11 - TABİAT PARKI VE KOZAK KÖYLERİ

 Turizm


Ayvalık 1960’ların başlarında Türkiye’de belki de Gemlik ile birlikte turizme açılan ilk beldelerden birisidir. 1970’lerden itibaren güneye sahillerine giden yolların yapılması, 1980’lerde Dalaman, Bodrum ve Antalya havaalanlarının açılmasıyla birlikte Muğla ve Antalya illeri yapılan tesislerin de yardımıyla turizmin merkezi oldular. Kuşadası, İzmir’e yakınlık, Efes antik kenti, Meryem Ana Evi gibi cazibe merkezleriyle gemi turizminin hemen rotalarına girdi. Uzun yıllar en çok yabancı turist çeken merkez oldu. Ayvalık büyük şehirlere yakın olmanın avantajını yaşarken mevsiminin kısa oluşu ve sert rüzgarları nedeniyle dezavantajlı idi. Kitlesel kıyı turizminin Kuşadası ve Marmaris kadar yoğun biçimde gelişme göstermediği Ayvalık, eğitim düzeyi daha yüksek, göç kararında kültürel-tarihsel çekiciliklerin önemli bir rol oynadığı, daha az sayıda ve farklı bir göçmen grubunu çekmektedir. Ayvalık’a yurt dışından emekli olup göç eden Türkler, Türkiye’nin doğal ve kültürel çekiciliklerine Marmaris’tekilerden daha fazla önem vermektedirler. İklim koşulları, Türkiye’ye kolay ulaşım ve Türkiye’deki düşük yaşam giderleri gibi faktörler de yine Ayvalık’a göç edenler için, Marmaris’tekilerden daha önemli görünmektedir. Ayvalık’a göç edenlerin, Marmaris ve Kuşadası’ndan farklı olarak, daha sakin bir yaşam sürdürme arzusu öne çıkar. Ayvalık henüz kitle turizminden uzak olmasıyla diğer kentlere göre daha sakin bir yaşam sunmaktadır. İlçenin öteden beri koruduğu kentsel kimliği ve tarihsel dokusu da yeni yerleşimciler için önemi vurgulanan kültürel çekiciliği temsil eder.

Ege Denizi’ndeki deniz gümrük kapıları arasında, Ayvalık kapısı, yabancıların girişleri bakımından Kuşadası, Marmaris, Bodrum ve Çeşme’nin çok gerisindedir. Ayvalık doğal ve beşerî çekicilikleri ile büyük potansiyeli olan büyük şehirlere yakınlık ve kolay erişilebilirlik gibi avantajlara sahip olmasına rağmen, turizm ve rekreasyon[189] faaliyetleri için beklenen yüksek gelişme seviyesine eriştiğini söylemek henüz mümkün değildir. Turizm, henüz Ayvalık’taki evrimini tamamlamamıştır. Turizm beldeleri Marmaris, Kuşadası ve Ayvalık’a 2002-2009 yılları arasında AB ve OECD ülke vatandaşlarından yapılan ziyaretçi sayısı Ayvalık için 25 bin iken Marmaris için 150 bin, Kuşadası için 280 bin civarındadır.

Adalar Tabiat Parkı

Müthiş bir doğa turizmi potansiyeline sahip olan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı, Ayvalık Ticaret Odası’nın planlayıp uyguladığı bir projeyle birlikte doğaseverlerin uğrak yeri olmaya aday. Parkta, bir yanda Pateriça’ya, öte yanda Hakkı Bey Feneri’ne uzanan iki ayrı Yürüyüş ve Dağ Bisikleti Parkuru bulunuyor. Her iki parkur da 10’ar kilometre. Coğrafi yapının zenginliği, değişkenliği, yüzey şekillerinin yumuşak ve eğimli olması dağ bisikletçileri için ideal özellikler.

Resim 11-1 Üç turistik beldenin yıllara göre nüfus dağılımları

 


Resim 11-2 Türkiye’de mülk edinen yabancıların illere dağılışı. Yoğunluk Muğla ve Antalya ilinde (2011).

Resim 11-3 Marmaris Kuşadası ve Ayvalık’ın yıllara göre nüfus sayıları ve artış hızları

Park’ın sınırları içinde tam 752 farklı bitki var. Dahası, Türkiye’nin başka hiçbir yerinde bulunmayan 5 bitki türü barındırıyor. Dört tane de ülkemizde dar yayılış gösteren bitki bulunuyor. Tıbbi bitkiler ve Türkiye florası uzmanı, Prof. Dr. Kerim Alpınar bu konuda şu ilginç bilgileri veriyor:

‘Türkiye’de yaklaşık 11.400 yabani bitki çeşidi bulunduğu göz önüne alınırsa Tabiat Parkı’nda tüm Türkiye’deki bitki çeşidinin %6,6 sının bulunduğu anlaşılır. Yoğunluğu açısından karşılaştırıldığında da Park’ın genel Türkiye ortalamasının yaklaşık 4 misli oranda çeşit yoğunluğuna sahip olduğu görülür. Bu sayıya mantarlar, denizde ve karada yaşayan yosunlar dahil değildir. Türkiye’nin başka hiçbir yerinde yetişmeyen en az 5 tür şunlardır: Carduncellus caeruleus var İncisus (çiçekleri gök mavisi renkte olan, 50-60 cm boyunda dikenli bir türdür. Deve dikeni olarak bilinen türe benzer), Galium recurvum[190], Romulea columnae, Phleum exaratum, Lupinus angustifolius subsp reticulatus. Bunlara ek olarak 2 türün daha Türkiye’de sadece bu adalarda bulunduğu düşünülmektedir.’

Kuş Türleri

Ayvalık’taki kuş türü sayısı tam 243. Ülkemizde günümüze kadar saptanmış kuş türü sayısının 470 olduğu düşünülürse, bunların yaklaşık %50’sinin Ayvalık Adaları Tabiat Parkı sınırları içinde görüldüğü ortaya çıkıyor. Park sınırları içinde yer alan Badavut Tuzlası, Ayvalık’ta Flamingoların ve diğer kuşların yaz-kış karşımıza çıktığı önemli bir bölge. Flamingolar buharlaşmaya bırakılan deniz suyunda yaşayan tuz karidesleri ve mavi-yeşil alglerle besleniyorlar.

Tabiat Adaları Parkı sınırları içinde olmamasına karşın, Ayvalık Tuzlasından da bahsetmek gerek. Bu tuzla Türkiye’deki iki deniz tuzlasından biri ve toplam 21 havuzdan oluşuyor. Tuzla’da hemen her mevsim konaklayan Flamingo, Gümüş martı, Uzunbacak, Kılıçgaga, Gri Balıkçıl, Büyük Akbalıkçıl, Karakarınlı Kum Kuşu, Kara Leylek gibi kuşlar yılın 12 ayı gözlenebiliyor.

Resim 11-4 Tuzlay[191]ı saran zeytinlikler ötücü kuşların ve Ağaçkakanların da bu zenginliğe katılmalarını sağlıyor. 

Türkiye’deki 20 kadar kuş gözlem topluluğundan biri olan Ayvalık Kuş Gözlem Topluluğu, her yıl Ekim ayının ilk hafta sonunda Dünya Kuş Gözlem Günü’nü kutluyor. Etkinliğe öğrenciler, dernek temsilcileri ve yerel yöneticiler katılıyor. Topluluğun amacı yörede kuş gözlemciliğini yaygınlaştırmak ve kuşların korunmasına katkıda bulunmak. Kuşlar sabahın erken saatlerinde daha az hareket ettikleri için o saatlerde gözleniyor. Genelde sabah 06:00-10:00 arası ideal, akşam güneş batarken de iyi sayılır.

Sualtı

Su altı turizmi son yılların en gözde turizm etkinlikleri arasında yer alıyor. Ayvalık bu açıdan da çok farklı. Toplam 22 adası var. 12 ay dalış imkânı sunan 60 civarında dalış noktası bulunuyor. Ayvalık adaları sualtı florası ve faunası bakımından zenginlik oluşturuyor. Ayvalık’taki en eski resifler Deli Mehmet 1 ve 2 ile Kerbela sığlıkları. Otuzdört noktada kırmızı mercan saptanmış. Kızıldeniz mercanlarını bile gölgede bırakıyor bu özelliğiyle. Türkiye’de kırmızı denizyıldızı da sadece bu yörede görülüyor. Deniz tavşanı da öyle. Ayvalık’ta meraklıları için günü birlik dalgıç eğitimleri veriliyor; deneme dalışları yaptırılıyor. Ayrıca daha uzun süreli kurslar var. Önce kuramsal bilgiler aktarılıyor, ardından sıra eğitim dalışlarına geliyor. Sualtı avcılığı bereketiyle de biliniyor Ayvalık. Zıpkınla avcılık yapanlar yüklü ve dolayısıyla mutlu dönüyor teknelerine. Ayrıca deniz dibi harikulade bir görsel zenginlik sunduğu için sualtı fotoğrafçılarının favorisi...

Resim 11-5 Sualtı florası

Ayvalık Kırsalı ve Madra Dağları

Antik Kuzey Ege halkları bölgelerindeki dağa, Ana tanrıça Ma’nın eşi olma yüceliğine ithafen Madra[192] Dağları adını vermişti. Dağlar, kudretli görünümü ve verimli toprakları ile Ege halklarınca onurlandırılmış ve ana tanrıça Ma’ya layık görülmüş onun eşinin adıyla anılmış. Madra dağları magmadan püskürmüş lavların yığılmasından oluşmuş eski bir yanardağdır. Kuzeyde Edremit, güneyde Bakırçay olukları arasında yükselir ve kubbe şeklindedir. İvrindi, Havran, Burhaniye, Ayvalık ile Bergama ilçesi topraklarında yer almaktadır. Yeraltı ve yer üstü kaynakları açısından zengin olan bölgedeki kültür varlıklarının çeşitliliği de dikkat çekicidir. Antik dönemin önemli kentlerinden olan Adramytteion ve Thebai yerleşimleri bölgenin önemli yerleridir. Bizans döneminde bölgenin önemli bir piskoposluk merkezi olduğu bilinmektedir. Bölgeyi çevre ile bağlayan antik köprülerin varlığı, sıcak su kaynaklarının oluşturduğu kaplıca kültürü ve antik kentler bölgenin önemli özellikleridir. Roma dönemi ve öncesine ait kaynaklarda Edremit Körfezi, Thebai Ovası olarak adlandırılmaktadır. Bu alanda İnönü Mağaraları, Burhaniye Höyücek Tepe, Kızçiftliği Höyüğü, antik Adramytteion kenti, Kozak Yaylasında ise Perperene ve Ontonium gibi yerleşimlerin varlığı bilinmektedir.

