklerde ise geniş tutulan narteks çatısı, bir transept[218] nef gibi ayrı bir kırma çatı gibi, seviye farkı ile ana yapı çatısına bağlanmıştır. Ayvalık Kiliselerinde ise iki yönden pahlandırılmış kırma çatıları görürüz ama kırma çatılarının orta bölümleri, bazilika neflerini ayıran ahşap sütun dizileri ile taşınan dikdörtgen bir formda yükseltilerek oluşturulan seviye farkında oluşan aydınlatma seviyesinde açılan, ahşap çerçeveli pencerelerle yapıların içi aydınlık bir ortama sahip olmuştur.

Agios Yannis Kilisesi / Saatli Camii

Fevzipaşa Mahallesi’nde bulunan ve adını çan kulesi üzerindeki saatten alan Saatli Cami, mübadele öncesinde Ayvalık ve çevresinde yaşayan Ortodoks Hıristiyan cemaatin kullandığı bir kilise olarak 1870 yılında inşa edilmiştir. Doğu-Batı yönünde uzanan dikdörtgen, zemin kat bakımından bazilikal, üst örtü bakımından kapalı haç planlı bir yapıdır.  Doğusunda dıştan üç cepheli, içten yuvarlak bir apsisi vardır. Apsisin iki yanına ikişer niş yapılmıştır. Bemanın[219] iki yanındaki pastaforyum[220] odalarından prothesisin[221] kuzey duvarına çeşitli büyüklüklerde dört niş yapılmıştır. Batıda kuzey-güneye hafif çıkıntı yapan narteksi vardır.  Ege’nin farklı inanç ve kültürlere olan saygısını simgeleyerek 1928’den bu yana cami olarak hizmet veren ve günümüzde halen ibadete açık bulunan Saatli Cami, alışılmışın dışındaki mimarisi ve Ayvalık’ın en yüksek yapılarından biri oluşuyla oldukça dikkat çekici.

Ayvalık’ın ekonomik olarak en güçlü olduğu dönemlerde inşa edilmiştir. Adalı Rumlar tarafından Agios Yannis Kilisesi olarak inşa edilen yapı, 1924’te mübadele sonrası Hıristiyanların ilçeden ayrılmasıyla birlikte 1928’den sonra camiye dönüştürülmüş. İçindeki ikonaların boyanması haricinde herhangi bir değişiklik yapılmayan yapının bahçesine ise bir minare inşa edilmiş. 1944 yılında Ayvalık’ta meydana gelen depremde kilisenin çan kulesinin üst kısmı yıkılmıştı. Yeniden yapılırken çan yerine saat yerleştirildi. Eski çan kulesinde bulunan saatten dolayı Saatli Cami olarak anılmaktadır. Eğimli ve düz zeminlerin birleştiği alan üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin toplam alanı 1250 m² olmasına karşın kilise 375 m² üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin yüksekliği 24 metre çan kulesinin yüksekliği 24 metre, minarenin yüksekliği ise 44 metredir. Ayvalık içindeki en yüksek ikinci kilisedir. Kilisenin dıştan boyu 23,50 m, eni 13.30 m. (doğu) 14,40 m (batı)’dır.


Resim 8-4 Saatli Cami

 


Resim 8-5 Saatli Cami girişi ve içi

Taksiarhis Kilisesi / Müzesi

Bugün Anıt Müze olarak kullanılan yapı Ayvalık kent merkezindeki İsmetpaşa Mahallesi’nde yer almaktadır. Kentin Ano Chora adı verilen bölümünde 18. yüzyılın sonunda Başpiskoposluk kilisesi olarak inşa edilmiş en eski kiliselerdendir. Taksiarhis (Taxiarchis), Cebrail (Michael ya da Gabriel) baş meleğe Yunan inanç dünyasında verilen addır. Cebrail Meryem’e Mesih’e hamile kalacağı müjdesini getirmiştir ve görevi tanrının haberlerini iletmektir. İlk yapımın 15’inci yüzyılda olduğu, 1844’de bugünkü haliyle yeniden yapıldığı 1873 yıllarında tamir edildiği de belirtiliyor. Yapının kıyıya uzaklığı 240 metredir. Kilise ve kilisenin çevresindeki yapılar tepenin düzleştirilmiş ön kısmında konumlanmıştır. Arsa alanı 1200 m2, kilise taban alanı 500 m2’dir. Parselin dar açılı köşesinde dört yol birleşmekte ve kilisenin önünde küçük bir meydan oluşturmaktadır. Kilise çevresindeki sokaklara göre yüksek bir platformda yer almaktadır. Kent merkezinde bulunan kiliseler yüksekliklerine göre değerlendirildiğinde beşinci yüksek kilise Taksiarhis Kilisesidir. Çevresindeki yapıların yüksekliği 8 metre, kilise yüksekliği 16 metre, çan kulesi yüksekliği 30 metredir.


Üstte zemin kat altta üst kat planı

Dikdörtgen planlı kilisenin dıştan boyu 22 metre, eni 12,75 metredir. Batı cephesinde ‘U’’ şeklindeki narteksle eni 17,75 metre, boyu 26,50 metre olmaktadır. Batı ve doğu cephelerinin geniş tutulmasında dolayı dikdörtgen formun yarattığı dar uzun etkisi azalmış durumdadır. Kilise yatay uzantılı, kademeli yükselmesiyle kübik bir görünüme sahiptir. Taksiarhis Kilisesi’nde üç nefli naos, doğusunda nefler hizasında üç apsisle sınırlanmaktadır. Ayvalık kentinin kiliseleri biçim bakımdan ‘üç nefli ve üç apsisli kiliseler’’, ‘üç nefli tek apsisli kiliseler’’, ‘tek nefli tek apsisli kiliseler’’ olarak sınıflandırılmıştır. Taksiarhis Kilisesi bu sınıflandırmada ‘üç nefli ve üç apsisli kiliseler’’ sınıflandırmasına girmektedir. Apsis ekseni kıyıya diktir. Eksende yuvarlak çıkıntı yapan ana apsis, iki yanında bulunan yan apsislerden daha geniş ve daha yüksektir. Naosta nef ayrımı karşılıklı olarak altışar sütun ile sağlanmaktadır. Sütunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmaktadır. Üç nefli kilisede orta nef yan neflere göre daha geniş ve yüksektir. Orta nefin üzerine bindirilen yüksek kasnak beşik tonozla kaplıdır. Kasnağın üzerine sivri kemerli açıklıklar yerleştirilmiştir. Simetrik olarak düzenlenmiş olan bu pencereler ile kilisenin ana mekânının ışık alması sağlanmıştır. Naosun batısında ahşap ana giriş kapısı ile iki yanında birer kapı ve aralarında yuvarlak kemerli birer niş bulunmaktadır. Batıdan ikinci sıradaki taşıyıcıların önüne alçıdan kitaplıklar yapılmıştır. Naosun kuzey duvarında doğuya doğru iki, güney duvarında bir küçük niş açılmıştır. Doğu duvarında ise apsisin iki yanında biri büyük biri küçük olmak üzere ikişer niş yerleştirilmiştir. Taksiyarhis Anıt Müzesi, memuriyet göreviyle Ayvalık’ta bulunan Müslümanlarla Hıristiyanların birlik içinde yaşadığı kentin ilk mahallesinde kurulmuş. Kilise; mimari özellikleri, içteki mermer işçiliği, dini konuları içeren tavan süslemeleri, İsa’nın doğumundan ölümüne kadar anlatan resimleri, balık derisi üzerine yapılmış azize portreleri ile görülmeye değerdir. Restorasyonu Şubat 2013 itibariyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılarak anıt müze olarak ziyarete açılmıştır.

Narteksin ikinci katı Gynekion olarak düzenlenmiştir ve ulaşım Narteks kollarının uç kısmında yer alan ahşap merdivenlerle sağlanmaktadır. Üst katta pahlı bölümler dahil yuvarlak kemerli pencere vardır. Kırık alınlığın ortasında da yuvarlak bir pencere vardır. Yapının apsis ve narteks önünde uçları pahlandırılmış kiremit örtülü kırma çatısı vardır, ancak içeride ahşap tavan yerine tonoz örtü kullanılmıştır. Tonoz örtüler, yan nefleri çapraz tonozla geçerken yükseltilmiş orta nefi, aydınlık pencereleri bulunan beşik tonozla geçer. Yapı restorasyon geçirdiği için apsis cepheleri ve “U” narteksin cepheleri kesme taştandır. Apsisin iki yanındaki duvarlar ise moloz taş örgüsü gösterir.

Resim 8-6 Taksiyarhis Kilisesi / Müzesi

 

Resim 8-7 Kilisenin görünümü. Bahçe kapısının hemen ilerisinde çan kulesi vardı.

Batı duvarında bulunan İlk Günah sahnesi

Açık havada, çiçekler arasında tasvir edilmiş İlk Günah sahnesinin ortasında bir meyva ağacı bulunmaktadır. Bu ağacın gövdesine kadın başlı bir yılan figürü sarılı durmaktadır. Bu ağacın sağında çıplak bir kadın figürü, solunda ise çıplak bir erkek figürü bulunmaktadır ve her ikisinin de belden aşağısı yapraklarla örtülüdür. Sarı saçlı, beyaz tenli tasvir edilmiş ve Havva'yı temsil eden bu kadın figürü sol eliyle ağacın bir dalını tutarken, sağ elinde tuttuğu ve ağaçtan kopardığı meyveyi ağacın diğer tarafındaki erkek figürüne uzatmaktadır. Adem'i temsil eden bu erkek figürü kısa kahverengi saçlı ve beyaz tenli tasvir edilmiştir ve sağ eliyle Havva figürünün uzattığı meyveye uzanmaktadır.


Sahneye genel olarak bakıldığında doğa izlenimciliğine bağlı olarak gerçekçi anatomik oranlar kullanılmış olmasına rağmen figürlerin kas yapılarının ve dokularının genel olarak kaba ve keskin çizgilerle birbirinden ayrıldığı fark edilmektedir. Figürlerin duruşlarında hareketlilik özellikle dikkat çekicidir. Ayrıca figürlerin sarışın tipte tasvir edilmiş olması da Batılı bir tip görüntüsü yaratmaktadır. Sahnede görülen doğa manzarasına bakıldığında doğanın ön planda ve arka planda farklı boyutlardaki kullanımı ayrıca bir hacim ve perspektif duygusu yaratmaktadır. Sahnedeki ışık-gölge kullanımına bakıldığında ise sahneyi aydınlatan ışığın resmin içinden yansıyormuş gibi görünmektedir. Bununla beraber sahnede ağırlıklı olarak koyu renklerin kullanıldığı da dikkat çekicidir. İncil'de yer almayan, Eski Ahit'e özgü olan İlk Günah[222] sahnesi ikonografik açıdan incelendiğinde öncelikle iki figürün de önlerini örtmüş olmasına dayanarak sahnenin, yasak meyvenin yenmesinden sonra gerçekleşen olayları tasvir ettiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber kadın başlı yılanın ve figürlerin belden aşağısını örten yaprakların Eski Ahit'te anlatılanlardan farklı olduğu görülmektedir. Eski Ahit’te yılanın bir tasviri yapılmazken, figürlerin de örtünmek için kullandıkları yaprakların incir yaprağı olduğu söylenmektedir. Ancak söz konusu sahnede incir yaprağı yerine başka bir çeşit yaprak kullanıldığı dikkat çekmektedir. Özellikle kadın başlı yılan figürünün kullanılmış olması da ayrıca enteresandır. Çünkü Eski Ahit'teki yaratılış hikayesinde yılanın kadın olarak resmedilmesinin bir dayanağı bulunmamaktadır.

Resim 8-8 Taksiyarhis Kilisesi / Müzesi içi

Resim 8-9 Bir müzik dinletisi sırasında Taksiyarhis Müzesi içi 

Resim 8-10 Taksiyarhis Kilisesi / Müzesi içi

Meryem’e Müjde Sahnesi

Kilisenin doğu duvarında yer alan bu sahnede Meryem, resmin sağ alt tarafında dizlerinin üstüne çökmüş ve elleri avuç içleri açık biçimde yanında duran, mavi elbiseli, başı haleli, beyaz tenli genç bir kadın figürü olarak gösterilmiştir. Vücut hatları belirgin şekilde tasvir edilen Meryem, mavi elbisesinin üzerinden, başını örten, sırtından sağ koluna dökülen ve sol bacağını da kapatan açık pembe bir himation[223] giymektedir. Meryem'in ayrıca başına ve omuzlarına sekiz kollu birer yıldız resmedilmiştir. Meryem figürünün arkasında ise sarı renkli bir örtüyle üzerinde sarı bir şamdan üzerinde yanan beyaz bir mum ile üzeri yazılı parşömenler durmaktadır. Sahnenin solunda, ışık saçıyormuş gibi görünen sarı bir fon üzerinde, yeşil renkli uzun bir elbise içinde ve ciddi bir yüz ifadesiyle tasvir edilmiş, beyaz kanatlı ve uzun kahverengi saçlı, başı haleli melek Gabriel görülmektedir. Melek sol elini avucu açık biçimde yukarı kaldırmıştır. Sağ elinde ise bir zambak tutmaktadır. Dikkat çekici olan, iki figürün ortasında, üzerine mavi bir örtü atılmış bir sandalyenin tasvir edilmiş olmasıdır. Olasılıkla, meleğin görünmesiyle okumasına ara veren Meryem bu sandalyede oturmaktaydı ve müjdeyi alırken sandalyeyi bir kenara itmiştir. Bununla beraber sahnenin üst tarafında görülen ve olaya dahil edilmiş gibi duran duvardaki yuvarlak pencere, sahneye bir oda içinde geçiyormuş havası katmaktadır. Bu pencereden ayrıca, Meryem figürüne doğru düşen sarı bir ışık huzmesinin resmedildiği görülmektedir. Bu sarı ışık huzmesi, özellikle Meryem ve melek figürünün arka planında kullanılmış olduğu için, bu figürler etrafında aydınlık ve canlı bir görüntü oluşturmuştur.

Resim 8-11 Gabriel ve Meryem

 Meryem'e Müjde sahnesi Luka İncil'inde şöyle anlatılmıştı. Cebrail, Galilee'de Nasıra şehrinde Yusuf adında bir erkekle nişanlı bakire bir kızı ziyaret eder. Kızın adı Meryem'dir. Melek, ‘Selam sana ey iyiliğe eren kız, Rab seninledirdeyince, Meryem şaşırır, böyle bir selamın ne anlama gelebileceğini sorar kendi kendine. Ama Melek şöyle konuşur:

‘Korkma Meryem, çünkü sen Tanrı katında inayet buldun. Ve işte gebe kalacaksın, bir oğlan doğurup, adını İsa koyacaksın. İsa büyüyecek ve Yüce Tanrı'nın Oğlu denecek ona. Tanrı, atası Davut'un saltanatını verecek ona ve bu saltanatın sonu olmayacak.’

Meryem: ‘Hiçbir erkek bilmeden nasıl olur bütün bunlar?’  

Melek şöyle cevaplar:

‘Kutsal Ruh senin üzerine gelecek ve Yüce Tanrı'nın gücü seni gölgesiyle kaplayacak. İşte bunun için, doğacak çocuk kutsal olacak ve kendisine Tanrı'nın Oğlu denecek. İşte, akraban Elizabeth’te yaşlı olmasına karşın, bir oğlana gebe kaldı ve kısır denilen kadın, altıncı ayında bulunuyor, çünkü Tanrı için hiçbir şey olanaksız değildir.’

Sahnenin içinde ikonografik açıdan özellikle dikkat çeken öğeler ise sandalye ve sandalye üzerindeki giysi, masa üzerinde duran parşömenler ve yanan kandil, meleğin elinde tuttuğu zambak ile Meryem'in omuzlarına ve alnına yerleştirilmiş yıldızlardır. Sandalye üzerindeki giysi, Meryem'in tapınaktaki yaşamı sırasında tapınak için dikiş dikip örgü örmesiyle bağdaştırıldığı gibi Meryem'in diktiği ve İsa'nın çarmıha gerildiği sırada giydiği dikişsiz gömleğe de işaret ediyor olabilir.

Masa üzerindeki parşömenler, Eski Ahit'in dört büyük peygamberlerinden biri olan İşaya'nın Meryem'e müjde kehanetiyle ilişkilendirilmektedir:

 ‘Bunun için Rab kendisi size bir alamet verecek; işte, kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak.’.

Aziz Bernard'a göre, meleğin kendisine İsa'nın doğacağını bildirdiği sırada Meryem Eski Ahit'te bu bölümü okumaktadır. Yanan kandil, İsa'nın gelişiyle insanlığı aydınlatacak olan yeni dinin de müjdelenmesiyle bağdaştırılarak, ‘Müjde’ ve ‘İsa'nın Doğumu’ sahnelerinde kullanılması tercih edilmektedir. İsa'nın doğumundan tam dokuz ay önce, 25 Mart'ta gerçekleştiği varsayılan ‘Müjde’nin, verildiği sırada mevsim çiçeği olmasından dolayı ya odadaki bir vazo içinde ya da çevredeki bir bahçede zambağın da bulunduğu belirtilir. Bununla beraber zambak, Meryem’in, Hıristiyan Kilisesi'nin, bekaretin ve saflığın, nadir olarak da İsa'nın dirilişinin sembolü olarak, dolayısıyla ‘Müjde’ sahnesinde de Meryem'in bakire olduğu halde hamile kalmasına işaret etmek adına kullanılması tercih edilen bir öğedir. Müjde sahnesinde her ne kadar bir zambağın varlığından bahsedilmese de Eski Ahit'te de Yeni Ahit'te de zambak çiçeğine ayrı ayrı göndermeler yapılır. Meryem'in iki omuzunda ve alnında yer alan yıldızlar ise yine Meryem'in sonsuz bekaretine göndermedir. Buna göre Meryem, İsa doğmadan önce, İsa'nın doğumu sırasında ve doğumu sonrasında da bakiredir. Bu yıldızlar aynı zamanda Meryem'in tanrıya adanmışlığına da bir göndermedir. Omuzlarındaki yıldızlar bedenen, alnındaki yıldız ise zihnen adanmışlığa işaret etmektedir. Söz konusu bu ikonografik öğeler dikkate alındığında sahnenin otoritelerce doğrulanmış bir tasvir olduğu, ancak sahnenin önünde görülen ve üzerindeki giysiyle birlikte resmedilmiş sandalyeye bakıldığında, İncillerde bahsi geçmeyen öğelerin de var olduğu görülmektedir, özellikle sandalyenin resmin tam merkezinde yer alması bu bakımdan dikkat çekici ve tartışmalıdır.

Son Akşam Yemeği sahnesi[224]

Bir masa çevresinde yemeğe oturmuş İsa ve on iki havarisini temsil eden figürlerden oluşmaktadır. Taksiyarhis Kilisesi'nin ikonostasis'indeki kuzeyden güneye dokuzuncu resim olan ‘Son Akşam Yemeği’ sahnesinde, ortada kırmızı khiton üzerine mavi bir himation giymiş İsa figürü, başı haleli, uzun kahverengi saç ve sakalla gösterilmektedir. Elleri sahnenin merkezindeki örtülü masanın üzerinde durmaktadır. Sağ elinin avuç içi masaya, sol elinin avuç içi yukarıya, başı ise hafifçe soluna dönüktür. Üzgün bir yüz ifadesine sahiptir ve gözleri kapalı tasvir edilmiştir. Masanın etrafındaki, havarileri temsil eden figürlerden özellikle Yahya ve Yahuda İskariot belirgin olarak seçilebilmektedir. Buna göre Yahya hemen İsa figürünün solunda, gözleri kapalı ve aldığı haberin üzüntüsünden ötürü boynu büküktür. Uzun kahverengi saçlı, ancak sakalsızdır. Yeşil bir elbise giymektedir. Yahya, Hz. İsa’yı vaftiz eden havaridir. Bununla beraber, Yahya'nın solunda, dirseğini masaya dayadığı sağ elinde bir kese tutan ve buradan anlaşıldığı üzere Yahuda iskariot'u temsil eden turuncu elbiseli erkek figürü dikkat çekmektedir. Yahuda İskariot, Luka İncili'nde ifade edildiği gibi, bu sahnede, elleri İsa gibi masanın üzerinde olan tek kişidir. Doğrudan İsa'ya bakan figür, kısa kahverengi saçlı ve sakalsız olarak tasvir edilmiştir. Yahuda İskariot, 30 gümüş para karşılığı Hz. İsa’yı ele veren havaridir.  Sahnede görülen diğer öğeler arasında ayrıca, masanın ortasında duran yiyecek dolu tabak ve etrafında dağınık olarak bulunan üç boş tabak, dört ekmek ve bir adet kadeh dikkat çekmektedir. Kapalı bir mekânda tasvir edilen sahnenin arka planında, İsa figürünün arkasında dikdörtgen üç açıklık olduğu görülmektedir. Hareketli bir ortam izlenimi yaratan sahnede gerçekçi anatomik oranlar ile üç boyutlu perspektif kullanımına bağlı olarak da hacimli figür kullanımı görülmektedir. Bununla beraber masa etrafında toplanan kalabalık ile zemindeki yer karoları perspektif etkisini daha da güçlendirmektedir. Giysi detaylarında ve masa örtüsünde görülen kıvrımlar ise gerçekçi olmakla birlikte hacimlidir. Figürlerdeki vücut hareketlerine ve figürlerin duruşlarına dikkat edildiğinde ise belirgin bir ifade yoğunluğu fark edilmektedir. Yüzler, mimikler, duruşlar, eller ve ellerdeki hareketlilik gerçekçi olmakla beraber figürlerde bir telaş ve heyecan olduğu görülmektedir. Sahnenin renk seçimine bakıldığında, kırmızı, yeşil, turuncu ve sarı gibi canlı renklerin ağırlıklı olduğu görülmektedir.

Ayvalık Taksiyarhis Kilisesi'ndeki Son Akşam Yemeği sahnesi belirli özellikler bakımından Leonardo da Vinci'nin 1494-1499 tarihli Son Akşam Yemeği freskosuyla benzerlikler taşımaktadır. Özellikle merkezde oturan ve kollarını iki yana açmış, İsa figürü ile bunun solundaki Yahya figürü iki tasvirde de aynı duruşa sahiptir. İsa figürünün giysisi dahi aynı renklere sahiptir. Belirgin biçimde benzerlik gösteren bir diğer figür Yahuda İskariot’tur. Her iki tasvirde de Yahuda sağ kolunun dirseğini masaya dayamış ve elinde bir kese tutmaktadır. Başı ise İsa figürüne dönüktür. Her iki tasvirde de yoğun şekilde hissedilen hareketlilik dışında sahnenin arka planında aynı perspektif ve aynı pencere düzeni de izlenmektedir.

Dikkat çekici bir diğer özellik ise tıpkı Michelangelo'nun eserlerinde gördüğümüz kaslı ve kütlesel vücutların Ayvalık Taksiyarhis Kilisesi'ndeki İlk Günah sahnesinde de kullanılmış olmasıdır. Sanatçı ismi ve yapım tarihi belli olmamasına rağmen, tasvirlerde Batılı üslubun etkili olduğu anlaşılmaktadır. 1844 tarihli kilisede yer alan söz konusu resimlerin Michelangelo ve Leonardo da Vinci gibi sanatçıların eserlerinden de izler taşıması, önemli eserlerin Girit Okulu'nun da etkisiyle atölye ve okullarda eğitim amaçlı kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir. 

Resim 8-12 Despot (Dini lider) Koltuğu 

Çınarlı Cami -Agios Georgis (Aziz Yorgos) Kilisesi

Çınarlı Cami, 1881 yılında inşa edildiğinde Agia Iorgi Kilisesiydi. Sütun başlıkları ve süslemeleri, benzersiz Sarımsak taşı işlemeciliğinin birer göstergesi. Adını bahçesindeki çınar ağacından almaktadır. Çınarlı Cami, Ayvalıklı Papaz İkonomos’un 1793’teki ölümünden kısa bir süre sonra tamamlanmış ve Ayvalıklı ustalarca inşa edilmiştir. Restore edilen bu görkemli yapı günümüzde cami olarak işlevini sürdürüyor. Kilise döneminden kalma altın varaklı süslemeler hala görülebilmekte. Uzmanlar, cephe duvarlarının ortasında bulunan merdivenli ön giriş mekânlarının, Antik Dönem mimari izlerini yansıtacak şekilde yapıldığını; iç mimarideki süslemelerin Barok tarzda olduğunu belirtmektedirler.

Plan Özellikleri: Yapı doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen, zemin katı bazilikal, üst örtü bakımından kapalı Yunan haç planlıdır. Doğusunda içten yuvarlak dıştan üç cepheli üç apsisi bulunmaktadır.  İki yanında pastaforyum odaları yer alır. Batısında kuzey ve güneye çıkıntı yapan narteksi vardır. Bu çıkıntılı mekânlar galeri katına çıkışı sağlayan merdivenlerdir ve narteks kuzey-güney yönlü beşik tonozla örtülüdür. Naos ve bema bir ikonastasis ile ayrılmıştır. Diokonikon’a güneyden bir giriş açılmıştır. Doğu-batı, kuzey-güney haç kolları beşik tonozla örtülüdür. Diğer birimler ise çapraz tonozla örtülüdür. Naos’a giriş batıdan üç giriş açıklığı ile kuzey-güneyden birer giriş açıklığı ile sağlanmaktadır.

Batı Cephesi: Üç dikey, iki yatay bölüme ayrılmıştır. Cephenin orta bölümü yüksek ve geniş tutulmuş tepesinde ise üçgen bir alınlık ile son bulmuştur. Bu cephenin üst kesiminde üçüz pencere açıklığı, onun üzerinde yonca şekilli pencere açıklığı yer alır. Pencereler yuvarlak kemerli bir niş içerisinde yer alır. Üçüz pencerelerin iki yanındaki pencereler dikdörtgendir. Bu cephenin alt kısmı dışarıya beş kemer açıklığıyla açılmaktadır. Ortadaki kemerin kilit taşı süslemelidir. Bu kemer yivli iyon başlıklı sütunlara oturmaktadır. Diğer kemerler ise payelere oturmaktadır. Bu payelerin başlıkları da iyon tarzdadır. Cephenin kuzey batısına bir minare eklenmiştir.

Kuzey Cephe: Cephenin orta kısmı diğer cephelerde olduğu gibi dışa taşkındır. Alt kısmında revaklı giriş açıklığı bulunmaktadır. Yapı camiye çevrildikten sonra asıl giriş olarak bu cephe kullanılmaktadır. Üçüz pencereler, yonca şekilli pencereler, dikdörtgen pencereler bu cephede de görülmektedir. Cephe yine üçgen alınlıkla taçlandırılmıştır. Giriş açıklığının kemerlerini taşıyan sütunlar iyon başlıklıdır. Bu giriş açıklığı çapraz tonoz ile örtülüdür. Yapıya giriş dikdörtgen şekilli yuvarlak kemerli giriş açıklığıyla sağlanır. Giriş açıklığının iki yanında dikdörtgen şekilli pencereler yer alır.

Süsleme Özellikleri: Yapıyı ‘U’’ şeklinde dolaşan galeri katını taşıyıcıları korint başlıklıdır. Tonozların içerisinde bitkisel alçı süslemeler yer alır. Bema ve naosu ayıran ikonastasis yapıda süslemenin en yoğun bulunduğu yerdir. İkonastasis’in biri ortada ikisi yanda olmak üzere üç giriş açıklığı vardır. Bu giriş açıklıkları gömme yivli sütunlarla ayrılmıştır. İkonastasis’in üst kesiminde tam ortada dışa yarım yuvarlak şekilde taşan kürsü yer alır. Bunun altında ana girişin kemeri barok etkili bitkisel süslemeler ile bezenmiştir. Yapı camiye çevrildikten sonra madalyonlar içinde yer alan tasvirler sıvanmıştır. Bu madalyonların çevresinde akant(kenger) yaprakları, bitkisel kıvrım dalları ve üzüm salkımı motifi görülmektedir. Ana girişin kemerinin üzerinde iki yanda birer kuğu figürü yer almaktadır.

Resim 8-13 Agios Georgis  Kilisesi Orta Mary mahallesinde Theotokos (Middle Madonna) adanmış bir kiliseydi (1907)

Yapı camiye çevrildikten sonra apsisteki süslemeler sıva ile kapatıldığı için içi sadedir. Ama dış duvarındaki haç sembolü olduğu gibi durmaktadır. Kubbe ve beşik tonozların içinde bitkisel alçı süslemeler görülmektedir. Yapıdaki taşıyıcı payeler korint başlıklıdır ve bu başlıklardaki akant(kenger) yaprakları dışa doğru kıvrılmış şeklindedir. Camiye çevrildikten sonra eklenen mihrap son dönem Osmanlı mimarisi örnek alınarak süslenmiştir. Yuvarlak kemerli bir niş içerisinde yer alan mihrabın iki yanındaki gömme sütunlar korint başlıklıdır. Mihrap nişi üzerinde dikdörtgen pano içerisinde ayet kitabesi yer alır. Mihrap alçıdan bitkisel grift süslemeler ile taçlandırılmıştır. Mihrap nişi içerisine barok dönem resim sanatında da yoğun olarak kullanılan perde motifi yapılmıştır.

Resim 8-14 Batı cephesi

Kiliseye adı verilen Aziz Yorgi kimdir?

Hagios Georgios ya da Agios Georgios, ülkemizde ‘Aya Yorgi’ olarak bilinir. Koruyucu Aziz olarak kabul edilen Aziz Georgios MS 280 yıllarında Filistin’in Lod şehrinde doğdu. Georgios babasının erken ölümü üzerine annesiyle Lidda’ya gitti. Babası gibi askerlik hayatına başladı. Yirmi yaşındayken binbaşı rütbesine yükseldi. İnançlı bir Hıristiyan oldu. Roma İmparatoru Diokletian’un Hıristiyanlara yönelik baskıcı emirlerine karşı geldi ve uygulamadı. Diokletian’un emirlerine karşı geldiği için şiddetli işkencelere maruz kaldı. Hepsinden inancı sayesinde kurtuldu. Çeşitli mucizeler gösterdi. Sonunda 303 yılının 23 Nisan sabahında işkence tezgahında öldü. Aziz Georgios’un naaşı Filistin’in Lidda şehrinde adına yapılmış bir kilisede saklanıyordu ama kilise 1010 yılında yıkıldı.

 İstanbul dahil dünyanın çeşitli yerlerinde adı birçok kutsal mekâna verilmiştir. Aziz Georgios’un bir krallığa zarar veren ejderhayı öldürme efsanesi günümüze kadar ulaşan önemli bir mitik hikâyedir. Bunlardan Pedro Pablo Rubens tarafından yapılmış “St. George ve Ejderha” isimli yağlı boya tablo önemli eserlerden biridir. Resmin en çok dikkat çeken özelliği, Prensesin yanında saflığı temsil eden kuzu figürü, Prensesin ve Aziz Georgios’un aydınlık tarafta, ejderhanın ise karanlık tarafta olması iyi ve kötünün ayrımını karanlık ve ışık ile belirginleştirmiş olduğudur. “Aziz George ve Ejderha” resmi Rubens’in en çarpıcı eserlerinden biridir ve dini bir komplo içermektedir. Rivayete göre bir gölde ortaya çıkan bir ejderha göl kenarında yaşayan halkı rahatsız etmeye başlamıştır. Bu rahatsızlık dolayısı ile halk ejderhayı beslemek zorunda kalmış ona her gün koyunlarından vermeye başlamıştır. Ancak koyunlar bitince köyde yaşayan genç kızlar bu canlıya kurban edilmiştir. Ancak son olarak kralın kızı kurban edilecek iken bir den bire ortaya çıkan Aziz George ejderhayı öldürmüş ve kızı kurtarmıştır. Rubens'in eserinde çirkin ve kötü olan ejderha, iyi ve güzel olan aziz'e yenilmiş, bir nevi iyi ve kötünün savaşı konu alınmıştır. İşlendiği dönem ne olursa olsun kadının yerinin hayvanlardan hemen sonra gelmesi, kral kızının canının tebanın kızlarında daha önemli olması, aziz ya da kahramanın tam olarak erk'in bir üyesinin canına kastdan önce ortaya çıkıp bu hamleyi yapması işlendiği dönemle ilgili sosyal yapıyı göz önüne sermektedir.