Resim 11-6 Madra dağı ve çevresinin haritası 

Edremit Körfezi ve Madra çanağında en önemli araştırmaları yapan Prof. Dr. Engin Beksaç, Madra Dağı'nın en önemli yükseltisinin Kuyumcu Köyü'ndeki Kaplan Sivrisi Akropolü ve buradaki Trarion antik kenti olduğunu vurgulamakta. Bazı kitaplarda ise en yüksek tepesinin Maya[193] tepesi olduğu yazılmakta. Madra Anadolu'da yaşayan en eski yer adlarından. Luvi ve ardılı dillerde Ana Tanrıçanın erkeği anlamına gelmekte. Pindasos ise daha geç Helenistik dönemdeki adı. Tepeye adını veren Maya kelimesi de yine Anadolunun eski dillerini anımsatıyor. Madra Dağı yakınlarındaki en önemli akarsu, Ayazmend deresi diye bilinen eski çağdaki ismiyle Gryllios yani Madra Çayı'dır.

Kozak Yaylası

Kozak Yaylası, Bergama-Ayvalık ilçe merkezleri arasında yer alıyor. Bergama'ya yaklaşık 20 km mesafeden itibaren başlıyor ve deniz seviyesinden yüksekliği 500-1000 metre arasında değişiyor. Bölgedeki köylere de Kozak Köyleri deniyor. Yüksek kesimlerden batıya bakıldığında Ege Denizi ve Midilli Adası görülebiliyor. Bölgenin merkezi sayılan Yukarıbey bucağı denize 25 km’lik mesafede. Bölge; Okçular, Bağ yüzü, Yukarıbey, Karaveliler, Kıranlı, Çamavlu, Güneşli (Tekke), Göbeller, Terzi Haliller, Kaplan, Hacı Hamzalar, Aşağı cuma, Aşağı Bey, Hisarköy, Ayvalar, Yukarı cuma, Demircidere köylerinden oluşuyor.

Madra dağının Maya tepesi 1.344 metreye kadar yükseliyor. Ancak kozak köylerinin bulunduğu yayla ortalama 500 metre civarında. Bölgede 500 aile yaylacılık geleneğini sürdürüyor. Ege’nin en güzel coğrafyası, en ilginç ekonomik kaynağı; çam fıstığı, üzümü, elması, helvası burada. Osmanlı Devleti zamanında Karasi Eyaleti’nin merkez sancağı Balıkesir’in kazalarından biri olan Kozak, Cumhuriyet tarihimizin başlarında belediye olmuş. Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölge 700 metre yüksekliğe kadar fıstık çamları ile kaplı. Bölgeye adını veren de işte bu bitki örtüsü. Çam ağaçlarının fıstık meyvesi taşıyan yumrusuna kozalak, ağaçların bulunduğu yere ise kozak deniyor. Bergama Krallığı döneminden beri çam ağaçları ile kaplı bu yaylada en büyük geçim kaynağı da fıstık. Kozak yaylası çanağında 16 milyon fıstık çamı bulunuyor. Fıstık üretimi yılda ortalama 1.000 ton dolayında. Yüzde doksanı ihraç edilen ürünün, %8’lik kısmı iç piyasada tüketime sunuluyor. Fıstık çamı Kozak Yaylası’nda ilkçağdan beri bulunuyor. Romalılar, Bergama Krallığı sonrasında (MÖ 133) Kozak Yaylası’nda fıstık çamının üretimine ve ağacın daha geniş alanlara yayılmasına öncülük etmişler. Fıstık çamının ilk yayılma alanı Okçular ile Aşağıbey bölgesi olmuş. Ardından tüm yayla çanağına yayıldığı biliniyor. Üretimdeki artış ve ürünün değer kazanması ise Türkiye’de son 50 yılda gerçekleşmiş. Fıstık çamının kerestesi ve odunundan da yararlanılıyor. Her şeyin merkezi, yaşamın, geçimin, sazın, sözün özü bu çam ağacından ibaret. Bölge halkının da en önemli uğraşları çam fıstığı üretimi. Besin değeri yüksek ve lezzetli bir ürün olan fıstık evlerde de tüketilmekte, özellikle bal ile karıştırılarak yapılan helvası büyük beğeni topluyor.

Resim 11-7 Kozak çamları ve köyleri. 

Yaylada üretilen diğer önemli ürün üzüm. Kozak üzümü adıyla çevrede nam salmış olan üzümler gerek görüntü gerekse lezzet bakımından tercih ediliyor. 1940'lı yıllara kadar bağcılık ve yan uğraşıları bölgenin asıl geçim kaynağı iken bu tarihte üzümlerde oluşan bir hastalık ve fıstık çamının daha az zahmetle daha fazla gelir getiriyor olması köylüyü üzüm yetiştiriciliğinden kısmen uzaklaştırmış. Fakat son yıllarda düşen fıstık rekoltesi nedeni ile, yayla iklimiyle farklı lezzete sahip iri siyah Kozak üzümünü yetiştirmek için bağcılığa dönüş başlamış durumda. Yetiştirilen üzümler pazarlarda satılmakla birlikte evlerde pekmez ve şarap yapımında da kullanılıyor. Fıstık, zeytin ve üzüm dışında köylüler seyrek de olsa sınırlı arazilerde sebze ve badem, ceviz, nar, ayva gibi meyveleri de yetiştiriyor. Dokumacılığı ile de ünlü olan bölgede eskiden her köyde halı dokunurken günümüzde bu gelenek 15 köyden yalnızca Karaveliler, Kıranlı, Çamavlu, Güneşli (Tekke), Terzihaliller, Yukarı Cuma ve Hacıhamzalar köylerinde sürdürülüyor. Kozak halıları, Selçuk halılarının bir devamı olarak görülüyor. Selçuklu halılarında olduğu gibi geometrik desenler bitkisel motiflerle örülüyor. Zemin genellikle dik dörtgen bir çerçevede sekiz köşeli yıldız, yatık, örgülü şerit ve kanca motifleri ile bezenmiş. Halılar Türkmen ve Yörük kimlikleri ile ayırt ediliyor. Halı, kilim, çuval ve heybelerden Kozak halkının kimlerden olduğu çok kolay anlaşılabiliyor. Genelde alevi köylerine Türkmen, sünni köylere Yörük deniyor.

Bölgede geleneksel kültürü yaşatan köyler göçer kültürünü yaylaya getirmişler ve halı, kilim, heybe, torba, çuval, yaygı, yazgı, kepenek, keçe yelek, yün çorap, eldiven, külah dokumaları ile ün salmışlar. Her evin bir ya da birkaç tezgâhı bulunduğu biliniyor. Dokuma kültürü Kozak’ta yaşamı da belirliyor. Öyle ki çam ağacına çıkmasını beceremeyen erkeklerle, ilmek bıçağı tutmasını bilmeyen kızların evlenemedikleri rivayet ediliyor. Kozak halı ve kilimlerinde egemen renk kırmızı ve mavi. Beyaz, sarı, yeşil de kullanılıyor. Boya ise kök boya. Yöre halılarının iki farklılığı var. Birincisi kareye yakın dikdörtgen, ikincisi halının başındaki kilim kısmının püsküllü olmasıdır. Buna nazarlık püskülü deniyor. Kozak köylerinde kilim her evin temel eşyası ve zenginliği aynı zamanda. Sandık kilimi, tarak kilimi, çayır çiçeği kilimi, payam çiçeği kilimi, gümüş çengel kilimi, beni savran kilimi, Havut başı, armut çiçeği kilimi, ördek zülfü kilimi, bölük yürek kilimi, yörük tarağı kilimi, dolaşevren kilimi, çınar yaprağı kilimi, tarak sili, Türkmen sili, taban sili, cırnak sili, sandık sili gibi bolca adlandırılan çeşitlerini bulmak mümkün. Özellikle sandık kilimi her gelin olacak kızın çeyizinde bulunuyor. Kozak kilimlerinde doğa örnekli, geometrik desenli ve saksıda çiçek, bitki, elma, portakal motifleri çoğunlukta. Hayvan motiflerine de rastlanıyor. Desenlerde tüm doğa renkleri hâkim.

Kozak Yaylası, Bergama-Ayvalık arasında 67 km’lik bir yol. Her kilometresi oldukça renkli. O nedenle her köye uğramak keyifli olabilir. Özellikle Demirci Dere’deki Türkmen geleneklerini yaşatan köy halkına mutlaka merhaba demeli, meşhur keşkeklerini tatmalısınız. Hatta şans eseri bir ‘gelin alma’ törenine rastlarsanız; ‘sura’yı da tadabilirsiniz. Sura kemiksiz kuzu kaburga, kozak fıstığı, kuş üzümü ve yayla otlarının fırınlanarak pişirildiği bir yemek. Nebiler köyü, küçük şelaleleri, düdeni ve sahip olduğu güzel trekking parkurları ile özellikle doğa yürüyüşü ve trekking aktiviteleri için büyük ilgi odağı konumunda. Köy, barındırdığı kaplıca ve ılıcalarla da önemli bir değere sahip.

Ayvalık’ın kırsalını oluşturan 17 köy yerleşimi bulunmaktadır: Akçapınar, Bağyüzü, Beşiktepe, Bulutçeşme, Çakmak, Çamoba, Hacıveliler, Karaayıt, Kırcalar, Küçükköy, Murateli, Mutlu, Odaburnu, Tıfıllar, Türközü, Üçkabaağaç ve Yeniköy. Yöre halkı tarafından 19 köye, fıstık çamlarıyla kaplı Kozak Yaylası’nda yer almaları nedeniyle ‘Kozak Köyleri’ denilmektedir. Küçükköy ise 1970’te belde statüsüne geçirildiyse de son idari değişikliklerle birlikte belde statüsünün kalkması neticesinde yerleşimin belediye faaliyetleri sonlandırılmış ve Ayvalık’ın bir mahallesi olmuştur.

Ayvalık Köyleri

Merkez köyler, merkezi ve yerel yönetimlerin köylere ve yaşayanlarına götürmekle yükümlü olduğu kamusal hizmetlerin toplandığı merkezi yerleşim yerleri olarak tanımlanabilir. Ayvalık köylerinin üçü, Akçapınar, Bağyüzü ve Çakmak, başta eğitim ve sağlık donatılarına erişim imkanları sunuyor olmaları sebebiyle merkez köy statüsündedirler. Her ne kadar Ayvalık kent merkezine mesafeleri uzak olsa da eğitim ve sağlık yapılarıyla birlikte bir kırsal yerleşim için gerekli diğer tüm donatı ve hizmet yapılarını barındırmaları sebebiyle hem kendi kendilerine yeterli hem de diğer köy yerleşimlerinin ihtiyaçlarını karşılayabilir konumdadırlar.

Resim 11-8 Ayvalık ve çevre köyler 

Çamoba, Yeniköy, Tıfıllar, Türközü ve Karaayıt köylerinde yaşayan öğrenciler taşımalı eğitimle, köy halkı ise sağlık hizmetlerinden faydalanabilmek için Akçapınar’a gitmekte ve ayrıca bu altı köy sosyal ve ekonomik açıdan birbirleriyle yakın ilişkiler kurmaktadır. Benzer şekilde, Odaburnu, Beşiktepe, Bulutçeşme, Kırcalar ve Üçkabaağaç köylerinde yaşayan öğrenciler ve yetişkinler Çakmak’taki eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmakta ve yine bu altı köy sosyo-ekonomik yapı benzerliklerinden dolayı birbirleriyle diğer köy yerleşimlerine oranla daha yakın ilişkiler kurmaktadırlar. Bağyüzü Köyü daha çok Hacıveliler ile hem donatı hem de sosyo-ekonomik açısından ilişki içindedir. Merkez köy ve bağlı köyler ağı dışında kalan Küçükköy, Mutlu ve Murateli köyleri ise öncelikli olarak Ayvalık kent merkeziyle ilişkilenmektedirler. Zonal Topraklar, genellikle düz ve az eğimli yerlerde oluşmuş topraklardır. Ana kayaların, yerinde ayrışmasıyla oluşurlar. Bu yüzden yerli topraklar da denir. Topraklar oluşum özelliklerine göre taşlı, kireçli, kumlu, humuslu, milli gibi çeşitlere ayrılırlar ve birden sekize kadar numaralandırılır.

Akçapınar

Akçapınar Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 20 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan tepe, sırt ve yamaç gibi farklı yerleşim dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. 240 m rakımda olan Akçapınar, jeolojik açıdan risksiz alanda bulunmaktadır. Ayrıca yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı, kuru marjinal tarım alanı ve mera alanı vardır. Merkez köy olan Akçapınar’ın kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte, 100 yılı aşkın bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. İlköğretim tesislerinin bulunduğu köye diğer yerleşimlerden taşımalı eğitimle gelinmektedir. Küçükbaş hayvancılıkla ve zeytincilikle uğraşılan köyde ayrıca bamya da üretilmektedir. Köyde bulunan dikiş-nakış kursu kadınların el sanatlarıyla uğraşmalarına olanak tanımaktadır.

Bağyüzü

Bağyüzü Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 32 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan bir yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir. 490 m ile en yüksek rakımlı yerleşim olan Bağyüzü, jeolojik açıdan risksiz alanda bulunmaktadır. Köy ayrıca, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı ve kuru marjinal tarım alanı vardır. Merkez köy olan Bağyüzünün kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte, köyün güneybatısındaki ‘Koca Avlu’ mevkiinde tarihi mezar taşları olması sebebiyle ilk yerleşim yerinin bu bölgede olduğu tahmin edilmektedir. Zamanında üzüm bağlarının bolluğundan dolayı Bağyüzü ismini almış olan köyde büyükbaş hayvancılıkla, tarımla ve zeytincilikle uğraşılmakta, köylüler bahçelerindeki ağaçlardan farklı türlerde meyve ve yemiş elde edebilmektedirler. Geleneksel dokuya sahip yerleşimin yüksek kesimlerinde arıcılık da yapılmaktadır. Geleneksel kültürel etkinliklerin hala devam ettiği Bağyüzü’nde el sanatlarıyla da uğraşılmaktadır.

Resim 11-9 Kozak yaylası Bağyüzü Köyü Atatürk anıtı

Beşiktepe

Beşiktepe Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 26 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan bir yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir ve dağınık yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir. 390 m rakımda konumlanan Beşiktepe’de jeolojik açıdan risksiz alanda bulunmaktadır. Ayrıca yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı ve kuru marjinal tarım alanı bulunmaktadır. Beşiktepe’nin 150 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Geleneksel dokuya sahip köyün geçim kaynakları; küçükbaş hayvancılık, tarım ve zeytinciliktir. Köy halkının bir kısmı, yaz aylarında Sarımsaklı’ya giderek turizm sektöründe çalışmaktadır.

Bulutçeşme

Bulutçeşme Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 24 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan sırt ve yamaç gibi farklı yerleşim dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. 260 m rakımda olan Bulutçeşme; jeolojik olarak risksiz alanda bulunurken, ikinci, üçüncü ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı, kuru marjinal tarım alanı ve dikili zeytinlikler görülmektedir. Bulutçeşme’nin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte, 300 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Hayvancılıkla, tarımla ve zeytincilikle uğraşılan köyde ayrıca bamya da üretilmektedir. Ancak yeterli gelir elde edemeyen hanelerin Altınova gibi daha büyük yerleşimlere iş bulma gayesiyle göç ettikleri bilinmektedir.

Çakmak

Çakmak Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 19 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan yamaç dokusunda konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. 128 metre rakımda olan Çakmak; jeolojik olarak risksiz alanda bulunurken, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında kuru marjinal tarım alanının bulunduğu görülmektedir. Merkez köy olan Çakmak’ın 100 yılı aşkın bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. İlköğretim tesislerinin bulunduğu köye diğer yerleşimlerden taşımalı eğitimle gelinmektedir. Hayvancılıkla, tarımla ve zeytincilikle uğraşılan Çakmak’ta bamya, buğday ve pamuk üretilen ürünler arasında dikkat çekmektedir. Özellikli yapıların görüldüğü köyün tepesinin hâkim olduğu deniz manzarası, yaşayanlarının görüşüne göre birkaç tesisin köye kazandırılmasıyla turistik önem taşıyacak bir potansiyele sahiptir.

Çamoba

Çamoba Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 19 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan yamaç ve tepe dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. Rakımı 250 metre olan Çamoba da jeolojik açıdan risksiz alanda bulunmaktadır. Ayrıca yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında kuru marjinal tarım alanı ve mera alanının bulunduğu; ayrıca orman ve tarım alanı çevresinde konumlandığı görülmektedir. Çamoba’nın 300 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Köyün temel geçim kaynakları, küçükbaş hayvancılık, tarım ve zeytincilik olup; bamya da üretilen diğer bir ürün olarak öne çıkmaktadır. Köyde ayrıca bir ilkokul ve Spor Kulübü Derneği bulunmaktadır.

Hacıveliler

Hacıveliler Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 20 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan sırt ve tepe dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. 200 m rakımda olan Hacıveliler, jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı ve kuru marjinal tarım alanı bulunduğu; ayrıca tarım alanı içine konumlanmış olduğu görülmektedir. Kuruluş yılı veya tarihi geçmişi bilinmeyen Hacıveliler’de bugün köylülerin temel geçim kaynakları hayvancılık ve zeytinciliktir.

Karaayıt

Karaayıt Köyü de tıpkı Hacıveliler gibi, Ayvalık ilçe merkezine 20 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan sırt ve tepe dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. Rakımı 200 m olan Karaayıt; jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında, orman alanı ve kuru marjinal tarım alanı bulunduğu; ayrıca farklı cins çam ormanıyla çevrili olduğu görülmektedir. Karaayıt’ın 100 yılı aşkın bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. İklimin neredeyse bütün yıl çalışmaya imkân tanıdığı köyün temel geçim kaynakları; küçükbaş hayvancılık, tarım ve zeytinciliktir. Yerleşimin yaklaşık 2 km. ötesinde kurulu bulunan Ayazmant Demir Yatağı, köylülerin maden sektöründe çalışmasına da imkân sağlamaktadır. Ayrıca doğa yürüyüşlerinin yapıldığı rotaların varlığı, Karaayıt’ta turizm potansiyelini doğurmaktadır.

Kırcalar

Kırcalar Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 22 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan bir yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir ve toplu yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir. 145 m rakımda konumlanan Kırcalar; jeolojik olarak risksiz alanda bulunurken, Bulutçeşme gibi ikinci, üçüncü ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışında orman alanı ve kuru tarım alanı bulunduğu görülmektedir. Kırcalar’ın 300 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Hayvancılıkla, tarımla ve zeytincilikle uğraşılan köyde bamya da üretilmektedir. Köylüler ayrıca bahçelerinde geçimlik ekili-dikili ürünler yetiştirmektedirler.

Küçükköy

Küçükköy, Ayvalık ilçe merkezine 8 km uzaklıkta olup, merkeze en yakın üç köyden biridir. Sekiz metre rakımda konumlanan ve düzlük alanda toplu yerleşme tipolojisine sahip Küçükköy, diğer köylerden farklı olarak jeolojik açıdan riskli alanda yer almaktadır. Ayrıca ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında; orman alanı, kuru mutlak tarım alanı, kuru marjinal tarım alanı, dikili zeytinlikler ve çayırlardır. Eski ismi olan Yeniçarohori’yi, Fatih Sultan Mehmet’in 1462 yılında burada yerleştirdiği yeniçerilerden alan Küçükköy, Ayvalık’ın en eski ve vaktiyle en kozmopolit yerleşimlerinden biridir. Farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olması sebebiyle geleneksel dokusunu bugün hala koruyan ve birçok özellikli yapıya sahip olan Küçükköy’de temel geçim kaynakları; hayvancılık, tarım, zeytincilik ve turizmdir. Yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirilen kültürel etkinlikler ise yerleşimi diğerlerinden farklılaştıran dinamiklerinden biridir.

Günümüzde ‘Boşnak Köyü’ olarak bilinen Küçükköy, 10.277 kişiyle Ayvalık köyleri arasında nüfusu en yüksek olan köydür. 1965-2016 yılları arasındaki nüfus grafiği incelendiğinde nüfusun 1970-2000 yılları arasında sürekli olarak yoğun bir artış gösterdiği, 2000 itibariyle küçük bir düşüş yaşadığı ancak 2014’e değin yeniden artışa geçtiği görülmektedir. Köy, demografik yapısındaki en hızlı gelişmeyi 1990-2000 yılları arasında yaşamıştır; birden çoğalan nüfusu Küçükköy’ün bugünkü kimliğini oluşturmasının temelini atmıştır. Yıllar boyunca göç alan nitelikte bir yerleşim olmasının sebebi ilçe içerisindeki merkezi konumu ve zamanının belde belediyesine sahip bir yerleşim olarak yaşayanlarına farklı imkanlar sunabilmiş olmasıdır. Eski adı yeniçeri anlamına gelen Yeniçarohori olan Küçükköy ayrıca, bugün hala Boşnak muhacırların yaşaması nedeniyle etnik yapı açısından da diğer köylerden farklılık göstermektedir.