Resim 8-15 Çınarlı cami


Resim 8-16 Kuzey cephesi

Resim 8-17 İkonastasis duvarı

Kato Panagia Kilisesi / Hayrettin Paşa Camii

Batı Hıristiyan dünyasında kullanılan ‘St.Mary’ hitabı Doğu Ortodoksluğunda Hz. Meryem(Mary) tüm insanlar arasındaki en kutsal olan kişi ve Azizlerin de üstünde bir kişilik olduğu için kullanılmaz. Panagia Bakire Meryem’in adlarından biridir ve Yunan kültüründe ona adanmış kiliselere de Panagia denir. Hayrettinpaşa Mahallesi’ndeki Kato Panagia Kilisesi, Taksiyarhis Kilisesi ile birlikte iki önemli mahallenin merkezini teşkil eder. Yapının alanı içinde bir papaz evi ve iki okul binası vardı. Yapı pek çok açıdan Taksiyarhis Kilisesi ile benzerlik göstermektedir. Yalnızca Taksiyarhis Kilisesi narteksinin köşesinde görülen pahlandırmaların burada olmaması en önemli fark gibi görünür. 1850’li yıllarda Kato Panaya Kilisesi olarak inşa edilmiş olan Hayrettin Paşa Camii, restore edilerek yeniden ibadete açılmıştır. Kilisenin yanındaki Gazi İlköğretim okulu (Rum dönemi Kız Yetimler Yurdu) ve karşısındaki, ‘Papazın Evi’ olarak bilinen kesme Sarımsak taşından yapı, çevreye ayrı bir güzellik, zarafet katıyor. Bu alana Ayvalık’ın kurucusu olduğu kabul edilen Ayvalık Oikonomu’u Ioannes Demetrakellis’in, 1780’li yıllarda haktan topladığı paralar ile Panagia ton Orfonon (Yetimlerin Aziz Meryem'i) Kilisesi’ni, kimsesiz kız çocukları için Kız Yetiştirme Yurdunu ve hastaneden oluşan yapı topluluğunu inşa ettirmişti. Eski Kilise 1850’li yıllarda büyütülerek Kato Panaya adını aldı.

Ayvalık’ın ilk kiliselerden biridir. Cumhuriyet Döneminde 1924 yılında camiye çevrilerek Hayrettin Paşa Camisi ismini almıştır. Zamanında dini nitelikte eğitim veren okulların kilisesidir. Düz bir zemin üzerine inşa edilmiş olan kilisenin genel toplam alanı 4.000 metrekare, kilise binasının alanı ise 700 metrekaredir. Uzun, dikdörtgen şekilli ve bazilikal planlı bir yapıdır. Orta nef yan neflere göre daha geniş tutulmuş, yan nefler çapraz tonozla örtülüdür, orta nef doğuda ve batıda ikişer birimler halinde çapraz tonozla ortadaki üç birim de basık kemerli çapraz tonozla örtülüdür. İçten ve dıştan yuvarlak üç apsisi vardır. Yapıyı batı tarafta üç taraftan kuşatan narteksi vardır. Yapıya giriş batıda üç giriş açıklığıyla sağlanmaktadır. Yapının güneydoğusuna apsis önüne bir duvar örülerek buraya mihrap ve minber eklenmiştir. Kilisenin yüksekliği 18 metre, minaresinin yüksekliği ise 32 metredir. Kilisenin boyu 25.25 eni ise 15.80 metredir. Günümüzde kilise cami olarak kullanılırken eğitim binaları ise ilköğretim okulu olarak kullanılmaktadır. Sütunların dışında yer alan on iki adet pano üzerinde yer alan dinsel resimler, kilisenin camiye çevrilmesi sonucu kapatılarak boyanmıştır. Kilise camiye çevrildiği için günümüzde ikonostasis duvarı yoktur.

Resim 8-18 Hayrettin Paşa cami dışı


 Resim 8-19 Cami iç mekânı

Kato Panagia’s avlusundaki bina Kydonies Akademisinin ilk binasıydı. Sonradan Akademi kentin kuzeyine taşındı. Dikdörtgen planlı okulun iç avlusuna bakan cephesi sütunlarla tasarlanmıştır. Ayvalık'ın kurucusu olduğu ileri sürülen, Papaz İkonomo'nun, kimsesiz kız çocukları için yaptırdığı kaydedilen ‘Kız Yetiştirme Yurdu’ cumhuriyet döneminde Gazi İlköğrenim Okulu olarak hizmet verdi. Son dönemde öğrencisizlikten kapanma kararı alındı.

Narteksin üst katını batıda sekiz, yan cephelerde ise yedi şer sütun taşır ve alt kat bu sütunların bağlandığı kemerlerle tamamen dışa açıktır. Narteks ön cephesinin pencere düzeni demir şebekeli ve yarım yuvarlak kemerli yedi pencereden oluşur. Narteksin iki yan cephesinde de ikişerli olarak gruplanmış dörder pencere vardır. Yandaki resimde günümüzde olmayan kilisenin çan kulesi gözüküyor.

Resim 8-20 Kilisenin bahçesindeki Rum okulu sonradan Gazi İlköğrenim Okuluna dönüştürüldü (ön cephesi).


Resim 8-21 Üstte Gazi İlköğrenim okulunun avluya bakan arka tarafının eski hali. Altta yeni hali. 


Resim 8-22 Solda Caminin karşısındaki Papaz evi. Sağda Kilise planı ve kesiti

Resim 8-23 Kilise ve çevresindeki binaların planı ve kesiti

Gynekion olarak düzenlenmiş olan narteksin ahşap zeminli ikinci katına diğer örneklerde olduğu gibi narteksin yan kanatlarının apsise bakan yönünden yine ahşap merdivenlerle ulaşılmaktadır. Yapının yan cephelerinde iki katlı bir pencere sistemi vardır. Alt kat pencereleri yuvarlak kemerli söğeleri[225] olan altışar pencere, üst katta ise yuvarlak söğeli dörder pencere bulunmaktadır. Güney cephesinin doğu ucunda apsise doğrudan ulaşımı sağlayan giriş kapısı üzerinde bu pencere düzeninin dışında kalan yuvarlak kemerli söğeleri olan daha küçük bir pencere daha bulunmaktadır. Apsis cephesi, her bir nefin karşılığına gelen, ortadaki daha geniş ve yüksek olan üç apsisle biçimlenmiştir. Üç apsisin üzerinde sade söğeleri olan üç dikdörtgen pencere vardır. Apsislerin yarım kubbeleri saçak hatları üzerine oturan kiremit örtüsü ile koruma altına alınmıştır. Apsislerin üst kısmında narteks cephesinde olduğu gibi çatı kesimine yakın yer alan daha küçük üç pencereden ortadaki oval, iki yanındakiler ise yuvarlak söğelidir. Yapının çift eğimli ve apsis ile narteks önünde pahlandırılmış kırma çatısı, Taksiyarhis Kilisesi’nde olduğu gibi naos orta nefi boyunca yükseltilerek üç bölümlü tonozla (çapraz-beşik-çapraz tonoz) örtülmüş ve kuzey-güney yönlerinde 6’şar yuvarlak pencere içeren birer aydınlık katı oluşturulmuştur. Yan nefler ise sıralı çapraz tonozlarla örtülüdür. Yapı malzemesi yine yöresel sarımsak taşıdır. Bina camiye dönüştürülürken kıymetli ikonları çalınmış, sütun başlıkları üzerindeki havari tasvirleri olan tablalar ile duvar freskoları ise ince sıva ile kapatılırken, yapının beden duvarların büyük bölümü içten ve dıştan sıva badana ile örtülmüştür.

Agios Dimitrios (Saint Demetrius) Kilisesi

Sakarya Mahallesi Cumhuriyet Cad. No. 164’de şimdiki Halk Eğitim Merkezi’nin bulunduğu yerdeydi. Kilise Cumhuriyet ilköğrenim okulu hizasında tepeye doğru yel değirmenlerinin yakınındaydı. 1945 yılına kadar cami sonradan 1965 yılına kadar Erkek Sanat Okulu atölyesi olarak kullanıldı. İleri düzeyde harap olunca yerine günümüzdeki Halk Eğitim Merkezi yapıldı.

Pano Hora (Sakarya) Mahallesi kilisesi diyebiliriz. Zengin denilen kesim daha liberal görüşlü, çocuklarını yabancı ülkede okutan, ticaretle uğraşan, kimi kaçakçılık faaliyetleriyle varsıllaşan, kimi dış ülkelerden gelen tüccarlarla bağları olan, akademiyi kuran, buraya özel öğretmenler getiren grup diyebiliriz. Pano Hora mahallesinin evleri daha büyük ve daha gösterişli zaten.


 

Resim 8-24 Farklı zamanlardan Kilise girişi

Resim 8-25 Kilise girişi

 

Resim 8-26 Saint Demetrius Kilisesinin yerine yapılan Halk Eğitim Merkezi.

Aziz Dimitrios

Kiliseye adı verilen Aziz Dimitrios 260 yılında Selanik’te dünyaya geldi. Askerlik mesleğini seçti ve kısa sürede komutanlık makamına ulaştı. O dönemde Hristiyanların baş düşmanı olan Dioklitianos Roma İmparatoru idi. Anadolu sorumlusu da damadı Maksimianos’tu. Maksimianos, Dimitrios’u Selanik’e Dük olarak atadı. Bir süre sonra Dimitrios’u hıristiyanlık propagandası yaptığı gerekçesiyle sorguladı. Puta tapınmaya zorladı. Yapmayınca tutuklanarak bir sene cezaevinde kaldı. 291 yılında Selanik arenasında gladyatör dövüşleri gerçekleştiriliyordu. Arenada Maksimianos’tan başka İmparator Dioklitianos’ta bulunmaktaydı. Komutanlar ve putperest halk Lieos adındaki gladyatörü destekliyorlardı. Lieos henüz hiç kimse tarafından yenilmemiş çok güçlü ve dev gibi bir insandı. Dimitrios’un öğrencilerinden Nestoras bu gladyatörü öldürmek için izin istedi. Dimitrios ona ‘düşmanını yeneceksin ama Hz. İsa adına da şehit olacaksın’ dedi. Nestoras arenada tek bir vuruşla gladyatörü öldürdü. Nestoras’ın galibiyetini, Hristiyanlığın putlara karşı bir galibiyeti gibi algılayan Masimianos çok sinirlendi ve Nestoras ile Dimitrios’u öldürttü. Aziz Dimitrios Selanik şehrinin koruyucusudur.

Agios Nikolaos / Abdülvahit Sağlam İlköğretim Okulu

Agios Nikolaos Kilisesi Ayvalık’ın güney bölgesinde denize paralel bugünkü 13 Nisan Caddesi üzerindeydi. Aynı cadde üzerindeki Agios Nikolaos ile Holy Trinity kiliseleri arasında 500 metre mesafe vardı. Aynı bölgede iki önemli dini yapının bulunması yöreyi Güney Ayvalık bölgesinin dini merkezi haline getirmişti. 1923’de Mübadeleden sonra kilise, 1940’a kadar cami olarak kullanılmış. 1940 depreminde çok ciddi hasar gördü ve çöktü. Yapı 1956 yılında yıkıldı. 1960’larda yerine ilkokul (Abdülvahit Sağlam İlköğretim Okulu) yapıldı.

Resim 8-27 St. Nikolaou's Kilisesi 1929

 


Resim 8-28 Solda 1952 yılındaki Saint Nicholas Kilisesi. Sağda Ayazmend (13 Nisan) caddesi üzerindeki kilise yerine yapılan Abdülvahit Sağlam İlköğretim Okulu

Bu kilisenin 19. yüzyılın ikinci yarısında denizciler anısına yapıldığı sanılmaktadır. Mimari yönden Kato Panoya Kilisesi’ne benzeyen kilise doğu-batı doğrultusunda bazilika plan düzenindedir. Kuzey-güney doğrultusunda naosu kesen narteks bulunmaktadır. Sarımsak taşının büyük ölçüde kullanıldığı yapının içerisinde silindirik, nefleri birbirlerinden ayıran sütunlara yer verilmiştir. Yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanan bu sütunlar üzerinde panolar silmelerle hareketlendirilmiştir. Kaynaklardan iç mekânın İncil’den alınma sahnelerle bezendiği sanılmaktadır. 

Agia Triada Kilisesi / Biberli Camii

Agia Triada Kilisesi Ayvalık’ın üçüncü bir mahallesi olan Kazımpaşa (Kazım Karabekir) mahallesinin merkezini teşkil eder. Agios Nikolaos Kilisesi ile aynı sokakta 300-400 metre ileride solda bulunuyordu. 28 Pafta, 294 Ada, 9 Parselde yer alır. Kıyıya uzaklığı 346 metredir. Biberli Cami adıyla ayakta fakat kullanılmamaktadır. Kilisenin bulunduğu sokağın bugünkü adı 13 Nisan. Bu adı Atatürk'ün kente bu sokaktan girmesi nedeniyle almıştır. Sahil yolu yapılmadan önce 13 Nisan caddesi Ayvalık’ın en önemli sokağıymış. Eskiden kentin ana aksı olan bu sokak, sahil yolunun açılmasıyla önemini yitirmiş. Ünlü yazar Venezis'in doğduğu ve yaşadığı ev, kilisenin hemen karşısında korunmuş bir durumda. 1846 yılı yapımı olan kilise uzun yıllar Tekel tarafından depo olarak kullanılmış. 1846 yılında inşa edilmiş 19. yüzyıl ahşap konstrüksiyonlu Rum Ortodoks Kilisesi’dir. Tek apsisli, bazilikal plan şemalı ve L formlu nartekse sahip iki katlı bir kilisedir. Alt katı sarımsak taşıyla, diğer dini yapılarda pek rastlanmayan bir biçimde üst katı bağdadi teknikle inşa edilmiş. Tavan süslemelerinde de ahşap malzeme kullanılmış. Kilise çok kötü bir durumda yakında restorasyon çalışması başlayacak. Çevresi taş duvarlarla sınırlandırılmış az eğimli bir avlunun ortasında yer alır. Arsa alanı 2000 m², yapının zemin oturum alanı 400 m² dir. Kentteki kiliseler içerisinde en yüksek dördüncü yapıdır. Aya Triada Kilises’nin dıştan boyu 23 metre eni ise 18,20 metredir. İbadet mekânı içten 19,40 metre eni ise 12,75 metredir. Kilisenin yüksekliği ise 17 metredir.


Resim 8-29 Kilisenin depo olarak kullanıldığı dönemdeki durumu.