Küçükköy’ün vaktiyle nüfusunun çoğunluğunu Lesbos’tan gelmiş olan ‘Adalılar’ oluşturmaktayken; sonrasında mübadele ile köyden ayrılmak zorunda kalacak Rumların yanı sıra, 1900’lerin başında şimdiki Karadağ, Saraybosna ve Sancak’tan gelmiş olan muhacir göçmenlerin yerleştiği bir köydür. Yugoslavya’dan gelen ve ‘Boşnak’ olarak tabir edilen ilk grup 1893’te, ikinci grup ise 1913’te Küçükköy’e yerleşmişlerdir. Boşnaklar halen Küçükköy’ün bugünkü yerlilerini oluşturmaktadırlar. Bu anlamıyla Küçükköy hem mübadil hem muhacir bir köy yerleşimidir. Bu özelliğiyle Ayvalık içerisindeki diğer tüm yerleşimlerden farklılaşmaktadır.

Yeniçarohori, 1462’de Lesbos’un kontrolünü sağlamak için Fatih Sultan Mehmet’in isteğiyle yeniçerilerin obalarını kurup yerleştikleri bir köy olarak bilinmektedir. Lesbos’a oldukça yakın bir konumu olan Yeniçarohori’ye yerleşen yeniçeriler, Ada’yı ele geçirip kontrolü sağlayana kadar bir süre burada yaşamışlardır. Uzun yıllar sonra bölgeye yerleşen Rumlar ise, buraya ‘yeniçeri evi’, ‘yeniçeri köyü’ anlamına gelen Yeniçarohori, Yeniçarohorion demişlerdir.

Küçükköy’e, tarihi Rum evlerinin restore edilerek sanat atölyelerine dönüştürüldüğü, kültür merkezinin, kent müzesinin kurulduğu, festivallerin düzenlendiği bir sanat ve tasarım köyü denilebilir. Bu gözlem ve tespitlerden, Küçükköy’ün sosyal ve kültürel yapısında hızlı bir değişim yaşandığı anlaşılmaktadır. Küçükköy’de 19. yüzyıldan kalma 3 kilise ve 3 manastır bulunmaktadır. Bunlardan biri de Agios Athanasios Kilisesi’dir. Günümüzde cami olarak kullanılan yapının bahçesinde Kent Müzesi bulunmaktadır. Bu müzede tamamı göçmen olan köy halkından toplanan eşyalar sergilenmektedir. Köyde bulunan Cumhuriyet Kültür Merkezi ise, toplantı ve sergi alanı gibi birçok farklı amaçlarla kullanılırken; düğünlere ve çeşitli eğlencelere uygun çok amaçlı olarak tasarlanmıştır. Zamanının Küçükköy Belde Belediyesi tarafından organize edilen kum festivali ya da spor, folklor, müzik gibi farklı dallardaki etkinlikler, Küçükköy’e bağlı turizm merkezi Sarımsaklı’da sergilenmekte ve bu yönüyle etkinlikler yöreye farklı ve büyük bir hareketlilik getirmektedir. Türkiye’nin en uzun ve en iyi kumsalına adını veren Sarımsaklı Plajları, eskinin belde sınırları içerisindedir. Bu özelliğiyle plajlar, her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist çekmektedir.

Murateli

Murateli Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 8 km. uzaklıkta olup, merkeze en yakın üç köyden biridir. Topoğrafik açıdan bir yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir ve toplu yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir 100 m rakıma sahip Murateli; diğer köylerden farklı olarak Küçükköy gibi düşük de olsa jeolojik açıdan riskli alanda yer almaktadır. Ayrıca ikinci, üçüncü, dördüncü ve altıncı sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında, kuru marjinal tarım alanı ve dikili zeytinlikler bulunduğu; ayrıca yerleşimin de yine dikili zeytinliklerin içinde konumlandığı görülmektedir. Kuruluş tarihi bilinmeyen Murateli’nde temel geçim kaynakları, hayvancılık ve zeytinciliktir. Köyün diğer yerleşimlerden farklı olan en önemli özelliği ise, sakinliği nedeniyle Ayvalık’ın farklı yerlerinde yaşayanlarca emeklilik sonrası tercih edilmesidir.

Mutlu

Mutlu Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 8 km. uzaklıkta olup, Küçükköy ve Murateli gibi merkeze en yakın köylerden biridir. Topoğrafik açıdan yamaçta konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. 146 m rakımda olan Mutlu; Murateli gibi jeolojik açıdan düşük riskli alanda yer almaktadır. Ayrıca ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında, kuru marjinal tarım alanı, kuru mutlak tarım alanı ve dikili zeytinlikler bulunduğu; ayrıca yerleşimin de yine dikili zeytinliklerin içinde konumlandığı görülmektedir. Kuruluş tarihi bilinmeyen Mutlu’da temel geçim kaynakları; küçükbaş hayvancılık, zeytincilik ve turizmdir. Geleneksel dokuya sahip köyde ayrıca zeytinyağı fabrikası ile konaklama tesisi bulunmaktadır.

Odaburnu

Odaburnu Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 23 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan bir yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir ve dikili zeytinliklerin çevresine kurulmuş eğilimli arazi yapısından dolayı dağınık yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir. 150 m rakımda konumlanan Odaburnu; jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Kuruluş tarihi bilinmeyen Odaburnu’nda küçükbaş hayvancılıkla, tarımla ve zeytincilikle uğraşılmakta olup; bamya da üretilmektedir. Yerleşim, geleneksel dokusuyla dikkat çekmektedir.

Tıfıllar

Tıfıllar Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 21 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan yamaç ve tepe dokularında konumlanmıştır ve toplu yerleşme tipi örneği göstermektedir. Kaz Dağları ve Lesbos Adası’nın panoramik görüntüsüne sahip ve rakımı 300 m olan Tıfıllar; jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, ikinci, üçüncü, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında, kuru marjinal tarım alanı, kuru mutlak tarım alanı ve dikili zeytinlikler bulunduğu görülmekte; ayrıca yerleşim sırasında tarım alanlarına ve ormanlık alanlara yakın yerlerin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Kuruluş tarihi bilinmeyen Tıfıllar’da temel geçim kaynakları; hayvancılık, tarım ve zeytinciliktir. Eğitim ve sağlık tesisinin bulunmadığı köyün Sivri Mevkii’nde ‘Botanik Köy Taş Evler Projesi’ ise dikkat çekicidir. ‘Cunda bölgesinde yer alan eski Rum evleri mimarisinden esinlenerek taş ve ahşap işçiliği kullanılarak’ inşa edildiği söylenen 21 konut, köyün mimari karakterinden farklılaşmaktadır.

Türközü

Türközü Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 18 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan boyun (Birbirine ters yönde açılmış iki akarsu vadisinin en yüksek iki doruk arasındaki alanın en alçak yerine boyun denir. Buralara bel ya da geçit de denir) yerleşimi özelliği göstermektedir ve toplu yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir. 125 m rakımda konumlanan Türközü; jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında; kuru mutlak tarım alanı, mera alanı ve dikili zeytinlikler bulunduğu görülmektedir. Kuruluş tarihi bilinmeyen ancak özellikli yapılara sahip olan Türközü’nde temel geçim kaynakları; hayvancılık, tarım ve zeytinciliktir.

Üçkabaağaç

Üçkabaağaç Köyü, Ayvalık ilçe merkezine 22 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan yamaç ve geçitte konumlanmıştır. Ormanlık alanlar eğimli olduğu için düz alanlara göre daha dağınık yerleşme örneği göstermektedir. Rakımı 103 m olan Üçkabaağaç; jeolojik açıdan risksiz alanda bulunurken, dördüncü, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Ayrıca köyün içerisinden geçen Bahçe Deresi, yerleşimi aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında; orman alanı, kuru marjinal tarım alanı, kuru marjinal tarım alanı, mera alanı ve dikili zeytinlikler bulunduğu görülmektedir. Kuruluş tarihi Kurtuluş Savaşı’ndan önceye dayanan Üçkabaağaç’ın yedi haneyle kurulmuş olduğu bilinmektedir. Köyün temel geçim kaynakları, hayvancılık, tarım ve zeytincilik olup; ürünlerden incir ve badem sezonluk elde edilmektedir. Yerleşimin yakınında bulunan baraj, dışarıdan ziyaretçilerin piknik yapmak, balık tutmak ve manzarayı izlemek için gelmelerine; dolayısıyla turizm dinamiğinin oluşmasına olanak sunmaktadır.

Yeniköy

Yeniköy, Ayvalık ilçe merkezine 22 km. uzaklıkta olup, topoğrafik açıdan yamaç yerleşimi özelliği göstermektedir ve toplu yerleşme tipolojisi dikkat çekmektedir. 120 m rakımda bulunan Yeniköy; jeolojik açıdan riskli alanda bulunmaktadır. Ayrıca üçüncü, altıncı ve yedinci sınıf toprak tipine sahiptir. Köyün yerleşim alanı dışındaki arazi kullanım dağılımına bakıldığında; kuru marjinal tarım alanı, kuru mutlak tarım alanı ve mera alanının bulunduğu; ayrıca de yerleşimin dikili zeytinliklerin içinde konumlandığı görülmektedir. Yeniköy, diğer köylere oranla zeytinliklere en yakın yerleşimdir. Kuruluş tarihi bilinmeyen Yeniköy’de temel geçim kaynakları hayvancılık, tarım ve zeytinciliktir.

Ekonomik Yapı

Ayvalık köylerinin ekonomik yapısı, sektörler ve kırsal üretim çeşitleri üzerinden değerlendirilebilir. Köylerde tarım, turizm, sanayi ve madencilik sektörlerinin öne çıktığı; kırsal üretimde ise çeşitli meyve ve sebze ürünlerinin ekimi ve hasatı yapıldığı; yoğunlukla zeytinciliğin, az da olsa arıcılık, balıkçılık gibi faaliyet alanlarının var olduğu görülmektedir. Ayvalık köylerinde tarımsal üretim kapsamında en yaygın olarak yapılan faaliyet zeytinciliktir. Ürün niteliği, kalitesi ve pazardaki hakimliğiyle birlikte zeytincilik, ekonomik anlamda Ayvalık’ın en önemli girdilerindendir. 19. yüzyılın ikinci yarısından bugüne üretimi artarak devam eden zeytin ve zeytinyağı, Ayvalık’ın marka ögelerinden biridir. Bir kırsal miras olarak nitelendirilebilecek zeytin ve zeytincilik, Ayvalık’ın tüm köylerinin uğraş alanıdır. Diğer yandan geçimlik(kendi tüketimi için) ve kâr amaçlı olmak üzere iki farklı yaklaşımla değerlendirilebilmekte ve her köyde bu yaklaşım birbirinden farklılık gösterebilmektedir. Akçapınar, Bağyüzü, Karaayıt, Murateli, Üçkabaağaç köylerinde hem geçimlik hem de ticaret amacıyla zeytincilik yapılırken; Beşiktepe, Bulutçeşme, Çakmak, Çamoba, Hacıveliler, Kırcalar, Küçükköy, Mutlu, Odaburnu, Tıfıllar, Türközü ve Yeniköy’de ise yoğunlukla geçimlik zeytincilik yapılmaktadır. Bu 17 köy arasında zeytincilik alanında en öne çıkan ise Bağyüzü Köyü’dür, çünkü köy halkı, çam fıstığından elde ettikleri geliri zeytine yatırmaktadır. Bu sebeple Akçapınar, Çamoba, Tıfıllar ve Odaburnu köylerindeki pek çok arazi Bağyüzü köylülerine aittir. Tam karşıt bir örnek olarak Odaburnu Köyü ise, zeytin verimliliği en yüksek köy olmasına rağmen zeytincilik faaliyetinden en düşük gelir elde eden köydür; köy halkı yerleşimdeki zeytinliklerde işçi olarak çalışmaktadırlar.