Yapı tütün deposu olarak kullanıldığı için, Gynekion katı dışında ahşap bir asma kat yapılarak iç mekân bütünlüğü bozulmuştur. Depo olarak kullanımı sona erdikten sonra ise bakımı yapılmaksızın kendi haline bırakılan ve gün geçtikçe yıpranan yapının önce çatısı ve daha sonrada diğer ahşap kısımları çökmüştür. Ön cephesine baktığımızda yapının “U” narteksli bir kilise olduğundan kuşku duymayız. Ancak yakından incelendiği zaman narteksin normal olarak, ön cepheyi kuşatırken iki yandan, yapı kitlesinden birer kemer açıklığında dışa taşsa ve sağ taraftaki kemer açıklığı yine normal olarak yapıyı çevreleyecek şekilde dönse de aynı olguyu, sol taraftaki kemer açıklığı için söyleyemeyiz. Dahası burada bir dönüş yoktur ve kilisenin narteks cephesi burada kesintiye uğramaksızın devam eder. Bu bölümde açılan alçak kottaki bir kapı burada yer alan bir mahzenin girişini oluşturur. Bu durumda yapı genel karakter olarak “U” formlu bir nartekse sahip görünse de esasında bu narteksin formunu “L” şeklinde kabul etmek ve yapıyı tipin bir çeşitlemesi olarak kabul etmek gerekir. Yedi kemer açıklığına sahip narteks cephesinin yüksek platformuna cephe ortasındaki barok karakterli yarım yuvarlak altı basamakla ulaşılır. Narteksin sol tarafında, diğer kemer açıklıklarına göre daha dar olan iki kemer açıklığı bulunur ve bunlardan içte kalanın altında nartekse ve mahzen girişine yönelten dört basamaklı bir yan giriş görülür. Narteks platformuna sağ taraftan ulaşım, apsis yönünde 4 kemer açıklığı boyunca uzanan platformun sonunda yer alan yedi basamaklı bir merdivenle sağlanır. Yedi basamaklı merdiven konumundan anlaşılacağı üzere Gynekiona ulaşmak isteyen kadınlar içindir.

Narteksten naosa geçiş yuvarlak kemerli üç kapıyla sağlanmaktaymış ancak bu kapıların yanlarda olanları örülerek kapatılmış olup bugün sadece orta kapı açıktır. Bu orta kapı iç tarafta ise üçgen alınlıklı bir yapıya sahip imiş. Ancak kapı alınlığı gibi benzeri özellikler zaman içinde yok olmuştur. Narteksin, gynekion olarak kullanılan ahşap dokulu ikinci katının kırık üçgen alınlıklı cephesi oldukça sade dikdörtgen formlu beş pencere ile hareketlendirilmiştir. Bugün bu beş pencereden ancak biri görülebilmektedir. Önceki iki örnekte cephe alınlığında görülen küçük yuvarlak pencereler, burada ortadaki pencerenin üstünde yan yana üç eliptik pencere kalıntısı olarak görülebilmektedir. Yapının yan cephelerinde birbirini tekrarlayan pencere düzenleri, duvar kalınlıkları 1 metreyi bulan yuvarlak kemerli pencerelerden oluşmaktadır. Sütun dizilerinin arasına denk gelen bu beşer pencere dışında apsis önünde daha yüksekte yer alan ve apsis bölgesini aydınlatmak için daha kısa ama yine yuvarlak birer pencere daha vardır. Sağdaki yüksek pencerenin hemen altında ise, İkonastasis bölgesine direk geçişi sağlayan bir kapı vardır. Yapıda bugün için İkonastasis’ten kalan bir parça yoktur. Apsis cephesini, apsisin yarım yuvarlak çıkıntısı ve bunun iki tarafında yer alan küçük yuvarlak pencereler hareketlendirir. Ancak bugünkü durumda apsis çıkıntısı yıkılarak yok olmuştur. Yapının alt kat duvarları tamamen kesmetaş görünümündeyken, bu duvarların içte kalan yüzlerine baktığımızda, sıvaların döküldüğü yerde moloz taş örgüsü kullanıldığını görürüz. Esas olarak bazilikal esaslı olan yapıda nefleri ayıran iki dizide de beşer sütun bulunmaktadır. Dökülen kaplamalarından bu sütunların da özünde ağaç direklerden oluştuğu izlenebilmektedir. Yapının üst örtüsünde önceki iki örnekten farklı olarak tonoz örtüler değil, güzel işçiliği olduğu anlaşılan ahşap tavan uygulamaları olduğu görülür. Naosun üst kısmı ise yine yükseltilerek, yapıya bol ışık sağlayan aydınlık katı oluşturulmuştur.

Resim 8-30 Yakında restorasyonu başlayacak kilisenin son durumu (Temmuz 2019).

 Naos dikdörtgen planlı olup iki yan iki de orta nef bulunmaktadır. Nefler doğu batı yönünde aynı hizada yer almaktadır. Taşıyıcı sütunlar ahşap üzerine alçı kaplama tekniği ile sütun başlıkları ise kartonpiyer tekniği ile yapılmıştır. Sütunların başlıkları korint tipindedir. Sütunların üst kısmında alçı panolar yer almaktadır. Bu panolarda tıpkı Taksiyarhis kilisesinde olduğu gibi aziz ikonalarının yer aldığı düşünülmektedir. Panolar günümüzde alçı ile kaplanmıştır. Ana giriş Naosun batısında çift kapıdan sağlanmaktadır. Naosun doğusunda ise üç basamakla çıkılan bema bölümü yer almaktadır. Kilisenin tek apsisi doğu kısımdadır, batıda ise narteks yer almaktadır. Kilisenin duvarlarında sarımsak taşı kullanılmıştır. Kuzey ve güney bölümünde beşer pencere yer almaktadır. Pencere sövelerinde sarımsak taşı kullanılmış olup, pencereler ahşap ve dışarıdan demir parmaklıklarla kapatılmıştır. Kilisenin dışında sol tarafta kilise çeşmesi bulunmaktadır. 7 kemer açıklığına sahip narteks cephesinin yüksek platformuna cephe ortasındaki barok karakterli yarım yuvarlak 6 basamakla ulaşılır. Narteksin sol tarafında, diğer kemer açıklıklarına göre daha dar olan iki kemer açıklığı bulunur ve bunlardan içte kalanın altında nartekse ve mahzen girişine yönelten 4 basamaklı bir yan giriş görülür. Narteks platformuna sağ taraftan ulaşım, apsis yönünde 4 kemer açıklığı boyunca uzanan platformun sonunda yer alan 7 basamaklı bir merdivenle sağlanır. 7 basamaklı merdiven konumundan anlaşılacağı üzere Gynekiona ulaşmak isteyen kadınlar içindir. Narteksten naosa geçiş yuvarlak kemerli 3 kapıyla sağlanmaktaymış ancak bugün sadece orta kapı açıktır. Narteksin, gynekion olarak kullanılan ahşap dokulu ikinci katının kırık üçgen alınlıklı cephesi oldukça sade dikdörtgen formlu 5 pencere ile hareketlendirilmiştir.

Profit İliou / İlyas Peygamber Kilisesi

İlk Kurşun tepesine (Sakarya tepesi/Kurufutilya) inşa edilen İlyas Peygamber Kilisesi en önemli kiliselerdendi. Mübadeleden sonra bakımsızlıktan ve ardından gelen 1944 depreminden sonra yıkıldı. 1990’larda bu tepeye yaşlılar rehabilitasyon tesisi yapıldı.

Resim 8-31 Şimdi yerinde olmayan İlk kurşun tepesindeki İlyas (Elias) Peygamber Kilisesi. 

İlyas peygamber, mucizeler göstermiş ve üç semavi din tarafından da kabul edilmiş peygamberdir. Eski Ahit’in en erdemli kişilerindendir. MÖ 9. yüzyılda İsrail Krallığının kuzey bölgesinde yaşamıştır. Adı İbranice ‘Benim tanrım Yahu/Jah’tır anlamına gelen Elijah'tan Arapçaya İlyas olarak geçmiştir.

Resim 8-32 Solda İlyas Peygamber Kilisesi ve etrafında Yel Değirmenleri. Sağda İlyas Peygamber Kilisesinin yerine inşa edilen Rehabilitasyon merkezi (Tepede gözüken).

Meryemana Kilisesi / Tis Koimiseos tis Theotokou(Meryem'in Göğe Kabulü Hakkında)

Kilise yakınındaki marangozda çıkan yangın nedeniyle yok oldu. İkinci Pazar (Küçük Pazar) ve 13 Nisan caddesi yakınındaydı. Ayvalık Despotunun ikametgahı da oradaydı.

Agios Vassilis Kilisesi

Yunan geleneğinde Noel Baba olarak kabul edilen Aziz Vassilis adına yapılmış kilise Ayvalık İlk Kurşun tepesinin arkasındaydı, günümüze gelemedi. Artık yok. Yunan geleneğine göre Batının Noel Babasının (Santa Claus) Yunan kültüründe ve inancındaki karşılığı Agios Vassilis’dir. Azizin ismi aynı zamanda Agios Basilis ya da Basileios, Agios Vasilis, Agios Vassilios ya da Agios Vasileios olarak da kullanılır. Agios Vasilis, İngilizce’de Saint Basil’dir. Aziz Vassilis Kayseri’de 329-379 yılları arasında yaşamış fakirlere, yardıma muhtaçlara yardım eden, iyi kalpli, yardımsever bir din adamıydı. Günümüz Noel Baba’nın tipinin aksine Agios Vassilios şişmanlıktan uzak hatta zayıf, uzun boylu siyah sakallı ve kara gözlüydü.

Aziz Vassilis efsanesi Aziz Nicholas’ın efsanesine (Batının Santa Claus’u) çok benzer. Vassilis, fakir ve yoksul kişilere yardımseverliği ile biliniyordu. Batı dünyasının Aziz Benedict’i gibi Aziz Vassilis’de manastır hayatına ilişkin yol göstericilik yapmıştır. Aziz Vassilis 1 Ocak 379 tarihinde öldü. Tüm Yunanlılar ve Yunan Ortodoks kilisesi Aziz Vassilis’i ölüm gününde anarlar. Bu nedenle Yunan dünyasında Agios Vasilis hediyelerini tüm dünyada olduğu gibi Noel gecesi değil yılın ilk gününde getirir. Yunan geleneğinde Yunanlıların Santa Claus’u olan Aziz Vassilis, yoksullara yardım eden hediyeler veren bir kişilikle özdeşleştirilmiştir.  Yunanistan’daki ve Anadolu’daki Yunanlılar için Agios Vassilis Avrupa’nın Noel babasıydı. (Santa Claus). Aziz Vassilis’in Yunanistan’da nasıl Noel Baba’ya dönüştüğü bilinmiyor. En yaygın kanı Anadolu’da yaşayan Rumların 1922’de Anadolu’yu terk edip Yunanistan’a yerleşme zorunda kaldıkları dönemde efsaneyi de beraberlerinde getirmiş olmalarıdır.

Efsaneye göre Romalı vergi tahsildarları Kayseri’de aşırı vergileri ödeyemeyen halkın kıymetli takılarını almışlardı.  Bu duruma adil olmadığı için itiraz eden din adamı Vassilis, vergi memurlarından takıları geri vermelerini, onları halka geri dağıtacağını söylemişti. Uzun uğraşlardan sonra geri alınan takıların kimden ne alındığının kaydı tutulmadığı için halka nasıl dağıtılacağı da bir muamma olmuştu. Vassilis’in bu konuya akıllıca çözümü enteresan olmuştu. Topladığı tüm takıları pişirdiği kekin hamuruna karıştırmış ve pişmiş kekten herkese bir parça vermişti. Böylece herkes şansına düşen payını kekin içinde geri almıştı.

 

Batının Noel Babasının öykündüğü kişi Aziz Nikolaos

Aziz Nikolaos, Piskopos Nikolas, Santa Klaus, Papa Noel ya da Noel Baba aslında MS III. yüzyılda günümüzün antik kentlerinden Patara’da 24 Ağustos’ta doğmuş bir din adamıdır. Genç yaşta ailesini kaybeder, Mısır ve Filistin’e gider. Hacı olmak için gittiği Kudüs’ten dönüşte Myra’ya[226] yerleşir. Niolaos bu kentte öğretisini geliştirmiş ve yaşamını tamamlamıştır. Yaşadığı dönemde Myra kentinin de bağlı bulunduğu Roma İmparatorluğu’nda çok tanrılı din hakimdi ve Hıristiyanlık yasaktı. Özellikle İmparator Diocletianus yayınladığı bildiriyle Hıristiyan inacına sahip olanların öldürüleceğini, kiliselerinin yakılacağını ilan etmişti.

Resim 8-33 Aziz Nikolaos

Bu baskıdan Myra başpiskoposu olan Nikolaos’da nasibini almış, hapse atılmış ve işkence görmüştür. MS 305 yılında tahttan çekilen Diocletianus yerine I. Konstantin geçmiş ve diğer Hıristiyanlarla birlite Nikolaos’un mahkumiyeti sona ermişti. Roma İmparatorluğu’da, eş imparatorlar I. Konstantin ve Licinius ortak bir kararla 313 yılında Milano Fermanı’nı ilan ettiler. Bu ferman ile Hristiyanlığa[227] karşı hoşgörüyle bakılmış ve hoşgörü kurumsallaştırılmıştır. 325 yılında tek tanrı yaygınlaşmaktadır ama Hıristiyan dünyasında farklı görüşler vardır. Bu çelişkilere son vermek amacıyla Nikea (İznik) Konsülü toplanır. 318 din adamının katıldığı bu konsüle Myra başpiskoposu olarak Nikolaos’ta katılır. Tartışılacak konuların başında İsa hakkındaki ‘Tanrının oğlu mu yoksa sadece onun bir peygamberi olarak tanrı değil, bir insan mıdır?’ konusu gelmektedir. Bir tarafta Patrik Alexander diğer tarafta ‘Baba-Oğul-Kutsal Ruh’ üçlemesine karşı çıkan Antakya dini lideri Arius vardır. Nikolaos, Patrik Alexander taraftarıdır. Tartışmalar sonucunda Antakya dini lideri Arius aforoz edilmiş ve Patrik Alexander’in öğretisi kabul görmüştür.

Nikolaos piskoposluk görevine devam ederken ailesinden kalan büyük serveti yoksullar ve ihtiyacı olanlar için harcamaya başlar. Bu davranışı onun günümüzde bile hatırlanan çok sevilen biri olmasına neden olmuştur.

Nikolas’ın en bilinen hikayesi üç yoksul bekar kız kardeşinkidir. Bu hikâyeye göre o dönemde çeyizsiz kızlar evlenemezdi. Fakir babaları üç kızını nasıl çeyizsiz evleneceğini düşünürken en büyük kızı diğer kardeşlerinin evlenebilmesi için kendisini esir pazarında satmayı teklif eder. Noel arifesinde evlerinin önünden geçerken konuşmaları duyan Nikolas bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir. 25 Aralık sabahı, aile henüz uykuda iken açık pencereden içeriye, çeyize yetecek kadar bir kese altın atar. Uyandıklarında bir mucizenin gerçekleştiğine inanan aile, evlilik hazırlıklarına başlar ve böylece büyük kız evlenir. Aynı mucize bir sonraki Noel’de de ortanca kız için gerçekleşmiş fakat bir sonraki yıl en küçük kız kardeşe sıra geldiğinde Nikolas pencerelerin kapalı olduğunu görüp son altın kesesini de çatıya tırmanarak bacadan aşağıya atmış ve ocak üstünde kurumakta olan çorabın içine düşmüş.

Nikolas bu yardımseverliği bir gelenek haline getirmiş ve her yıl gizlice 25 Aralık sabahı Myra’nın fakir aileleri kapılarının önünde altın veya hediye bulur olmuşlar. Böylece 25 Aralık sabahı Hıristiyan aleminde insanların birbirine hediye verdiği bir Noel geleneğini başlatmıştır. Yaşamı boyunca birçok mucize gerçekleştiren Nikolaos, Myra halkını kıtlıktan kurtarmış, gemicileri fırtınalardan korumuştur. İmparator Konstantin’e karşı komplo kurmakla iftiraya uğrayan üç generali, imparatorun rüyasına girerek idamdan kurtarması da onun en yaygın bilinen mucizelerinden biridir. Bu mucizelerinden dolayı çocukların ve denizcilerin koruyucu azizi olarak kabul görmüştür. Yunanistan ve Rusya’da en yüksek azizlik mertebesine ulaşmıştır. Mezarının bulunduğu Myra kenti ise bir Ortodoks hac merkezi haline gelmiştir. Tahmini olarak 6 Aralık 343’te vefat ettiğinde naaşı piskoposluk yaptığı Myra’da bugün Noel Baba Kilisesi olarak bilinen yerde mermer bir lahdin içine konmuştur. 529 yılında İmparator I. Iustinianus döneminde meydana gelen bir depremde yıkılan kilisenin yerine yenisi inşa edilmiştir. Altıncı yüzyılda Rosallia gününde din adamlarını bir araya getiren Synod’un, Myra’da toplanması Aziz Nikolaos Kilisesinin popülerliğini artırmış ve hac merkezi olarak önemi artmıştır. 1042 yılında IX. Konstantinos Monomakhos ve eşi Zoe tarafından kiliseye yüklü bir bağış yapılmıştır. Geçen zaman içerisinde kilisenin ünü Avrupa ülkelerine, Rusya’ya hatta İskandinav ülkelerine kadar uzanmıştır. Bu ünün bir de olumsuz yanı olacak ve 1087 yılında Barili korsanlar Aziz’in kemiklerini lahdinden çalarak memleketlerinde adına yapılan Basilica Di San Nicola’a kaçıracaklardır.

Yunanistan’da Aziz Nicholas’ın anma günü azizin öldüğüne inanılan gün olan 6 Aralık’tır. Yunan folklarına göre Aziz Nicholas hayatını denizcilikten kazanıyordu. Korsanlardan ve terörden o kadar bıkmıştı ki deniz kıyısında yaşamamaya karar verdi. Yanına bir kayığın küreğini alarak, küreği tanımayan bir yer bulduğunda yerleşmek amacıyla iç kesimlere doğru yürüdü. Sonunda küreğin ne işe yaradığını bilmeyen bir yere ulaştı (Kayseri olabilir). Nicholas buraya yerleşmeye ve münzevi bir hayat sürmeye karar verdi.

Modern zamanın Noel Babası

Günümüzde her yıl 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın doğumunun Hıristiyanlar tarafından kutlandığı Noel zamanlarında ortaya çıkan Noel Baba imajının öyküsü ise oldukça ilginçtir. Her şey 1929 yılında tüm ekonomiyi alt üst eden ekonomik krizle başladı. Krizden etkilenen şirketler arasında Coca-Cola’da vardı. Kurtuluş için tek çareyi etkili bir pazarlama yapmakta buldular. Aradıkları reklam unsurunu 1931 yılında İsveçli çizer Haddon Sundblom’dan geldi. İskandinav çizer, Amerikalı karikatürist Thomas Nast’ın Noel Baba çizimini kendi toprakları olan İskandinavya mitolojisindeki Tanrı Odin’in mitosuyla birleştirir. Mitolojiye göre Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlar. Odin’in bu iyiliği karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Sundblom buradaki atı İskandinavya’da bulunan Ren geyikleriyle değiştirmiş ve Coca-Cola’nın renkleri olan kırmızı-beyaz renkli kıyafetler giydirmiştir. Şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, kırmızı şapkalı bu yeni Noel Baba’nın insanlara neşe ve umut veren gülümsemesiyle imaj tamamlanmıştı. Böylece şirket içeceğini çocuklara satmanın en etkili yolunu bulmuştu.    

Noel Baba efsanesi coğrafik bölgelere ve geleneklere göre değişiklik gösterir. Aziz Nicholas çoğu batı Avrupa ülkeleri için Noel’den önceki gece (christmas eve) ailelere hediye veren bir azizdir.  Efsaneye göre Avrupalı Noel baba Finlandiya’nın Lapland bölgesinden Korvatunturi adlı bir köyden gelir. Noel Baba (Santa Claus) 16. yüzyıldan beri birçok yerde birçok tarihi kişilik ile ilişkilendirilerek efsanelere girmiştir. Bu efsanelerin çoğunun başlangıç noktasında karakter ise Aziz Saint Nicholas’tur. O Aziz Nicholas, Sinterklaas, Father Christmas, Kris Kringle, St Basil ya da Agios Vassilis (Yunanlıların Santa Claus’u), ya da sevilen Santa’dır.

Modern Noel Baba hikayesinin, Flemenk Sinterklaas (Saint Nicholas) gibi birçok versiyonu olmasına karşın gerçek Saint Nicholas’ın hikayesi 4. yüzyıla Likya kenti Myra’ya kadar uzanır. Hediye vermesiyle tanınan ardından azizilik mertebesine yükseltilen Myra’lı Hıristiyan din adamı Aziz Nicholas’ın hayatı tarihsel olarak tam kanıtlanmamıştır. Yaşantısına ilişkin ilk satırlar yaşamından 500 yıl sonra 13. yüzyılda yazılmıştır. Kemikleri İtalya Bari’de saklanan Aziz Nicholas’ın efsanesi batı dünyasında hızla yayılmıştır. Hollanda, Belçika, Avusturya ve Almanya’da aziz kırmızı giysiler içerisinde sakallı din görevlisi olarak tasvir edilmiştir. Aziz Nicholas Anglikan, Katolik, Luther’ci, ve Ortodoks Hıristiyanları tarafından hatırlanmakta ve kutsanmaktadır.

Sinterklaas Günü (6 Aralık)

Kökü Aziz Nicolas’a dayanan, çocukların koruyucusu Sinterklass (Sint Nikolaas’ın kısaltılmış hali) Hollanda’da kutsanan efsanevi bir Hıristiyan kişiliktir. Noel Baba’ya benzer şekilde beyaz uzun sakallı kırmızı giysiler içinde yaşlı bir kişiliktir.  Yalnız Sinterklass kafasındaki piskopos başlığı ve elinde tuttuğu ucu kıvrımlı değneğiyle daha ciddi bir figürdür. Flemenkler Sinterklaas gününü Aziz Nicholas’ın anısına kutlarlar. Aziz Nicholas her zaman dini tören kıyafetleriyle tasvir edilmesine karşın Flemenkler Sinterklaas’ı bir Katolik azizi yerine iyiliksever yaşlı bir adam olarak görmeye eğilimlilerdir. Sinterklaas her yaşta ve her inanışta tüm Flemenkler tarafından kutlanır. 3. yüzyılda Anadolu’da Patara’da yaşamış olan Aziz Nicholas, ailesinden kalan zenginliği fakir ve yardıma muhtaçlara dağıtmış ve bu davranışı onun yüzyıllardır saygı duyulan bir kişilik haline gelmesine neden olmuştur. Aziz Nicholas 6 Aralık’ta öldüğü için Sinterklass günü 6 Aralık’ta kutlanır. Hollanda’da aileler ve dostlar birbirlerine hediyelerini Noel günü yerine Sinterklaas gününde vermeyi tercih ederler. Sinterklaas, modern Santa Claus’un (Noel Baba) öncülüydü. Bu geleneği Flemenk ve Alman göçmenlerin Amerika’ya götürdüğüne inanılıyor.

Agios Haralambos / Saint Charalambous Kilisesi

Kilise, Hastahanenin bahçesindeki alandaydı. Hemen yakınındaki Panagia Phaneromeni Ayazması’da Panagia Haralambos Kilisesi’ne bağlıydı. Fotoğrafta Hastane Kilisesinin Çan kulesi ve çok geride tepede İlyas Peygamber Kilisesi gözüküyor. 1919 tarihli fotoğrafta 1917 tehcirinin ardından 1919’da Ayvalık’a dönen 500 yetim çocuk görülüyor.


Aziz Haralambos

Ayvalık’ta kiliseye adı verilen Aziz Haralambos Hıristiyan dünyasının önemli azizlerindendir. Aziz Haralambos MS 89 yılında Manisa’da doğmuştur. Adı Yunanca'da neşeyle parlayan anlamına gelir. Hıristiyanlığın yasak olduğu bir dönemde inançlı bir yaşam sürmüş, 113 yaşında vefat etmiştir. Haralambos daha genç yaşlarda Hıristiyan din adamlığını seçmiş ve bölgesindeki çok tanrıya inananlara Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. Roma yönetiminin insanlık dışı uygulamalarına itiraz etti. Putları kınadı. İsa ve Mesih konusunda Vali Lucianos’u bilgilendirmeye kalktı. Manisa ve Asya'nın diğer bölgelerinden birçok insan, Charalambos’a geldi, günahlarını itiraf etti ve vaftiz edildi. Birçok hastalığın tedavisinde mucizeler gösterdi. 198 yılında rahip oldu. İleriki yaşında Hıristiyanlık propogandası yaptığı öğrenildiğinde karşısına çıkarıldığı Roma Anadolu Eyalet Valisi Lucianos ile yaptığı konuşmalar ve gösterdiği mucizeler enteresandır ve dini metinlerde yer bulur. Vali ondan dininden dönmesini istedi. Putlara ibadeti ret ettiğinde, sonu hazırlanmıştı. İşkenceye başladılar. Bir insanın dayanabileceği tüm acılara dayandı. İşkenceler ve tehditler, onu inancından Tanrı yolundan döndüremedi. Tek başına hiçbir insan, onun kadar acıya dayanamamıştı. Ona, Tanrı ışığını getiren insan diyorlardı. Vücudu planlı bir şekilde saldırıya uğradı. Tekrar Tanrıyı kınaması istendi. Reddedince 202 yılında işkenceyle derisi soyularak öldürüldü. Bedeninden parçalar çeşitli manastırlarda saklanmaktadır. Azizin yortusu her sene 10 Şubat’ta anılmaktadır. Şehitlik mertebesine yükseldiğinde 103 yaşındaydı.

Resim 8-34 Günümüze gelemeyen Agios Haralambos Kilisesi’nin 1972 yılındaki bahçe kapısı.

Agios Konstantin (Sarısu) Kilisesi

Resim 8-35 Telekom’un üzerinde idi. Duvarın olduğu yerden şimdi yol geçiyor. Fotoğraf stadın orada yoldan çekilmiş.

Resim 8-36 Bu da kilisenin önünden çekilen Contaxis kartpostalı. Her ikisi için tarih 1903-1910 yılları arası...

Agios Athanasios Kilisesi / Küçükköy Camisi

1840 yılında inşa edilen kilise Küçükköy’dedir. Agios Athanasios Kilisesi olarak inşa edilen yapı, günümüzde köyün camisi. Caminin bahçesindeki manastır binası ise Göç Müzesi olarak değerlendirilmiş. Ayvalık’taki diğer 3 kiliseye benzemekle beraber boyutlarıyla Hagios Triada Kilisesi’ne daha çok benzer. Yapının ‘U’ narteksinin alt katı, yöreye özgü olarak kemerlerle dışarı açılmaktadır. Ön cephedeki 7 kemer açıklığı yan cephelerde dörder kemerle devam eder. Narteksin sol köşe bölümünde diğer 3 örnekten farklı olarak, Gynekaion katına çıkaran kapalı ahşap merdivenler bulunur. Merdivenler gibi, yöresel kesme taşlarla yapılan narteks katının ikinci katı (Gynekaion) Ahşaptır. Alt katı taşıyan payelerin uzantısı durumundaki pilasterlerin ayırdığı her bölmede dikdörtgen söğeli pencereler vardır. Narteksin yan kolları üzerinde pencere düzeni ‘pencere-kapalı-pencere-kapalı’ olarak düzenlenmiştir. Narteks kollarının apsise bakan yüzlerinde aynı üslupta birer pencere görebiliriz. Narteksin sağdan 2. ve 3. kemer açıkları camlı bir bölme ile kapatılarak burada bir abdest alma yeri oluşturulmuştur.

Narteksten Naosa (cami iç mekânına), birbirinin aynı şekilde dizayn edilmiş ama ortadaki diğerlerinden biraz daha geniş ve yüksek olan yuvarlak kemerli 3 kapı ile geçilir. Yapının apsisi iptal edilerek burada bir yan giriş açılmıştır. Yan cephelerde yine yuvarlak kemerli beşer pencere bulunur. Giriş yönünde birer pencere yeri daha olsa da bunlar yerleri aydınlatmaya uygun olmadığından yüzeysel nişler olarak belirtilmiştir. Apsis yönünde ise, diğer örneklerde de gördüğümüz, ikonastasis arkasını aydınlatan aynı dizaynda ama daha ufak birer pencere vardır. Apsis cephesinde üst bölümün iki tarafında birer yuvarlak pencere bulunur. Apsis iptal olduğu için, yan apsislerin var olup-olmadığı konusunda bir şey söylemek güçtür. Apsis cephesine açılan yeni kapının içten görünümü Yıkık Kilisenin ana kapısına benzer şekilde, üçgen alınlıklı bir kapıdır olasılıkla narteksten girişteki ana girişin iç yüzünü bezeyen bu kapı cephesi, sonradan açılan kapının basit görünümünü dengelemek için burada kullanılmış olmalıdır.

Resim 8-37 Küçükköy camisi 

Yan cephe pencerelerinden sağ dizideki 4. pencere kapatılarak buraya bir mihrap nişi yerleştirilmiştir. Sol dizide ise 2. pencere açılarak buraya bir yan giriş kapısı daha doğrusu son cemaat yeri kapısı açılmıştır. Mihrap ve açılan yeni 2 kapı ile yapının yönü ve planı değişmiş ve yapı enine gelişmiş bir cami plan şeması görünümü kazanmıştır. Yapının bazilikal yapısını, her iki tarafta bulunan altışar sütunlu diziler birbirinden ayırmaktadır. Bazilikaların kompozit başlıkları üzerindeki eliptik levhaların yüzeyleri boştur ama biz diğer örneklerden bu levhaların 12 havarinin tasvirlerine özgü olduğunu anlayabiliyoruz. Yapının çatısı diğer örneklerdeki gibi kırma çatıdır. Naos çatısının orta bölümü yine mekânın aydınlatılması için yükseltilmiştir. Yükseltilen bu tonoz örtülü bölümün yan cephelerinde bugün üçer dikdörtgen formlu pencere vardır. Yükseltilmiş bu bölümün apsis ve narteks yönlerinde daha küçük, aynı formda üçer pencere daha vardır ancak bunların içten görünümü daha farklıdır. Orta pencereler eliptik bir formdayken iki yandaki pencereler su damlası formundadır. 19. yüzyıl kiliselerinde sıkça karşılaşılan bu pencere tipleriyle cennetin dört ırmağının sembolize edilmek istendiği açıktır. Yükseltilmiş bölümün çatı örtüsü, karşılıklı pencerelerle belirlenmiş üç parçalı yuvarlak tonozlarla örtülüdür. Bölümün apsis ve nartekse bakan uçları ise yarım kubbe veya yarım tonoz uygulaması gibi görünür. Yan nefler ve Gynekaion[228] bölümünün üst örtüsü sıralı çapraz tonozlardan oluşur. Apsis önünde yükseltilmiş bölümü taşıyan iki sütun birbirine basık bir kemerle bağlanmış ise de sütun başlangıçlarından karşılıklı başlayan uzun kollu birer volüt[229] sarmalı ortada birleşerek bu kemere dekoratif bir görünüm kazandırmıştır.

Küçükköy kilisesinin sol yan cephesine bakan, iki katlı ve uzunlamasına gelişen okul yapısı bugün ‘Göç Müzesi’ olarak ziyarete açıktır. Bu müzenin varlığı Küçükköy’ün günümüz nüfusunun kökeninin, mübadele ve diğer nedenlerle göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızdan oluştuğunu da göstermektedir.

Resim 8-38 Küçükköy Müzesi

Aziz Athanasios

Kiliseye adı verilen Aziz Athanasios MS 297 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrinde dünyaya geldi. Felsefe ve dinbilim öğrenimi görüp, İskenderiye’de yardımcı din adamlığına atanan Aziz Athanasios, İskenderiye Patriği Aleksandros’un yardımcılığına getirildi. İsa’nın tanrısal niteliğini kabul etmeyen Ariusçuları kınamak için 325’te toplanan İznik Konsili’nde, bir dinbilim uzmanı olarak, İsa’nın hem Tanrı hem de insan niteliği taşıdığını savundu. 328’te Aleksandros’un yerine patrikliğe getirilip, 45 yıl bu görevde kaldı; ama, bu sürenin 17 yılını, Ariusçu topluluğun entrikaları yüzünden sık sık sürgüne gönderilerek geçirdi. Athanasios, İznik Konsili’nin kararını savunan yazılarında, Ariusçu karşıtlarının görüşlerine şiddetle karşı çıkmıştır. Ariusçu görüşe karşı düşüncelerini yazdığı kitap ve kendi hayatını özetlediği erken manastır sistemi yazıları önemlidir. 76 yaşında hayata vefat etti. Aziz Athanasios, 18 Ocak’ta anılmaktaydı.