 

Murateli ve Mutlu köyleri, neredeyse tamamen zeytinlik alan içerisinde konumlu, köyler arasında zeytinlik alan sahipliliği en yüksek iki köydür. Bundan dolayı Murateli Köyü’nde gelir getirici faaliyet olarak yalnızca zeytincilikle uğraşılmaktadır. Civar köyler Kırcalar, Türközü ve Yeniköy’de de zeytinlik alan varlığı yer yer kesintiye uğrasa da dikkat çekici orandadır. Ancak İzmir sınırına doğru gidildikçe köylerin zeytinlik alan sahipliliği de azalmaktadır. Buna rağmen her köyde zeytinciliğin başat üretim faaliyeti olduğu, yaşayanların büyük kısmının kendi köylerinde ya da başka köylerde bu alanda çalıştığı veya istihdam edildiği söylenmelidir.

Kırsal alanda kurulu zeytincilik işletmeleri incelendiğinde, bu işletmelerin çoğunlukla Beşiktepe, Küçükköy ve Üçkabaağaç köylerinde veya yakın çevrelerinde yer seçtiği görülmektedir.

Ayvalık Köylerindeki Faaliyetler

Ayvalık köylerinde yaşayan halk, zeytin dışında sebze-meyve ekimi de gerçekleştirmektedir. Köylerde ekilen başat ürünler; bamya, incir, badem, buğday, dolmalık fıstık, üzüm, mantar ve pamuktur. Üzüm meyve olarak tüketiminin dışında pekmez ve şarap üretimi için de kullanılmaktadır. İncir ve badem daha çok Üçkabaağaç’ta üretilirken, buğday ve pamuk üretimi ise Çakmak ve yine Üçkabaağaç köylerinde yapılmaktadır. Akçapınar Köyü, özel bir tür mantar[194] yetiştirmesiyle dikkat çekmektedir. Diğer yandan Bağyüzü Köyü, diğer köylerle karşılaştırıldığında en fazla ürün çeşidi üreten köydür. Dolmalık fıstık üretiminde uzmanlaşmış olan köy, İtalya’ya, Portekiz’e, İspanya’a, Almanya’ya ve hatta Dubai’ye dahi fıstığın[195] ihracatını yapmaktadır. Adını üzüm bağlarından alan Bağyüzü Köyü’nün diğer uzmanlaştığı ürün ise üzümdür[196]. Ancak hala pekmez ve Kozak şarabı üretimine devam edilmektedir. Bağyüzü Köyü sakinleri seyrek de olsa sebze yetiştirmekte, bahçelerindeki meyve ağaçlarından badem, ceviz, nar, ayva gibi meyveler elde etmektedirler. Değinilmesi gerekli diğer bir ürün ise, Küçükköy’de faaliyet alanı bulan lavantadır[197].

Ayvalık köylerinin bir diğer ekonomik faaliyeti ise hayvancılıktır. Çakmak, Kırcalar ve Küçükköy’de öne çıksa da 17 köyün tamamında küçükbaş hayvancılık yapıldığı; büyükbaş hayvancılığın ise başta Çakmak olmak üzere, Bağyüzü, Beşiktepe, Bulutçeşme, Çamoba, Kırcalar ve Odaburnu’nda yapıldığı bilinmektedir. Küçükköy, küçükbaş hayvan sayısının ve en geniş mera alanının bulunduğu yerdir. Bağyüzü Köyü ise en az küçükbaş hayvan sayısına sahip olup, köyde hiç mera alanı bulunmamaktadır. Kırcalar Köyü’nde küçükbaş hayvan sayısı 3’üncü sırada yer almasına karşın köy, mera sahipliliğinde en son sıralardadır. Ayrıca Karaayıt Köyü’ne 2 km. uzaklıkta kurulan maden alanı, çevre köylerin de kullanmakta olduğu mera alanını kapatması nedeniyle çevre köylerdeki hayvancılığı olumsuz yönde etkilemiştir. Çakmak ve Odaburnu köylerinde ise küçükbaş hayvancılığın yanı sıra büyükbaş hayvancılık da yapılmaktadır. Buradan elde edilen hayvansal ürünler, kasap ve mandıralara satılmaktadır. Ayvalık’ta ayrıca arıcılıkla da uğraşılmaktadır. Eskiden Ayvalık köylerinde çok yaygın olan arıcılık günümüzde sadece Bağyüzü Köyü’nde yapılmaktadır.

Madencilik, daha çok Bağyüzü Köyü’nde öne çıkan bir faaliyet olsa da Akçapınar, Çakmak, Çamoba ve Karaayıt köylerinde de gerçekleştirilmektedir. Karaayıt’a bağlı 170 dönümlük mera sahasının 105 dönümünde bugün bir demir madeni işletilmektedir. Madenin yakınında bulunan Beşiktepe, Bulutçeşme Türközü, Yeniköy ve Mutlu köylerinin içme sularında ve toprakta maden işletmesinden kaynaklı arsenik ve ağır metal bulunduğu resmi makamlarca tespit edilmiştir. Bağyüzü Köyü’nün bir diğer özelliği de köyde ‘Kozak taşı’ olarak da bilinen granit taşının çıkartılıyor oluşudur. Ekonomik değeri yüksek olan bu taşın işlenmesi için Bergama bölgesinde 50’ye yakın taş fabrikası kurulmuştur. Granit taşı sokaklarda döşeme taşı olarak kullanılmaktadır.

Turizm, Ayvalık köylerinden sadece Küçükköy ve Mutlu Köyü’nde önemli bir faaliyettir. Akçapınar, Karaayıt, Bağyüzü ve Çakmak köylerinin her ne kadar turizm potansiyeline sahip olduğu vurgulansa da sektör daha çok Ayvalık ilçe merkezinde yoğunlaşmaktadır. Bu sebeple köylerden, turizmin canlı olduğu Ayvalık merkezine, Altınova’ya ve Sarımsaklı’ya günlük iş göçü gerçekleşmektedir. Köylerde küçük esnaflık da yaygın olarak yapılmaktadır.

 

ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI

Oleaceae familyasından olan zeytinin, adının kökeni Yunanca elaia, Latince olea’dan gelir. Boyu 2- 10 metre arasında değişen ancak 15-20 metreye kadar da çıkabilen bir bitkidir. Meyveleri önceleri yeşilken Ekim-Kasım aylarında morarıp olgunlaşır. Genellikle 300-400 yıl gibi uzun ömürlü bir ağaç olan zeytinin 2000 yıl yaşayanları olması, kuraklıktan etkilenmeyen bir bitki olmasındandır. Güneş gören killi toprakta iyi yetişen zeytin, fakir toprağa da dayanabilmektedir. Oleacea familyasının, olea cinsinin otuz türünden biri olan olea europe’nın iki alt türü bulunmaktadır: Olea europea oleaster[198] ve olea europea sativa[199]. Zeytin, milattan on bin yıl öncesine kadar Doğu Akdeniz havzasının doğal bitki örtüsü sayılmaktadır. Ancak son araştırmalar kesin olmamakla birlikte zeytinin, milattan önce yaklaşık 12 bin yıl öncesinde Akdeniz’in batısındaki varlığına dair ele geçen fosillerin yabani zeytin dalları olduğunu destekleyen verileri sunmaktadır. Bitkinin Türkçe adının kökeni, Semitik orijinali olan zayit kelimesinden gelmektedir. Zeytinyağının ismi de benzer şekilde Semitik orjinali olan ulu isminden türetilmiştir. Zeytin ağacının anavatanı Güney Ön Asya olarak kabul edilmektedir. Bölge, günümüzde Doğu Akdeniz ile ülkemiz sınırları içerisindeki Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş dolayları olarak kabul edilir. Gen merkezi konusunda çeşitli görüşler bildirilmesine rağmen Olea europea’nın asıl yurdunun Güneydoğu Anadolu özellikle Mardin, Maraş ve Hatay arasında kalan bölge olması güçlü bir olasılık olarak görülmektedir. Bir diğer görüş de üçüncü binin ikinci yarısından beri yetiştirildiği Suriye’nin, zeytinin anavatanı olduğu şeklindedir. Zeytin’in, MÖ 4000’lerde, ilk kez Samiler tarafından ıslah edildiği ve bir kültür bitkisi haline getirildiği düşünülmektedir. Bu nedenle en erken kullanımının da bu coğrafyada olması doğal bir sonuçtur.

Yemeklerde, kurban törenlerinde, ışık için kandillerde, saçın parlatılmasında ya da vücudun ovulmasında olduğu gibi birçok kullanım alanının varlığı bilinmektedir. MÖ 4000’lerde kültür bitkisine dönüştürülen zeytinin yağının çıkarılması ve kullanımının yaygınlaşması ancak 1500-2000 yıl sonra gerçekleşmiştir. Tunç Çağı’nda ve daha sonrası dönemlerde Akdeniz’de zeytinciliğin yaygınlaştığını gösteren arkeolojik buluntular arasında yağ presleri, saklamada kullanılan kaplar, zeytin gösterimleri olan vazo ve duvar resimleri sayılabilir. Bunların yanı sıra ele geçen zeytin çekirdekleri de kazı alanlarından ele geçen buluntular arasındadır. Önceleri zeytinyağı ticareti ile başlayan zeytinin yayılma süreci daha sonra zeytin fidelerinin taşınması ile de kültür bitkisi olarak hız kazanmıştır. Fenikelilerin ticareti ile önce Mısır, Kıbrıs, Girit ve Anadolu yoluyla Yunanistan MÖ 700’lerde Kuzey Afrika’da Libya ve Tunus’a kadar yayılma sağlanmıştır. Farklı araştırmacılara göre sayılan yerlerde zeytinin kültüre alınıp kullanımının yaygınlaşmasında tarihsel olarak farklılıklar bulunmaktadır. Ancak burada önemli olan bir kültür bitkisi haline dönüşen zeytinin yayılımının tüm Akdeniz coğrafyasını kaplamış olmasıdır. Bitkilerin evcilleştirilmesi tarihine kısaca bakacak olursak Güney Asya’nın bereketli hilali olarak nitelendirilen topraklarda ilk evcilleştirilen ürünler, yaban haliyle de yenebilen, bu haliyle de çok ürün veren ve yetiştirilmesi kolay olan buğday, arpa ve bezelyedir. Evcilleştirme sürecinde ikinci adım olarak görülen meyve ağaçları ve zeytinsi yemiş ağaçlarının da aşı kalemi halinde ya da tohum olarak toprağa ekilen ağaçlar olduğu bilinmektedir. Diğer ağaç türlerine göre evcilleştirilmesi daha kolay türler olarak kabul edilen zeytin, üzüm ve incir içinde geçerli olan tek sorun dikildikten üç yıl sonra ürün alınabilmesi ve tam kapasiteli ürün almak için de on yıl beklemek gereklidir. Dolayısıyla bu tür ürünleri yetiştirmek için yerleşik köy yaşamına geçilmiş olması gereklidir. Bereketli Hilal’de evcilleştirilmiş olan bitkilerden zeytin, üzüm ve incirin İspanya, İtalya ya da Kuzey Afrika gibi Doğu Akdeniz’in ötesine de yayılmış yaban türleri bulunmaktadır. Bu durum evcilleştirmenin Akdeniz’in bu coğrafyasına kadar yayılmasını kolaylaştırmış bir durum olarak kabul edilmektedir.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 28 Kasım 2019’da zeytin ağacını Somut Olmayan Kültürel Miras listesine ekledi ve 26 Kasım gününü ‘Dünya Zeytin Günü’ olarak ilan etti.

Akdeniz Coğrafyasında Zeytin

Anadolu’nun eski uygarlıklarından Hititler’inde zeytin yetiştirdiği bilinmektedir. Zeytinyağı imalatının yapıldığı ise arkeolojik buluntular ve yazılı belgeler ışığında tespit edilmiştir. Ancak ne kadar üretim yapıldığına dair yeterli veri bulunmamaktadır. Zeytinin diğer kullanımlarının yanı sıra Mezopotamya kaynaklarında ve Hitit metinlerinde zeytinyağının kozmetik kullanımına ait belgeler bulunmaktadır. Hitit metinlerinde zeytin hem kendi başına hem de içinde yağların geçtiği bölümlerde sıkça geçmektedir. Bir Hitit metni zeytinin Hititler için önemini vurgular niteliktedir ‘Nasıl zeytinin kalbinde yağ bulunuyorsa, Ana tanrıçanın da Hatti ülkesinin kralını, kraliçesini prenslerini ve insanlarını kalbinde ve ruhunda arkadaşça bulundurmasını dilemektedir’. Eski Mısır uygarlığında zeytin ağacının MÖ 1600’lerde Nil Deltası’nda ekilmeye başlandığı ileri sürülmektedir. Ancak bazı görüşlere göre de Mısır’ın zeytinyağı üretimini daha önce bildiği düşünülmektedir. Bu görüş, MÖ 2500 yıllarına tarihlenen Sakkarah Piramidi’nde bulunan zeytin sıkma aleti ile arkeolojik olarak desteklenmiştir. Zeytin ağacına birçok kültürde olduğu gibi Eski Mısır’da da kutsal bir yer verilmişti. Firavun III. Ramses’in Güneş Tanrısı Ra için yaptırmış olduğu tapınağın aydınlatılmasında ışık kaynağı olarak kullanılacak zeytinyağı için, özel zeytinlikler kurdurduğu bilinmektedir.

Antik Çağ Yunan ve Roma Dünyasında Zeytin

MÖ 3000’lerde Girit’te kaya oyukları veya taş havanlarda tanelerin kırılıp sıkılması ile başlayan yöntemlerle ilkel zeytinyağcılık gelişmiştir. MÖ 1700’lerde taş silindirlerin kullanılmaya başlamasıyla zeytinyağı üretimi daha da önem kazanmıştır. Yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda ele geçen amforaların üzerlerindeki zeytin dalları ve yıldız biçimli çiçek resimleri ya da Mısır ile olan ticaret nedeniyle hiyeroglif yazıyla ‘zeytin’ yazılması, Girit’in hem iç tüketimi hem de dışa satışı hakkında bilgi vermektedir. Girit halkının zeytinyağına dayanan ekonomisi onu zenginleştirmiş ancak savaş durumunda da zor durumda kalması sonucunu doğurmuştur. Antik Yunan mitolojisine göre tanrıların armağanı olan üç şey olmadan Yunan mutfağı düşünülemezdi: Tahıl, şarap ve zeytin. Tahıl, tanrıça Demeter’in; Şarap, tanrı Dionysos’un ve zeytin, tanrıça Athena’nın insanlara armağanıydı. Antik Yunan’da Athena[200] olarak bilinen tanrıçanın sembolleri arasında zeytin dalı bulunmaktadır.

Resim 11-11 İnsanlara zeytini armağan eden Athena’nın simgesi kukumav kuşu ve zeytin dalı sikkenin önyüzünde, Athena ise arka yüzünde darp edilmiştir. Atina tetradrahmisi M.Ö. 480-420, Lyon Museum. 

Antik Yunan’da zeytin yetiştiriciliğinin Arkaik Çağın başına kadar etkin rol oynamadığı bilinmektedir. Ancak Arkaik Çağın ortalarından itibaren üretimi özellikle Attika’da çok artmıştı. Bu artış Klasik ve Helenistik dönemde de devam etmiştir. Zeytin yetiştiriciliğinin Roma’ya girmesi ise Güney İtalya’daki Yunan Kolonileri aracılığı ile olmuştur. Bu vesile ile Roma MÖ 1. yüzyıldan itibaren zeytin ihracatına başlamıştır. Zeytin üretimine ilişkin ilk elden bilgi aktaran temel kaynaklar Ksenophon ve Theoprastos olmuştur. Ksenophon zeytin ekimi ve aşılama gibi konularda bilgi aktarırken Theoprastos ise yine zeytinin üretiminden, uzun süre verim alınması için yapılması gereken budama, çapalama, gübreleme gibi bakımlardan bahsetmektedir. Theoprastos’un aktardığı bir diğer önemli bilgi de zeytin ağacının iki yüzyıl yaşayabildiğidir. Antik Çağın güçlü siyaset adamı Solon’un (MÖ 639-559) yasaları arasında zeytin ağacının korunması ile ilgili yasa da vardır. Bu yasa dünyada ilk zeytin ağacı koruma yasasıdır. Yasa kapsamında her zeytinlikte yılda ikiden fazla ağaç kesilmesi yasaktı. Ayrıca Solon zeytinyağı dışında tüm tarım ürünlerinin ihracatını yasaklatmıştır.


Ayvalık’ta Zeytin ve Zeytinyağı İşi Yapan Aileler

Ayvalık yüzyıldır zeytin yetiştirilen bir bölge olmuştur. Bölge delice adı verilen yabani bir zeytin ağacı ile doludur. Zaman içerisinde bu yabani zeytin ağaçları aşılanarak dayanıklı ve verimli zeytin üretimi mümkün olmuştur. Ayvalık yöresinde hemen herkes zeytin üretirken bazı aileler bu işi büyütmüşlerdir.  Midilli’den Ayvalık’a göç eden Komili, Sönmez ve Madra aileleri zeytincilik, zeytinyağı, sabun imalatıyla ve ticareti ile uğraşan önemli ailelerdir. Komili (1878), Madra (1914) ve Kırlangıç (1953) zeytin ürünlerinde lezzet ve kaliteyi birleştirerek Ayvalık’ın en önemli girişimcileri olmuşlardır.

Madra Ailesi

Sezai Ömer Bey 1917 yılında I. Dünya savaşı sırasında Midilli’den İstanbul'a gelir ve Eminönü Yağ İskelesi’nde zeytinyağı ve sabun ticaretine başlar. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odasının 142 numaralı üyesidir. 1920'de zeytin üretimi işine de girerek zeytinin merkezine Ayvalık'a yerleşir. 


  Madra zeytinyağlarının kurucusu Sezai Ömer beyin ilk ortaklığı Edremitli Banker Sezai Bey ile dir. [201]Sezai Ömer daha sonra yine bir Edremitli olan Karagöz lakaplı zeytinci Ali Rıza Bey ile 15 yıl ve eniştesi olan Şevket Osman ile birlikte ömrü 1938’e kadar süren bir şirket kurmuştur.
Sezai Madra

Şevket Osman (Karaca) Ayvalık Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı yapmıştır. Sezai Madra ile ortaklığından sonra kendi adına zeytinyağı ve sabun imalatı yapmıştır. 1929-1942 yılları arasında Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Üçüncü kişi olan Nedim İnce ise bir süre ticaret yaptıktan sonra zeytinyağı üreticisi olarak hayatını sürdürmüştür.

Sezai Ömer, sosyal yanı güçlü, bilgili, atılımcı bir tüccardı. Mustafa Kemal ile çok önceden yakın bir ilişki kurmuştu. Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmeden önce, annesi Zübeyde hanımın geçimi için iki bin lirayı güvenerek bırakabildiği insan olmuştur. Bu olay, Sezai Ömer Madra’nın ölümünden sonra kasasından çıkan Atatürk’e ait el yazması iki mektupla açığa çıkmıştır. Madra, Ayvalık ticaret burjuvazisinin önderiydi.

Mustafa Kemal tarafından muhtemelen Samsun yolunda Bandırma vapurunda Sezai Ömer Madra’ya yazılmış birinci mektup (17 Mayıs 1919):

’17 Mayıs 1335(1919)

Azizim Sezai Bey,

Memuren Anadolu’ya hareket ediyorum. Nezd-i alinizde (sizde bulunan) emanete ait senedi valideme terk ettim. Avdetinizde emanetle senedin mübadelesi için Vasıf bey biraderimize rica ettim.

Gözlerinizden öperim.

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi

Mirliva Mustafa Kemal (imza)

Zat-ı alinizce mebhus (bahsi geçen) emanetin bir müddet daha muhafazasında emniyetli bir surette faide memul ise (fayda bekleniyorsa) o suret de caiz olur.

(imza) Mustafa Kemal’

Resim 11-12 Mustafa Kemal’in gönderdiği 17 Mayıs 1919 tarihli mektup. 

Mektup zarfına bakıldığında mektupların posta yoluyla değil elden ulaştığı anlaşılıyor. Mektupta adı geçen Vasıf Bey, Kurtuluş Savaşı günlerine Kara Vasıf olarak bilinen kişidir. Kara Vasıf Sivas Kongresi’nde delege, Birinci Meclis’te Sivas Milletvekilidir.

 Mustafa Kemal, 19 Haziran 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi Başkanı iken Büyük Taarruz öncesi Sezai Beye ikinci bir mektup daha yazmıştır.