Panagia Kilisesi

Resim 8-39 Küçükköy içinde bulunan Panagia Kilisesinin ayakta kalan ikonostatis bölümü. 1972 

Agia Varvara Şapeli

İzmir yolunda, mezarlık yanındaki Agia Varvara Şapeli bugün özel mülkiyetin içerisinde kalmıştır. Kent merkezinden uzakta bulunan bir kilisedir. Genellikle kilise diye anılır ama boyutları bakımından şapel olarak nitelendirmek daha doğrudur. Kır Şapeli olarak da anılmaktadır. Çakıllı bahçe denilen yerdedir.

Resim 8-40 Agia Varvara Şapeli

Portaitissa Kilisesi

Bazilikal plan tipinde inşa edilmiş Ayvalık kiliseleri ise dönemin şehir merkezinin dışında ve daha küçük boyutlu olarak inşa edilmiştir. Ayvalık’taki bazilikal planlı kiliselerden günümüze tek bir örnek kalmıştır. Geçitler Koruyucusu Meryem anlamına gelen ve Athos Dağı keşişleri tarafından inşa edildiği tespit edilen tek nefli, tek apsisli ve kırma çatılı bu kilise, 1890 tarihli Portaitissa Kilisesi’dir. Günümüzde özel mülkiyettedir.

Resim 8-41 Portaitissa Kilisesi 

Izgara planlı doku özelliği taşıyan kilise Sakarya mahallesindedir. Portaitissa Kilisesi, taban alanı ve yükseklik olarak Ayvalık'ın en küçük kilisesidir. Kilise kuzeybatı güneydoğu doğrultusunda 13,05x7,35 metre ölçüsünde dikdörtgen yapıdadır. Yüksekliği 8 metre civarındadır.Ana giriş başka dini yapılarda da olduğu gibi apsis ekseninde değildir. Naos tek nefli ve tek apsislidir. Naos’un güney duvarındaki apsis içten ve dıştan yarım yuvarlak şekilde dışa taşkındır. Kilisenin üzeri dıştan konik bir çatı ile örtülmüştür. Apsisin ortasına bir pencere açılmış bunun iki yanına da birer niş yerleştirilmiştir. Güneydoğu duvarı önündeki ikonastasis sekiz sütuncukla yedi parçaya ayrılmıştır. Ortadaki ötekilere göre daha geniştir. Yan taraftaki birer kapı ile apsis bölümüne geçilmektedir. Kapıların aralarında kalan yüzeylere ikonalar yerleştirilmiştir. Bunların dışında naos duvarlarındaki ikonalar günümüze gelememiştir. Kilisenin üzeri içten beşik tonoz, dışarıdan da üzeri kiremit çatı ile örtülmüştür.

Agios Pantaleon Kilisesi

St. Pantaleon, 1944 depreminde yıkılmış ardından 1954 yılında terkedilmiştir ve bugün mevcut değildir.

Resim 8-42 Pantaleon Kilisesi

Agia Paraskevi Kilisesi

İzmir yoluna çıkıştaki büyük PTT binası sırasındaydı. Temel kalıntıları duruyor.

Adsız Kilise

Kitabesinden 1899 yılında yapıldığı anlaşılıyor. Küçük bir kilise. Adı bilinmiyor. Sakarya mahallesi. 2. Fethiye 28. Sokak no:8.

Agioi(Aziz) Apostoloi Kilisesi

Resim 8-43 Yeni Garaj'dan hastaneye giderken sağda tarafta. İyice harap durumdadır. Fotoğraf 1990 yılında çekilmiş.

Hamidiye Camii

Sakarya Camii, Sakarya Mahallesi’nde, Atatürk Bulvarı üzerinde bulunuyor. 20. yüzyılın başlarında, padişah Abdülhamit dönemine ait yapı Cumhuriyet’e kadar ‘Hamidiye Camii’ olarak anılmış. O günlerde Ayvalık’ta bulunan tek cami. Sakarya camii, aynı zamanda caminin karşısındaki Burgala Inn otelin sahibi Georgias adlı Rum tüccar tarafından 1905 yılında yaptırıldığı söylentisi olmasına karşın bu doğru değildir. Gayrimüslim cemaatlerin yaptırdığı camilere Padişah adı verilemiyordu. Bu camide Abdülhamid’in 30. Saltanat yılı anısına Osmanlı Devleti tarafından yaptırılmıştı. Mimari açıdan klasik camilerden çok Ayvalık’taki kiliselere benzer. Mimarı Rum olabilir. Eklektik üslupta yaptırılmıştır. Kareye yakın planlı cami, kırmızı kesme taştandır. Dört sütunlu bir son cemaat yeri, silindirik bir kasnağa oturan tuğla kubbesi bulunmaktadır. Bezeme yönünden önem taşımamaktadır. Osmanlı döneminde Ayvalık’ta yaptırılmış tek camidir. Osmanlı mimarisinin merkezi kubbeli kübik cami planı ve Antik mimarinin alınlıklı tapınak planı birlikte sunulmaktadır. Hamidiye Camisi’nin inşa edildiği dönemde Ayvalık’ın 21.677’lik nüfusundan sadece 90 kişi Türk’tür.

Resim 8-44 Hamidiye camii

Saint Nicolas Manastırı

Kutsal Aziz Nicholas Manastırı (1906). St. Nicholas  ‘ St. Nikolaos the tsámia’ Bir Dönemler Çamlık Mevkiinde Bulunan Aya Nikolas Manastırı (Aziz Nicholos Manastırı).

Resim 8-46 Saint Nicolas Manastırı[230] (1913).

 

Resim 8-47 Leka Panagia Manastırı 1907

 


Resim 8-48 Saint Nicolas Manastırı. Resimde işaretlenmiş yer küçük çan kulesi 

Ayvalık kitabının yazarı Dimitris Psarros’a göre;

Manastır Lakka’daki bereketli meyve bahçelerinin yakınında, çamlarla kaplı güzel bir bölgede yer almaktaydı. Kydonia’ya verilen imtiyazlarla bölgedeki güvenliğin sağlandığı ve sakinlerin de gelip yerleşmeye başladığı Papaz Oikonomos döneminin erken parıltılarından biri olması muhtemeldir. Ayvalık’ı 1819’da ziyaret etmiş Charles Williamson kentin güneybatısında, yaklaşık bir saatlik mesafede iki küçük manastırın bulunduğundan söz etmektedir. Bunlardan birinin Agios Nikolaos, ötekininse Kontoglou’ların manastırı olan Agia Paraskevi olması gerekmektedir. Ai-Nikola (Aya Nikola) manastırı, tüm bölge gibi 3 Haziran 1821 olayları esnasında tahrip olmuş ve uzun yıllar harap kalmıştır. 1864’te, tahsilsiz fakat enerjik bir keşiş olan Paisios, manastırın şapeliyle bazı hücrelerini kendi cebinden onarmış ve bir müddet burada, ilk başlarda yardımcı papaz olarak ikamet etmiştir. Daha sonra buranın papazı, en son da manastır reisi olmuştur. Manastırın yeni kurucusu olarak görülen, yerel halk tarafından sevilen ve hürmet edilen biriydi. Onarılmış eski su kemerinin sonundaki mermerden aslan başlı çeşme sürekli su akmaktaydı. Bu esnada manastıra ziyaretçiler ve tatilciler için yeni hücreler de eklenmişti. Kısa sürede manastır, Ayvalık sakinleri tarafından kısa yürüyüş ve geziler için en sevilen yerlerden biri haline gelmiştir. Paisios’un ölümünden 1922’ye kadarki manastır reisi de Papaz Nathanalis’di. Manastırın çevresinde Kaliti, Karali ve Valsamaki ailelerinin 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş, ‘Koules’ (kule) olarak da bilinen sayfiye evleri bulunmaktaydı. Ayvalık’ın en güzel manastırları Lakka bölgesindekiler olup her birinin kendi balıkçı teknesi vardı. Birçok ailenin kızları gruplar halinde burada yaz tatilini geçirirlerdi. Manastır 1953’te yıkılmış olup günümüzde hiçbir izi kalmamıştır. Agios Nikolaos manastırının bölgesi bilinmesine karşın kesin yeri belirtilmemiştir. Doğu yönüne doğru bakan tüm fotoğraflarında, tam arkada görülen ve yukarıda sözü edilen ailelere ait olması muhtemel köşkler bugün halen mevcut olup Sefa Çamlık Mah. Fazıl Doğan Cad. güney girişindedir. Buradan da manastırın eski konumu ve kütlesi tespit edilebilmektedir. 1920 lerde çekilen fotoğrafta Çamlık meydanındaki çeşme gözüküyor.Çeşmenin arkasındaki beyaz duvar manastıra ait.

Resim 8-49 Saint Nicolas Manastırı

Resim 8-50 Çamlık meydanında Saint Nicholas manastırının günümüzdeki yeri. Bu bölge Laka(Leka) olarak anılmakta. Manastır 1953’de yıkılmıştır. 

Taşlı Manastır /Agia Paraskevi Manastırı

Paşa Limanı Çamlık koyunda, Tımarhane adasında bulunur. Aslında Tımarhane adası bir ada değil, bir ucu Sarımsak’a, bir ucu Dalyan boğazına, Hakkı Bey Yarımadasına uzanan bir burun. Taşlı Manastır adıyla da anılan yer, zamanında akıl hastalarının tedavi edildiği bir psikoterapi merkeziymiş. Manastırdan günümüze yalnızca küçük bir yapı kalmış.


 
Resim 8-51 Taşlı manastır
  

Resim 8-52 Soldaki resim Azize Vendredi(Cuma) Manastırı manzarası. Sağda diğer adıyla Azize Paraskevi Manastırı (Taşlı Manastır) 1907.

Kilise ressamı ve şair Fotis Kondoğlu, Yurdum Ayvalık adlı kitabında bu ada için şunları yazıyor:

Agia Paraskevi, mucizeleri nedeniyle Anadolu’da Kayseriye kadar ünlenmişti. Balıkesir’den, Soma’dan, Kınık’tan, Bergama’dan Midilli’den, Limni’den gelen hasta insanlar, sağlıklarına kavuşurlardı. Adaya zincirle bağlı olarak çıkarlar, akılları başında inerlerdi.

Ahmet Yorulmaz eserlerinde adadan aşağıdaki şekilde bahseder:

‘Osmanlı Rumlarının Agia Paraskevi (Azize Cuma Adası) dedikleri yere, 1923’e kadar burada bulunmuş Osmanlı memuru Türkler Taşlı Manastır derlermiş; daha yeni kuşak Tımarhane Adası diyor.

 


Resim 8-53 Çamlık Belediye gazinosundan yola bakış. Keşke o ağaçlar yerlerinde olsaydı.

 

Resim 8-54 Ayvalık Kilise ve Manastırları

 

Resim 8-55 Rum dönemi Ayvalık yerleşimi

 

 KUTSAL VE SİMGE AĞAÇLAR

 

Havva ile birlikte cennetten kovulan Hz Adem hayatının sonlarında, 930 yaşındayken öleceğini hissettiğinde oğlu Şit’i[231] Cennete göndererek Tanrı’dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını diler. Şit cennete geldiğinde cennet bekçisi ona üç tohum verir. Bu tohumları babası öldükten sonra babasının ağzına koymasını ve ağzından çıkarmadan gömmesini söyler. Hz Adem ölünce Şit cennet bekçisinin dediklerini yapar. Üç tohumu babasının ağzına koyarak Tabor Dağının[232] yakınındaki Hebron Vadisi’ne babasını gömer…   

Bir süre sonra mezardan günümüzde Akdeniz’in simgesi olan üç ağaç yeşerir; Zeytin, Sedir ve Selvi. Tanrı ve insan arasında barış sağlanmıştır. Zeytin ağacının yetiştirilmesi ve bakımı oldukça zordur. Ama zeytin ağacı, insanoğlunun emeğinin karşılığını cömertliğiyle öder.

 

Resim 8-45 Soldan sağa Zeytin ağacı, Sedir ağacı, Selvi ağacı 

Zetin ağacı Akdeniz havzasında yaygın olarak yetişir. Binlerce yıldır yağından ve meyvesinden yararlanılmıştır. Sert bir odunu vardır. Çamgiller ailesinden olan Sedir ağacı yaygın olarak Lübnan dağlarında ve ülkemizde Toros dağlarında yetişir. 40 metreye kadar boylanabilen sert dokulu bir ağaçtır. Binlerce yıl tekne yapımında kullanılmıştır. Lübnan’daki son sedir ağaçlarını da Osmanlı keserek Hicaz demiryolu rayların altına döşemiştir. Selvi ağacı, genel olarak Akdeniz bölgesinden Himalayalara kadar uzanan bölgede yetişen bir ağaç türüdür. En önemli özelliklerinden biri çok hafif olması ve bu özelliğiyle tınlama uzunluğunun çok fazla olmasıdır. Rüzgar engelleyici olarak ve yolların ağaçlandırılması için sıkça kullanılır. 2000 yıl yaşama özelliğiyle dikkat çeken Selvi 30-35 metre boya ulaşabilir.


NUH TUFANI VE ZEYTİN DALI

 Tufan hadisesi Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği farklılıklar taşısa da Afrika kıtası ile Asya’nın bazı bölgeleri hariç birçok kültürde; Filistin, Yunanistan, Asur, Amerika, Avustralya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya gibi çeşitli ırklara ve bölgelere ait çok sayıda halkın geleneğinde de bulunmaktadır. Efsaneye ait bulunabilmiş en eski yazıt Sümerlere aittir ve MÖ 5000 yılına ait Sümer Babil tabletlerinde ‘Bilgameş/Gılgamış Destanı’ olarak geçer.

Eski Ahit[233], Hz. Nuh ve tufandan bahseder. İnsanların yeryüzünde iyice yoldan çıkıp kötülük tohumları ekmeye başladığını gören Tanrı insanları cezalandırmaya karar verir. Tanrı Hz. Nuh’a bir gemi inşa etmesini ve bu gemiye tufandan sonra hayatın devam etmesi içi temiz hayvanlardan biri erkek biri dişi olmak üzere ikişer, her temiz hayvandan erkek ve dişi yedişer ve kuşlardan dişi ve erkek olmak üzere yedişer tane canlı almasını söyler.

Kırk gün kırk gece yağmur yağar ve 150 gün boyunca süren yağmurun suları yeryüzünü kaplar. Nihayet Tanrı, Nûh’la beraber gemide bulunan bütün vahşi ve evcil hayvanları hatırlar, yeryüzünde bir rüzgâr estirir ve sular alçalır, yağmur kesilir. 150 gün sonra gemi yedinci ayda ayın on yedinci gününde Ararat dağları üzerine oturur.

 Büyük tufanda Hz. Nuh’un gemisindeki canlılardan başka bütün canlılar suların altında kalarak yok olur. Tufan durduğunda Hz. Nuh, yaşamın normale dönüp dönmediğini anlamak için geminin penceresinden dışarıya bir güvercin salar. Sular çekmesine karşın hayat normale dönmediği için güvercin tekneye döner. Yedi gün sonra güvercin tekrar pencereden salındığında ağzında yeni koparılmış bir zeytin dalıyla geri döner. O zaman yeryüzünde suların çekildiği ve hayatın normale döndüğü anlaşılır.

O günden sonra ağzında zeytin dalı tutan güvercin ümidin ve barışın; bütün dünyayı ve canlıları yok etmesine karşın teknedekilerin dışında hayatta kalmayı başarabilen zeytin ağacı ise ölümsüzlüğün simgesi olur. Tüm ilahi kitaplarda zeytinyağı bolluğun ve refahın sembolü, zeytin ağacı ve onun özsuyu zeytinyağı tüm erdemlerin sembolü olarak geçmektedir. Bu kitaplarda zeytin ve zeytinyağı bolluğun, adaletin, gururun, zaferin, refahın, sağlığın, bilgeliğin, kutsallığın, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür.

Sümer Bilgameş/Gılgamış Destanı

Uruk şehrinin kralı Bilgameş, ormanda yaşayan bilge ama vahşi adam Enküdu ile karşılaştığında önce güreşmiş, dövüşün sonunda da iyi arkadaş olmuşlardır. Bilgameş ile birçok macera yaşayan Enküdu Sedir ormanlarının koruyucusu canavar Humbaba’yı ve Tanrıça İnanna’nın gökten indirdiği ilahi boğa Gugalanna’yı öldürünce, Bilgameş’e haddini bildirmek isteyen tanrıların gazabına uğramış ve ölmüştü. Buna son derece üzülen kahraman, kendisinin de öleceğini düşünerek ölümsüz olmak istiyor. Bunun için vaktiyle tanrılar tarafından ölümsüzlük verildiğini duyduğu kişiyi aramak ve ondan ölümsüzlüğün nasıl elde ettiğini öğrenmek için yola çıkıyor. Bu yolculuk o kadar uzun sürüyor ki, günlerce gittikten sonra ancak Maşu[234] Dağı’na ulaşıyor. Maşu’nun iki tepesinin arasından güneş doğuyor. Akrep adamlar dağda oturup güneşin doğuş ve batışını izliyor. Bilgameş ancak onların izniyle burayı geçiyor ve yoluna devam ediyor. Karşısına, dalları rengarenk değerli taşlarla[235] süslü ağaçlardan oluşan bir bahçe geliyor. Yine uzun bir yolculuktan sonra karanlık[236] içine düşüyor. Ne arkasını ne önünü görebiliyor. Oradan, suyuna el değdiği zaman öldüren büyük bir suya geliyor. Bilgameş’i karşıya geçirecek kayıkçı, kendisinden 120 kürek yapmak için 30 metrelik ağaç[237] istiyor. Bilgameş ormandan bunları kesip getiriyor. Kayıkçının yardımıyla karşıya geçip, ölümsüzlüğü kazanan Utnapiştim’in[238] yaşadığı yere Dilmun’a[239] ulaşıyor. Burası akan suyun veya suların ağzında bir yer[240]. Bilgameş, Dilmun’da ölümsüzlüğü kazanan Utnapiştim ile karşılaşınca nasıl ölümsüzlüğe kavuştuğunu sorarak kendisinin de ölümsüz olmak istediğini anlatıyor. Utnapiştim’de ona, Tufan’dan kurtulduktan sonra bu özelliğin kendisine tanrılar tarafından verildiğini söyleyerek ölümsüzlüğün ancak tanrıların vermesiyle olacağını anlatıyor. Arkasından Tufan’ın nasıl olduğunu ve ölümsüzlüğü nasıl kazandığını açıklıyor.

İnsanoğlunun aşırı gürültüsünden rahatsız olan ilâhlar insan neslini tufanla yok etmek isterler fakat Utnapiştim, Bilgelik Tanrısı Ea’nın önerisiyle bir gemi yapımına girişir. Geminin eni boyuna eşit olacaktır. Beşinci günün sonunda geminin 3600 m2’lik omurgası kurulur. Bordası 60, dış yüzeyi ise 240 m2’dir. Alt ve üst güverteleri yedi, ambarı dokuz bölmeye ayrılmıştır. Yedinci günde geminin yapımı tamamlanır. Gemiye ailesini ve hayvanlardan birer çift alarak biniyor ve Tufan başlıyor. Şimşekler çakıyor, gök kararıyor, gökten sular fışkırıyor. Bu gürültüden tanrılar bile korkuyor. Sular dağların tepelerine kadar çıkıyor. Tufan[241] yedi gün yedi gece sürüyor. Tufan’dan sonra gemi Bilgameş Destanı’nda Numuş[242] (Nissir) Dağı’na yanaşıyor. Utnapiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç gönderir, fakat kuşlar geri döner. Nihayet bir karga gönderir, karga geri dönmez. Bunun üzerine Utnapiştim, gemiden iner ve ilâhlara kurban sunar. İnsan neslinin yok olmadığını gören ilâh Enlil öfkelenir, fakat Utnapiştim’e tufanı haber veren Ea, bütün insanlığı helâk etme kararı sebebiyle Enlil’i eleştirerek suçlu kim ise onu cezalandırmasını ve günahın cezasını da sadece işleyenlerin çekmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Enlil, Utnapiştim ve eşinin ölümsüz olmasına ve nehirlerin buluştuğu yerde yaşamalarına karar verir.

İslam’da Tufan

Kur’an’da Hz. Nûh’un tebliğ faaliyeti ve kavmini Allah’a kulluğa daveti, kavminin onu dinlemeyip inkârda ısrar etmesi üzerine ceza olarak tufan musibetinin geldiği bildirilmekte, tufanın cereyan ediş tarzı ile Nûh’un ilâhî emre uyup gemi yapması ve kendisine inananlarla birlikte tufandan kurtulması, inanmayanların boğulması anlatılmakta, geminin şekli ve ölçüleri, gemiye binenlerin türü ve sayıları, tufanın süresi gibi konularda bilgi yer almamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre Nûh tufanının muhatabı Nûh kavminin inanmayanlarıdır ve tufan onları cezalandırmak için gönderilmiştir. Nûh’un davetini duymayanların cezalandırılması ilâhî adaletle bağdaşmaz, dolayısıyla Nûh tufanının yalnız Nûh kavminin yaşadığı bölgeye has olması gerekir. Hz. Nûh’un peygamber gönderildiği kavim, putperestti. Nûh onları bir olan Allah’a kulluğa davet ettiği, putları bırakıp Allah’a dönmeleri için çok uğraştığı halde onlar putlara tapmaktan vazgeçmemişlerdi. Hz. Nûh, kavmini Allah’tan başkasına tapmama konusunda uyarmış, aksi takdirde başlarına gelecek azabı kendilerine haber vermiş, uzun mücadeleler sonunda kavminin putperestlikten vazgeçmediğini görünce inanmayanları cezalandırması için Allah’a dua etmiş, Allah da onun duasını kabul etmiş ve inkârcı kavminin tufanla helâk edileceğini, kendisinin ve inananların kurtulacağını bildirerek bir gemi yapmasını istemiştir. Kuran’da bu gemiyle ilgili olarak sadece tahtalardan yapıldığı ve çivilerle çakıldığı bilgisi yer almakta, geminin diğer nitelikleri hakkında bilgi verilmemektedir. “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap” emri gelince rivayete göre Hz. Nûh tahtayı nereden bulacağını sorar, ona ağaç dikmesi emredilir ve o da Hint meşesi denilen ağaçları diker. Kırk yıl sonra bu ağaçları keserek gemiyi yapar. Ona geminin nasıl yapılacağını Cebrâil öğretir. Geminin başı horozun başı, gövdesi kuş gövdesi, arka kısmı horozun kuyruğunu andırmaktadır. İki yanında kapılar vardır ve üç kattır. Uzunluğu 660, genişliği 330, yüksekliği 33 zirâdır. Gemi yapılırken kavmi, Nûh ile alay etmiş. Gemiyi tamamlayınca Nûh’a canlıların her birinden birer çift ile “haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında” ailesini ve iman edenleri gemiye bindirmesi emredilmiştir. Tevrat’ta Nûh’un üç oğlunun eşleriyle birlikte gemiye bindiği belirtilirken Kuran’da daha önce haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında kalan ailesi söz konusu edilmekte, Nûh’a inanmayan karısı ile oğlunun gemiye binmedikleri ve boğuldukları belirtilmektedir. Gemiye alınan hayvanlara gelince, Tevrat’takinin aksine Kuran’da birer çift alındığı kaydedilmektedir. Bu hayvanların yeryüzündeki bütün canlı türlerinden değil, Nûh’un sahip olduğu evcil hayvanlardan damızlık olarak alınmış olmasının daha mâkul görüldüğü ifade edilmektedir. Hz. Nûh evcil hayvanları ve yırtıcı kuşları birinci kata, vahşi hayvanları orta kata koyar, kendisi ve inananlar da üst kata yerleşir. Kıssaya göre gemideki insanların sayısı yedi ile seksen arasında değişmektedir. Kābil’in çocuğu boğulur. Nûh gemiye Âdem’in naaşını da alır. Gemidekilerin nefislerine hâkim olmaları gerekmektedir ve bu emri unutan Hâm’ın derisi siyahlaşır. Harem-i şerif ve Kudüs’teki kutsal mekânlar tufandan etkilenmez. Kâbe tufan sırasında göğe kaldırılır. Daha sonra göğün kapıları açılmış, yerin kaynakları fışkırmış, göğün ve yerin suları birleşmiş, gemi azgın suların üzerinde yüzerken Nûh ve beraberindekiler kurtulmuş, Nûh’un eşi ve bir oğlu dahil inanmayanlar boğulmuştur. Kırk gün, kırk gece gök suyunu boşaltmış, yer suyunu fışkırtmış, daha sonra gemi yüzmeye başlamış ve altı ay su üzerinde kalmıştır. “Ey yer suyunu yut, ey gök suyunu tut” denilmek suretiyle tufan sona erince gemi Cûdî’ye oturmuş ve Nûh’a, “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte olanlara bizden selâm ve bereketle gemiden in” denilmiştir. Kuran’da geminin oturduğu bildirilen Cûdî’nin hangi dağ olduğu konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır. Bunun bir dağın özel adı olmayıp “bereketli topraklar” anlamına geldiği ve Nûh ile beraberindekilerin tufan sonrası bereketli topraklara indirildikleri de ifade edilmektedir.

Yunan Mitolojisinde Tufan

Yunan mitolojisine göre tanrı Zeus gün geçtikçe daha çok günah işleyen insanları bir tufanla yok etmeye karar verir. Tanrı Prometheus, oğlu Deukalion’u Zeus’un bu kararından haberdar eder ve ona bir tekne yapmasını öğütler. Zeus, kardeşi Deniz Tanrısı Poseidon yardımıyla her yeri su ile kaplıyor. Deukalion tekneyi yaparak karısıyla birlikte bu tekneye biner ve dokuz gün dokuz gece sularda sürüklendikten sonra tufanın sona ermesiyle Pernasos dağına ayak basar. Deukalion ile karısı Pyrrha felaketten kurtulurlar. Ardından Zeus’tan yeni insanlar yaratmasını isterler. O da onlara analarının kemiklerini arkalarına atmalarını söyler. Onlar da ‘Anamız toprak, kemikler taştır’ diyerek taşları alıp arkalarına atarlar. Taşlar yere değer değmez insan olur. Erkeğin attığı taştan erkek, kadının attığı taştan kadın meydana gelerek insanlar çoğalır.

Ağrı Dağı’mı yoksa Cudi Dağı’mı?

Nuh’un gemisinin Ağrı dağında bulunduğu inancı geçmişte birçok kişiyi bu dağa tırmanmaya ve araştırma yapmaya teşvik etmiştir. Dağa araştırma amacıyla ilk çıkışın 1700 yıllarına kadar gitmesine karşın ilk bilimsel araştırma 1829 yılında Alman bilim adamı Frederic Parrot tarafından gerçekleştirilmiştir. Zaman içerisinde birçok araştırmacının tırmandığı dağa son yıllarda Apollo 15 uzay gemisi ile aya giden Amerikalı astronot James Irwin birkaç kez çıkmıştır. Şimdiye kadar araştırmalardan ciddi bir sonuç çıkmamıştır.

Nuh Tufan’ı efsanesi her üç dinin kitabında anlatılsa da aralarında farklar vardır. En önemli fark geminin hangi dağın üzerine oturduğu konusundadır. Tevrat ve İncil bu konuda Ararat yani Büyük Ağrı Dağı’nı belirtse de Kuran’da bu dağ Şırnak ili hudutları içerisindeki Cudi’dir. Şırnak ilinin eski adı da Şerneh adıyla bilinmektedir ve anlamı ‘Nuh’un şehri’ dir. Tevrat ve İncil’de dağın adı olarak geçen Ararat aslında Ağrı’dan Cudi dağına kadar olan ve bir dönem Urartuların egemenlik kurduğu bölgenin adıdır. Bundan dolayı bahsi geçen dağın Cudi dağı olması daha anlaşılır gelmektedir.

Tufan efsanesinde geminin yanaştığı dağ efsanenin anlatıldığı bölgeden bölgeye değişse de en kuvvetli iki aday Türkiye sınırları içerisinde yer alan Büyük Ağrı dağı ile Cudi dağıdır. 

  • Ağrı ilinin, Doğubayazit ilçesinin yüksek yaylalarında yer alan bizim Büyük Ağrı Dağı adını verdiğimiz İranlıların Kuh-ı Nuh, Ermenilerin Massis, Arapların Cebelü’l-haris adını verdikleri dağ 5.137 metre yüksekliğiyle bölgenin en büyük dağıdır. Kuzeyi Ermenistan güneydoğusu İran’dır. Volkanik dağın zirvesinde 12 km uzunluğunda bir buzul bulunur. Tevrat’ta Ararat olarak geçen dağ adını, milattan önce dokuzuncu ile yedinci yüzyıl arasında bu bölgede hüküm sürmüş bir krallık olan Urartular’dan alır. 
  • Şırnak ili içerisindeki elips biçimindeki Cudi dağının tepesi avuç içi gibi. Volkanik Cûdî dağı üzerinde dört doruk noktasının en yükseği 2114 metredir. Bu tepelerden 2017 metre yüksekliğinde olanı “Nuh peygamber ziyareti tepesi” adını taşıyor.

Kuran’da Hz. Nûh’un gemisinin tufandan sonra Cûdî dağına oturduğu belirtilmektedir. İslam alimleri Kitab-ı Mukaddes’te geminin indiği yer olarak gösterilen Ararat’ın gerçekte bir dağ adı değil içinde Ağrı ve Cudi dağlarını barındıran bir bölge adı olduğu ve X. yüzyıla kadar birçok Ermeni yazarların eserlerine dayanarak Ağrı dağının tufan ile münasebetinin bulunmadığını ifade etmekteler. Ayrıca eski Ermeni rivayetlerinde Nûh’un gemisinin bir dağ üzerine oturduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. Aslında Ağrı dağı, Cudi ile karşılaştırıldığında çok yüksek ve sarp yapısı ve insan hayatı için önemli olan su, ağaç, barınacak yerlerden yoksun oluşu nedeniyle Tufan olayında bahsi geçen dağ olma olasılığı azalmaktadır. Cûdî dağı ise barınacak birçok mağaranın mevcudiyeti, tepesinin geminin inişine uygun bir yüzey oluşturması ve beslenme imkânları sunması nedeniyle yanaşılan dağ olma olasılığını artırmaktadır.

Muazzez İlmiye Çığ’a göre Tufan Orta Asya’da gerçekleşiyor

İlmiye Çığ, ilk kez Sümerlilerin yazdıkları Tufan efsanesinin Orta Asya’da büyük taşkınlıklardan kalan anılar olduğu iddia etmektedir. Son buzul çağdan[243] sonra buzlar erimeye başlayınca günümüzden 11.700 yıl önce büyük taşkınlıklar oluyor. Bu taşkınlardan dolan nehirler taşıdıkları sularla Turan ovasını Turan Denizi haline getiriyor. Aral gölü doluyor, Hazar Denizi’ne ulaşıyor. Hazar’dan sular bir taraftan Karadeniz’e akıyor, diğer taraftan Anadolu’da Çoruh Vadisi’ni ağzına kadar geliyor. Van Gölü genişliyor ve Diyarbakır iç denizini oluşturuyor.