19 Haziran 38 (1922)

Muhterem Sezai Beyefendi

Validemle gönderdiğiniz mektubu ve melfuf (ilişikteki) hesap pusulasını aldım. Üç sene zarfında valideme gösterdiğiniz uluvv-i insaniyet ve muavenet ve tafsilatına muttali oldum. Çok teşekkür ederim. Nezdinizde mahfuz bulunan iki bin liradan bir müddet daha İstanbul’da kalmak mecburiyetinde bulunan hemşirem Makbule Hanım’la halam vesair bazı akrabanın maişetlerine medar olmak (geçimlerini sağlamak) üzere temmuz ibtidasından itibaren hemşirem Makbule Hanım’a mahiyye (aylık) yüz lira vermenizi rica ederim. Selam ve ihtimaratımı (saygılarımı) takdim ederim efendim.

Mustafa Kemal (imza)’

Resim 11-13 Mustafa Kemal tarafından gönderilen 19 Haziran 1922 tarihli mektup. 

Bu mektuptan iki ay sonra Sezai Ömer Bey ve İzmir Milletvekili Yunus Nadi[202] Bey, müşterek dostları Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’da ziyaret etmek isterler ve randevu taleplerini 19 Ağustos 1922’de bir mektup ile iletirler. Ancak Mustafa Kemal Garp Cephesi’ndedir. Verdiği yanıtta bir hafta sonra Ankara’ya döneceğini ve görüşmekten memnün olacağını yazar. Bu görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmediği bilinmiyor ancak bu mektubun yazılışından dört gün sonra 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz başlar.

Madra zeytinyağları 1930’larda Rusya ve İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesine ihracat yapmaktadır. Sezai Ömer Madra’nın 1959 başında ölümünden ve İstanbul Zincirlikuyu’ya defin edilmesinin ardından işin idaresini oğlu Cem devir alır. Cem Madra’nın son eşi ve oğulları Salih ile Sezai Madra’nın annesi Aysel Bosna, Sabancılarla ortak olarak Bossa’yı kuran Salih Bosna’nın kızıdır. Cem Madra’nın ilk evliliğinde olan oğlu Ömer Madra’da akademisyen, yazar ve Açık Radyo Genel Yayın Yönetmenidir. Sezai Ömer Madra ürünleri kalitesiyle dönemin ünlü markası olmaya devam eder. 1980’den itibaren torunlar Salih ve Sezai işi devir aldılar ve Zeytinyağı şirketinin 1996 yılında Kırlangıç şirketine satılmasından ardından modern zeytin sıkma tesislerinde Z markasıyla özel zeytinyağı üretmeye başladılar.

Madra Zeytinyağı Fabrikası

Sezai Ömer Madra’nın kızı Sevim Hanım, Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Necdet Kent ile evlendi. Çiftin oğulları Muhtar Kent Coca Cola CEO’luğu ve Yönetim Kurulu Başkanlığı’na kadar yükseldi. Necdet Kent Marsilya Başkonsolosu iken, 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa'daki 70 Yahudi vatandaşına Türkiye Cumhuriyeti pasaportu çıkartarak, Alman faşizminin pençesinden kurtarmıştı. Bu nedenle de ‘Türk Oskar Schindler’ olarak anılıyor. Muhtar Kent Ayvalık'ta zeytinliğinden elde ettiği yağları, hobi olarak ‘Kontes’ markası ile şişeliyor.

Sezai Ömer Madra’nın 6 çocuğundan bir diğeri de kızı Piraye hanımdı. İş Bankası yöneticilerinden Halis Kaynar ile evlendi. Dört çocukları oldu. İkizlerinden biri Şerif Kaynar’dır.

 

Komili Ailesi

Ülkemizde 100’lü yaşlarını geçmiş bugün faaliyetine devam eden üç marka vardır. Kurukahveci Mehmet Efendi kahve sektörünün en tanınmış markasıdır ve 133 yaşındadır. Komili de zeytinyağı sektörünün en bilinen, en büyük ve en eski markasıdır; 132 yaşında. Üçüncü sırayı da 115 yaşındaki Hacı Şakir alır.

Midilli’nin Yera köyünden Hasan Efendi sahibi olduğu ağaçların bakımı için sıklıkla gittiği Komi köyü nedeniyle Komili Hasan diye bilinirdi. Hasan Efendi’nin lakabı önce 1878 yılında Midilli’de kurduğu Dizdarzade Komili Hasan ve Oğulları adlı şirkete, daha sonra Türkiye’de sektörün öncüsü şirketinin adına ilham kaynağı oldu. Hasan Efendi okur yazar ve içinde yaşadığı topluma karşı duyarlı bir kişilikti. 1893 yılında Midilli’de zeytinle ilgili yapılan ihalede ortaya konan usulsüzlükleri Osmanlı Sarayı’na bildiren o olmuştu. Bu nitelikleri, mutasarrıf Nağmi Bey tarafından köyünde Nahiye müdürü yapılmasını sağladı. Öte yandan ürettiği zeytinyağı Osmanlı saraylarına gönderilir olmuştu. Balkan Savaşları öncesinde adadaki Yunan çetelerinin bölgede Müslümanları baskı altında tutma gayretleri içinde Hasan Efendi de bir suikast sonucu hayatını yitirdi. Ancak hayatını kaybettiği yıla değin sürdürdüğü ticari faaliyetler sayesinde oğullarına 47 bin zeytin ağacı bırakmayı başardı.

Resim 11-14 Hüseyin Komili, Midilli’deki fabrikası önünde, 1900’lerin başı. 

Hasan Efendi’nin oğlu Ali ve kardeşleri 12 Ekim 1923 tarihinde aileleriyle birlikte yedi saat süren zorlu bir yolculuktan sonra mübadele ile Ayvalık’a gelir ve Midilli’de başlayan zeytinyağı serüveni Ayvalık’ta devam eder. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan 1925 tarihli bir belgeye ‘Midilli’nin Yere Nahiyesi Üsküplü Köyünden gelip, Balıkesir Ayvalık Kazasına yerleşen, tüccar, ziraatçı, fabrikatör Hasan Komili Çocukları Mustafa, Ali, Hüseyin ve Abdi.’ den bahseder. Midilli’den birçok başka aile de onlar gibi Ayvalık’a yerleşmiş, bunların içinden Sözmez ve Madra aileleri de onlar gibi ilçenin ticaret hayatına renk katmıştı.

Mustafa Bey’in oğulları Salih ve Necmi, ailenin ticaret mirasını sürdürdü. 1942’de anneleri Lütfiye Hanım’ı kaybeden kardeşler 1947’de de ortaklıklarına son verme kararı aldılar. Necmi Komili firmayı gelecek kuşaklara taşıyan isim oldu. 1960’a gelindiğinde günlük zeytinyağı üretimi elli ton gibi çarpıcı bir rakama ulaşmıştı. Bu performansla dünyanın en büyük zeytinyağı alıcılarından olan İtalyan Mazonni’nin beşinci tedarikçisi Komili oldu. 1970’li yıllarda Türkiye’nin ilk rafinasyon tesisini kurdu. 1980’li yıllarda Ayvalık’ta tüm üretim üniteleri en yeni teknik ile modernize edilmişti. Halis Komili, Necmi Komili’nin oğludur. 1992 yılında Unilever çatısı altına giren bu değerli zeytinyağı markası, faaliyetlerini Türkiye’nin en köklü zeytinyağı markalarından olan Sezai Ömer Madra (1914) ve Kırlangıç (1953) ile sürdüren, Anadolu Grubu bünyesinde yer alan, Ana Gıda firmasına 2008 yılında devredilmiştir. 2017 yılında ise Anadolu grubu yağ işinden çıkarak 3 değerli markayı (Komili, Madra, Kırlangıç) Amerikan Bunge şirketine sattı.

Kırlangıç Ailesi

Midilli mübadili Hasan Ağa, lakabı olan ‘Kırlangıç’ sözcüğünün torunu Cumhur Sevinç Özer tarafından 1953’te Akhisar’da zeytinyağı markası olarak tescilleneceğini bilemezdi. Aile yüz yıl öncesine dayanan ve Ayvalık’ta Sezai Ömer Madra’yla birlikte başlayan zeytinyağı üreticiliğini Manisa’nın zeytiniyle ünlü Akhisar ilçesinde sürdürürken büyük bir değişimin de temelleri atıldı. 1958 yılında Uluslararası Milano Fuarı’na giden Cumhur Sevinç Özer, ilk kez orada gördüğü zeytin yıkama makineleri ve santrifüj sistemlerini Türkiye’ye getirerek zeytinyağı üretimine farklı bir anlayış getirdi.

Resim 11-15 Günümüzde Kültür Merkezine dönüştürülen Kırlangıç tesisleri 

Daha sonra üretim merkezini Ayvalık’a taşımaya karar verdi ve zamanının en modern tesisini orada kurdu. Türkiye ilk kez Kırlangıç’ın 18 kg’lık ambalaj tenekelerinin üzerinde 0,6–0,7 dizyem ibarelerini gördü. Bugün Kırlangıç Yağhanesi olarak bilinen yer, aslında Dr. Fazıl Doğan’a aitti ve 1942 yılında pirina fabrikası olarak sarımsak taşından inşa edildi. 5 bin 400 metrekare kapalı hacme sahip olan bina, daha sonra sabunhane ve zeytinyağı dolum tesisi olarak kullanıldı. Kırlangıç Zeytinyağı Fabrikası olarak kullanılmaya başlandıktan sonra da bazı ek binalar eklendi. Bina ve arazi 1976’da kuruluşta küçük hisse sahibi olan Türk Petrol tarafından satın alındı. Şirket 1991'de Kırlangıç'ın tamamına sahip oldu. Üretime devam eden tesis, 1990’lı yıllarda Sezai Ömer Madra markasıyla aynı çatı altına girdi.

On kilometrelik sahil şeridini kapsayan Ayvalık Bulut Kapısı kentsel dönüşüm projesi kapsamında, 2002 yılında Ayvalık Belediyesi tarafından satın alınan 20 bin metrekarelik eski Kırlangıç yağhanesi, halen Ayvalık’ı kentsel kimliğine katkıda bulunmak üzere yeniden yapılandırıldı. Tesis 2005 yılından bu yana boştu.