Azerbaycan’da bir anlatıya göre, Tufan’da suların yükselmesiyle Nahcivan Aras vadisi tamamen sular altında kalmış. Türkler, Azerbeycan’da Nahcivan şehrine ‘Nuh’un yurdu’ anlamına gelen ‘Nuhcivan’ demişler. Efsaneye göre, Tufan’dan kurtulup Kazıkurt Dağı’na geri dönenlerin bir kısmı doğuya, bir kısmı batıya gidiyor. Doğuya gidenler Çin, Japon ülkelerine yerleşmişler, ipek yolunun başlamasına neden olmuşlar. Onun için İpek Yolu Türklerin atalarının toprakları olan Turan ülkesinden geçmiş.

Tufan’dan bir süre sonra Orta Asya’da kuraklık başlıyor. Bunun üzerine insanlar bu kez kuraklık nedeniyle batıya doğru göç etmek zorunda kalıyorlar. Bunu Mezopotamya’da yapılan kazılar ve yazılı belgeler kanıtlıyor. Sümerler de bu dönemde göçen halklardan. Sümerler yazıyı bulup her türlü konuyu yazıya aktarabilir hale geldikten sonra atalarından duydukları Tufan olayını tabletlere kazımışlar.

Sümerlerin kahramanı Bilgameş’in ayrı ayrı yazılmış serüvenlerini MÖ 1200 yılında bir Babilli genişleterek destan haline getirmiş ve böylece daha sonra dini kitaplara alınan Bilgameş/Gilgameş destanı ortaya çıkmıştır.

İslam anlatısına göre, Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafes/Yafet’in oğlu Türk imiş. Onlar 250 yıl Cudi Dağı’nda kaldıktan sonra yine gemi ile kendi ülkelerine dönerek İthugurat Dağı’na çıkıyorlar. Orası yeşil otlaklarla kaplıymış ve orada ateşi bulmuşlar. Ve daha o zaman dağın adını İthugurat koymuşlar. Tufan’dan sonra yine dönüp bu dağa geliyorlar. Bu arada Ziggurat ve İthugurat ne kadar birbirine benziyor.

Kazak efsanesinde de geminin tekrar gelerek yanaştığı dağın adı Kazıkurt. Gene Ziggurat, İthugurat, Kazıkurt dağ adları birbirlerine benziyor. Ziggurat, Sümerlerin basamaklı piramit gibi inşa ettikleri dikdörtgen formunda yüksek bina. Babil anlatısında, Utnapiştim’in yaptığı gemi dört köşe bir kutu halinde. Ziggurat’a benzetilerek anlatılan bir gemi şekli. Aslında Sümer teknelerine hiç benzemiyor. Asya anlatımında önerilen gemi, bir kutu şeklinde. Sümerlilerin yazdığı Tufan olayının Orta Asya’daki taşkınlardan kaynaklandığını İlmiye Çığ aşağıdaki bağlantılara dayanarak iddia ediyor:

  • Bilgameş’in ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek üzere Utnapiştim’i bulmak için gittiği yerin çok uzak olması.
  • Yolda değerli taşları olan topraklardan geçmesi.
  • Büyük ormanların olması.
  • Karanlık yerleri görmesi.
  • Gemi Numuş’a yanaştıktan sonra Ziggurat Dağı’na kurban kesilmesi.
  • Tufanın 7 gün 7 gece sürmesi.
  • Utnapiştim’in yaşadığı Dilmun ülkesinin Asya’da olması.
  • Geminin hem Babil hem de Altay Tufan efsanesinde bir kutu gibi olması.Sümer kral listesinde Sümer tarihinin başlangıcı MÖ 1800 yıllarından başlanarak Tufan’dan önce 241.200, Tufan’dan sonra da 49.551 yıl önceye gidiyor. Buna göre Tufan’dan önce ve sonraki yıllara bakıldığı zaman, Sümerlerin bu olayı kendi yaşadıkları zamandan ne kadar uzak olarak düşündüklerini görüyoruz. Öyle ki birkaç bin yıl bile değil, binlerce yıl önce. Onların bunu nasıl düşündüklerini insanın aklı almıyor çünkü Sümerliler bu kral listesini yazdıkları zaman bir yılın, bir ayın zaman aralıklarını doğru olarak biliyorlardı.

 

 



[202] Rumlara göre şehit edildiği

[203] Rumların ifadesiyle.

[204] Ayvalık dışında yer alan Eolya tipinin en önemli örneklerinden biri de fotoğrafta görülen Midilli Adası’nın güneyindeki bir yerleşim olan Polichnitos’taki 1805 tarihli Agios Georgis Kilisesi’dir. Kilisenin, Ayvalık Kiliselerine benzerliği dikkat çeker.

[205] Ayasofya 3 neflidir.

[206] Takdis ayini için kullanılan dini eşya.

[207] Rum Ortodoks Kiliselerinde orta ve yan neflerle düzenlenmiş ana ibadet alanıdır. Genellikle üç neften oluşur; orta nef yan nefelere göre daha geniştir. Bazı kiliselerde ise yan neflere göre daha yüksektir. Nefler arasındaki basamak uygulaması ağırlıklı olarak İstanbul’daki kiliselerde görülmektedir. Rum Ortodoks Kiliselerinde ayin, orta nefte ayakta izlenmektedir. Ancak naosun batı, kuzey ve güney duvarlarına hasta ve yaşlılar için, sırtı duvara gelecek şekilde ahşap koltuklar yerleştirilmiştir. 20.yüzyılın ikinci yarısından sonra naosta oturma yerleri bulundurulmaya başlanmıştır.

[208] Naosta bulunan ve üzerinde İncil’in okunduğu bölümdür. Ambon orta ‘nef’e bakacak şekilde kuzeydeki taşıyıcı sırasının genellikle doğudan üçüncü ya da dördüncü sütununa oturmaktadır.

[209] Din görevlilerine ayrılmış, cemaatin girmesine izin verilmeyen kutsal bölümdür. Naosun doğusunda apsis önünde, genellikle serbest taşıyıcılar hizasında İkonastasis ile sınırlandırılmıştır.

[210] İkonastasis, Ortodoks kiliselerde apsis dediğimiz bölümün önünde yer alan, genellikle ahşap malzeme ile yapılmış ve üzerine belli bir düzene göre ikonaların asıldığı yüksek, perde ya da bir tür bölmedir. Templon sözcüğüyle de anılırlar. İkonastasis kısaca kiliseye ayine gelen cemaat ile papazların bulunduğu bölümü birbirinden ayıran bir tür perdedir. Naosun doğusunda bemayı sınırlayan İkonostasis naostaki üç nefi de kapsamaktadır. Genellikle oyma ve kabartma tekniğinde bitkisel veya geometrik motiflerle bezenmektedir.

[211] Bema bölümünde kilisenin sahip olduğu kutsal öğeler ve eksende apsis önünde yer almaktadır. Altar genellikle ahşap olup dikdörtgen biçiminde ve ayaklıdır.

[212] Altar odasının doğusunda, içten yarım daire planlı, üzeri yarım kubbeli mimari unsurdur. Kilisenin en kutsal bölümüdür. İslam mimarisinde karşıtı mihraptır. Mihrap Apsis’e oranla daha küçüktür.  İbadet için yön olan, orta nefte ya da orta ve yan nefler hizasından eksende yer almaktadır. Apsis genellikle içte ve dışta yarım yuvarlak formda olup eksende çıkıntı yapmaktadır.

[213] Asıl ibadet mekânına açılan kapalı giriş mekânıdır.

[214] Nasoun batısında bulunan mekân kadınlar mekânı olarak düşünülmüştür. Narteksin olmadığı veya sonradan eklendiği kiliselerde, naosta batıda bulunan sonra taşıyıcılara oturarak nefler üzerinde; narteksi olan kiliselerde ise narteksin üzerinde bulunmaktadır.

[215] Duvara yapışık sütun görünümlü dekorasyon elemanı

[216] Sütun başlığının üzerinde duran bir lento veya kiriş

[217] Portik, üstü örtülü, önü sütunlu açık galeri anlamına geliyor. Eski Yunan'da "stoa" olarak bilinen portikler, bugün kemeraltı olarak da ifade ediliyor.

[218] Kiliselerde, apsis'e yönelik uzunlamasına alanı dik doğrultuda kesen ve kilise planını bir haça benzer duruma getiren enlemesine nef.

[219] Bema: Kilisede dini yetkililer için oluşturulmuş yüksekçe platform

[220] Pastaforyum: Apsisin kuzey ve güneyindeki kapalı mekanlara verilen isim.

[221] Prothesis: Ayin malzemelerinin saklandığı ve hazırlandığı bölüm.

[222] Eski Ahit'e göre İlk Günah sahnesi şöyle anlatılır: ‘Rab Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan, kadına, 'Tanrı gerçekten, bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin dedi mi?' diye sordu. Kadın, 'Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz' diye yanıtladı. Ama Tanrı, 'Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz' dedi. Yılan, 'Kesinlikle ölmezsiniz' dedi. 'Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’ Kadın ağacın güzel meyvesinin yemenin bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yapraklarından kendilerine önlük yaptılar

[223] Uzun pelerin

[224] Kutsal kitaba göre, Hamursuz'un birinci gününde, İsa'ya gelen öğrencileri, Fısıh sofrasını nerede hazırlayacaklarını sordular. İsa gidip yemek yiyeceği evi söyledi. Akşam olunca, İsa ve on iki havarisi sofraya oturdular. Bu arada on ikilerden Yahuda İskariot adındaki havari, başrahiplerle anlaşmış ve otuz gümüş karşılığında İsa'yı teslim etmeye söz vermişti. Bunun için uygun bir fırsat kolluyordu. İsa, hepsi sofradayken, 'Gerçekten size diyorum ki, içinizden biri bana ihanet edecek' dedi. Çok üzülen öğrencilerden her biri, 'Ben miyim yoksa ey Rab?' diye sordu. İsa'nın cevabı şu oldu: 'Benimle birlikte sahana banan birisi bana ihanet edecek, Tanrı’nın Oğlu, alnına yazıldığı üzere gidiyor, ama Tanrı'nın Oğlu'na ihanet edenin başına gelecekleri düşünün bir! Hiç doğmasaydı daha iyi olurdu onun için’.  O zaman Yahuda İskariot, 'Ben miyim yoksa?' diye sorunca, İsa, 'Ağzınla söyledin’ dedi. Onlar yemek yerken ekmek aldı, şükran duası edip kırdı ve onlara vererek dedi: 'Alın bu benim bedenimdir.' Ve bir kâse aldı, şükredip onlara verdi; hepsi de ondan içtiler. Ve onlara, 'Bu benim kanım, birçokları için dökülen ahdin kanıdır.'

 

Luka İncil'inde ayrıca İsa, ‘Bana ihanet edecek olanın eli, benimkiyle birlikte masanın üzerindedir.’ demektedir. Yuhanna İncil'inde ise ayrıca İsa, ‘İçinizden biri beni ele verecek’ deyince, öğrencileri, kimi amaçladığını bilmedikleri için birbirlerine bakmaya başladılar. İsa'nın en çok sevdiği öğrencisi Yahya ise başını onun göğsüne dayamıştı. Ancak bu sahnede Yahya, bu İncil’de bahsedildiği gibi başını göğsüne dayamamıştır, üstelik İsa ile zıt yöne bakan masadaki tek kişidir. Sahnenin, kısmen İncil'deki anlatıma bağlı kalınarak oluşturulduğu dikkat çekmektedir. Çünkü Yuhanna İncil'inde bahsi geçen bu sahnede Yahya'nın göğsünü İsa'nın başına yaslamış vaziyette yer alması, apokrif bir özellik olmayıp sahne, Matta, Markos ve Lukas İncillerine göre tasvir edilmiş olmalıdır.

[225] Kapı ve pencerenin yerleştiği kasa, çerçeve

[226] Bir dönem Likya’nın başkentliğini yapan antik kent. Günümüzde Antalya Demre ilçe sınırlarında. 

[227] 379 yılında İmparator I. Theodosius tarafından Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak ilan edilmiştir. Eski Roma geleneğinin dini Paganizm, yasaklanmıştır.

[228] Kadınlar mahfili

[229] İyon sütun başlıklarının iki yanında bulunan helezon biçiminde kıvrım.

[230] Manastırın duvarındaki yazı bir reklamdır. ‘Giysileriniz Bedesten karşısında Zoğrafu’da’.

[231] (Seth, Kuran’da ismi geçmeyen peygamberlerden biridir. Hz. Adem’den sonra dünyaya gönderilen ikinci, dünyada doğan ilk peygamberdir. Yahudi, Hıristiyan ve İslam inancına göre Hz. Adem peygamberin üçüncü oğludur. Kabil’in Habil’i öldürmesinden 5 yıl sonra doğmuştur. Diğer kardeşlerinin aksine Şit ikiz olarak değil, tek başına doğmuştur. Şit'in bir ismi de Şis'tir. Şis, İbranice Allah’ın hibesi anlamına gelmektedir)

[232] İsrail'in kuzeyinde, eskiden Galile olarak anılan ülkede yer alan bir dağ.

[233] Eski Ahit, Eski Antlaşma ya da Ahd-i Atîk, Yeni Ahit'le birlikte Kitab-ı Mukaddes'i oluşturan, Hristiyanlarca kutsal sayılan kitap. Musevilerin Tanah isimli kutsal kitabıyla büyük oranda aynıdır.

[234] Bu dağ Moğolistan’da adı Sümer ve iki tepeli.

[235] Sümer topraklarında böyle değerli taşlar yok. Halbuki Orta Asya’nın çeşitli yerlerinde değerli taşlar bulunuyor.

[236] Halbuki zaman gece değil. Bazı araştırıcılar bu karanlığın kutup karanlığı olabileceğini söylüyor. Sümerlerin ülkeleri kutup bölgelerine yakındı ve belki de gece olmadığı halde karanlığın olduğunu biliyorlardı.

[237] Bu uzunlukta ağaçlar ancak ormanlarda bulunur.

[238] Fırat kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır

[239] S.N. Kramer’e göre Dilmun, suyu bol, temizliğiyle ün salmış, gemicilikte ileri gitmiş İndus ülkesi.

[240] Sümer Tufan efsanesinde ise, Ziusudra’nın gönderildiği yer bir cennet olan Dilmun. Dilmun Sümerlilerin denizyolu ve karayoluyla ticaret yaptıkları bir yer. Son zamanlarda arkeologlar buranın Basra Körfezi’ndeki Bahreyn adalarından Flaika Adası olduğunu söylediler. Bilgameş’in gittiği Dilmun burası olamaz. Çünkü Bahreyn adalarına gitmek için ne o kadar büyük dağlar, ne ormanlar ne de değerli taşları olan bir toprak var. O yüzden burası Asya’da bir yer olmalı. Belkide eskiden bildikleri bir yerin adını buraya verdiler.

[241] Bu da çok önemli. Çünkü Tevrat’ta Tufan 40 gün 40 gece sürüyor. Kur’an’da bu zaman belirtilmiyor. Halbuki Altay, Türkmen, Kazak Tufan öykülerinde ise hep 7 gün 7 gece sürüyor Tufan. Bu da Sümerlerin Orta Asya bağlantısını gösteriyor.

[242] Bilim insanları bu dağı Batı İran’da Nizir olarak algılamış. Tevrat’ta geminin yanaştığı yer Ararat Dağı. Kur’an’da ise Cudi. Kazak efsanesinde de Cudi dağı. Türk efsanelerinde yanaşılan yer ise Asya da bir dağ.

[243] Pleistosen Çağ, genellikle 2,6 milyon yıl önce başlayan ve yaklaşık 11.700 yıl öncesine kadar süren zaman periyodu arasındaki zaman olarak tanımlanır. Son buzul dönemi olarak da bilinen bu dönemde, gezegenimizin büyük bir bölümü buzullar ile örtülüydü. Dünya oluştuktan beri, yani yaklaşık 4,6 milyar yıllık süre içerisinde, bugüne kadar belgelenen 5 büyük buzul çağı var. Bu buzul çağlarının çoğunluğu ise insanın tarih sahnesine çıkışından önce yaşandı.

Comments