 

Diğer Zeytinyağı ve Sabun Üreticileri

Üç firma haricinde Ayvalık’ta zeytin, zeytinyağı ve sabun imalatı yapan ya da yapmış markalar:

  • Emin Soner Yağhanesinin yerinde günümüzde Otel Pehtaşlı binası bulunmaktadır. Yağhanenin Sabunhanesi ise günümüzde Sızma Han butik oteli olarak hizmet vermektedir.
  • Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Pehlivanoğlu Marketin yerinde eskiden Erman Sabunhanesi vardı.
  • Ayvalık’ta sahilde Gümrük caddesinde artık olmayan fabrikalardan biri olan Emin Kantarcı Yağhanesi, Rum asıllı bir aileye aitti ve yapı mübadeleden sonra Kantarcı ailesine verilmişti.
  • Fevzi Paşa Mahallesi, Gümrük Caddesi’nde yer alan Erdoğan Cömert Yağhanesi, 1981 yılında kapanmıştır.
  • Dalgıçoğlu Yağhanesi, 2005 yılına kadar üretimde kalmış bu yıldan itibaren perakende butiğe yönelik çalışmaktadır.
  • Ayvalık Kaymakamlık binasının yanında yer alan Ertemler Yağhanesi, işlevini İzmir-Çanakkale yolu üzerindeki fabrika binasında sürdürmektedir.
  • Küçükköy Beldesi’nde, taş baskı ile üretim yapan Yazıcı Yağhanesi 1986 yılında üretimi sonlandırmıştır.

Mustafa Sönmez yağhane ve sabunhanesi

Günümüzde Mustafa Sönmez’in oğlu İlker Sönmez’e ait olan ve bacası halen ayakta olan sahildeki beyaz bina, inşaat malzemeleri satan bir işletme tarafından kullanılıyor. Mustafa Sönmez Yağhanesi 2005 yılından beri tamamen kapalı ve metruk bir halde geleceğini bekliyor.

Resim 11-16 Mustafa Sönmez Yağhane ve Sabunhanesi

Dr. Fazıl Doğan’ın yağ fabrikası

Fazıl Doğan, Midilli’li bir ailenin oğlu olarak tıp eğitimi için İstanbul’a gitti ve 1921 yılında hekim olarak mezun oldu. Kurtuluş Savaşı sürecinde Kuvayı Milliye’ye katıldı. Savaştan sonra birçok hemşerisi gibi Midilli’ye dönmeyip Ayvalık’a yerleşti. 18 Ekim 1923 tarihli Akşam gazetesinde Midilli’den gelen ilk mübadil kafilesini karşılayanların arasında Dr. Fazıl Bey’in de bulunduğunu ve gelenlerin ilk sağlık kontrolünü yaptığını yazıyor. Doğan, Millî Mücadele sırasında gösterdiği başarı ve cesaretten dolayı İş Bankasından teşvik kredisi aldı ve pirina fabrikası ve sabunhane kurdu. Sürgündeki Afgan kralının kızı Hüsniye Hanım’la evlenip iki çocuk babası oldu. İş hayatı süresince asıl mesleği olan hekimliğe de bedelsiz olmak kaydıyla devam etti. Varisleri 1976 yılına kadar fabrikayı işletmeye devam etti. O yıl fabrika Türk Petrol’e daha sonra da Kırlangıç Zeytinyağlarına satıldı. Daha sonraki sahibinden dolayı Kırlangıç Fabrikası olarak bilinse de Fazıl Doğan’ın pirina fabrikası ve sabunhanesi olan yapının mülkiyeti bugün belediyeye ait. Tarihi bina Ayvalık Kültür ve Sanat Merkezi’ne dönüştürülme sürecinde.

Emin Süner Yağhanesi

Emin Süner yağhanesi günümüzde Sızma Han Butik Otel olarak hizmet vermektedir. Ayvalık’ın önemli zeytinyağı üreticilerinden olan Emin Süner tarafından 1907’de inşa ettirilen zeytinyağı fabrikası, sulu sistemde iki baskı ve bir kırma taşına sahipti. İkinci kuşakta Mehmet Süner tarafından işletilen yağhane 1980 yılında bu binadaki üretimini sonlandırdı. Fabrikanın sabunhanesi sahildeki üç katlı binaydı ve yılda üç milyon ton sabun üretiliyordu. Talebin çok olduğu dönemlerde 42 günde 533 ton paket sabun yapıldığı kayıtlara geçmiş. Zeytin, zeytinyağı ve sabun konusunda güvenilir bir marka olmayı başaran ve Ayvalık ekonomisine önemli katkı yapan Emin Süner’in ismi kent merkezindeki bir pasajda da yaşıyor. İkinci kuşak Mehmet Süner ise çağdaş yöntemlerle zeytin ve zeytinyağı üretmeye devam etmekte.


Erman Sabunhanesi

Mübadele sonrası Girit’ten Ayvalık’a göçen Nuri ve Cazim Erman kardeşler tarafından kuruldu ve Cazim Erman tarafından işletildi. Kimyager olan ve gerek Sezai Ömer Madra gerekse Mustafa Sönmez’in fabrikalarında çalışan Ali Erman tarafından yönetilen sabunhane binası günümüzde market olarak hizmet veriyor.

Resim 11-17 Erman Sabunhanesi

Hulusi Zarplı Yağhanesi

Altıgen bacası ile denize ve karaya bakan yüzlerindeki haçlar yapının Ayvalık’ın en eskilerinden biri olduğunu gösteriyor. Baca ‘Molotof’ lakaplı Nuri adlı bir ustanın eseri. Önceleri sulu baskı tekniğiyle çalışan yağhanenin daha sonra çelik baskı sistemine geçtiği biliniyor. Hulusi bey, babası Nuri Zarplı adına yaptırdığı, 1953’te temeli atılıp, 1956’da tamamlanan okul, Hulusi Zarplı’nın 1950’li yıllarda iş hayatını sürdürdüğünü gösteriyor. Okulun açılışını Balıkesir Valisi Hilmi İncesulu’nun yapmış olması da ailenin nüfuzu hakkında fikir veriyor. Ayvalık Noterinin 2 Mart 1962 tarih ve 867 yevmiye numaralı azil namesi de Hulusi Zarplı ve Ortakları Kollektif Şirketi’nin 60’lı yıllardaki varlığını gösteriyor. Üç baskı biriminde 15 kişi istihdam eden tesis, Hulusi Zarplı 1967’de öldükten sonra iki varisi arasında bölündü. Bacalı kısım Ömer Zarplı’ya ait. Hulusi Zarplı Yağhanesinde 23 yıl çalışmış olan Ergün Süren, çalışanların tümünün sigortalı olduğunu, çok sıkı bir üretim denetimi yapıldığını ve üç vardiya çalışıldığını hatırlıyor. Zeytinyağı ve sabun üreten tesis artık üretim yapmıyor.


Emin Kantarcı Yağhanesi

19. yüzyıl sonlarında bir Rum iş adamı tarafından kurulduğu biliniyor. Mübadele sonrasında Midilli’den gelen Emin (Kantarcı) ve ortağı ‘İnce’ lakaplı Mehmet tarafından işletilmeye başlandı. Ayvalık’ta sahil şeridinde olmayan az sayıdaki tesisten biri olan yağhane, 1948’de ailenin ikinci kuşağı olan Ömer Faruk Kantarcı tarafından devralındı. Aile geleneği üçüncü kuşağın sektördeki temsilcisi ve zeytinyağı tadım uzmanı Ahmet Selim Kantarcı tarafından sürdürüldü. Yağhane 1995 yılında kapandı.

1921 yılında Trabzon’un Sürmene ilçesinden Ayvalık’a göç eden Salim Kaptan önce gemicilik ve hırdavatçılık yaptı. Daha sonra da Mustafa Lütfü Kaptan’la birlikte Emval-i Metruke İdaresi’nden Hakkı Kaptan Yağhanesi olarak bilinen fabrikayı satın alıp iki baskı sulu sistemle zeytinyağı üretimine başladı. Salim Kaptan 42 yaşında vefat ettikten sonra tesis Mustafa Lütfü Kaptan’la oğlu Hakkı Kaptan tarafından çalıştırıldı. Hakkı Kaptan aynı zamanda Salim Kaptan’ın damadıydı. Mustafa Lütfü Kaptan bugünkü fabrikanın elli metre kadar batısında, deniz kıyısında bir de sabunhane yaptırıp işletti. Hakkı Kaptan fabrikayı babasından devraldıktan sonra sabunhaneyi bıraktı. O bina bugün Kaptan Otel olarak hizmet veriyor. Hakkı Kaptan yağhaneyi 1976 yılına kadar çalıştırdı. Binanın üzerinden başlayan yuvarlak bacalı tesiste üretilen zeytinyağı Kaptan markası altında, çift çapa logolu ambalajlarda satıldı. Hakkı Kaptan Yağhanesinin restore edilerek butik otel olarak kullanılması planlanıyor.


Şensal Yağhanesi

Şükrü Şensal tarafından 1940 yılında kurulan un değirmeni ve yağhanenin bulunduğu İnönü Caddesi’ndeki hanın kitabesinde, binanın 1888 yılında inşa edildiği yazıyor. Han vaktiyle Çanakkale-İzmir yolunun en iyi konaklama noktalarından biri olarak nam salmış. Un ve zeytinyağı fabrikası olarak çalışan değirmen 1970’li yıllardan itibaren sadece zeytinyağı üretmiş. Birkaç değişiklik yapılsa da 2005’e kadar taş kırma ve pres gibi geleneksel yöntemlerle üretime devam etti. Bu yıldan sonra tamamen modernize edilen yağhane ailenin kendine ait zeytinliklerden topladığı ürünü işleyerek işe devam etti. Günlük zeytin işleme kapasitesi 40 ton olan yağhane her yıl ilk iki ayı erken hasat olmak üzere tüm üretimini tüketiciye sunuyor. Tesis halen kurucusunun oğlu Ziya Şensal tarafından işletiliyor ve ailenin üçüncü kuşağından zeytinyağı tadım uzmanı olan Aydın Şensal’ın yönetiminde. Ziya Şensal, 26 yıl boyunca Ayvalık Ticaret Odası başkanlığı da yapmış, zeytin ve zeytinyağı konusundaki bilgeliğiyle tanınan biri. ISO 9001-2008 kalite yönetim sistemi ve ISO 22000-2005 gıda güvenliği yönetimi belgelerine sahip olan Ziya Şensal Yağhanesi’nde üretilen zeytinyağı, adını Altınova’daki zeytinin kalitesiyle ünlü Aktepe’den alan marka altında pazarlanıyor.


Sabuncugil

Aslen Midillili olan ve mübadele öncesinde de sabun imalatıyla uğraşan Sabuncugil ailesi, Ayvalık’a göç ettikten sonra da aynı mesleği sürdürdü. Aile geleneği olarak üretilen sabunlar deniz yoluyla önce İstanbul, oradan da Türkiye ve diğer ülkelerin Karadeniz’deki limanlarına gönderiliyordu. Ayvalık'ın ileri gelen ailelerinden olan Sabuncugiller, Ayvalık’taki özel kuruluşlar arasındaki en eski vergi mükellefi olma unvanına da sahip. Sabuncugil Yağhanesinde hem zeytinyağı hem de sabun üretim tesisleri bulunuyor. Sabuncugil ailesi pres teknolojisi kullanılmaya başlandığında geleneksel yöntemlerle yaptığı sabun imalatını azaltarak sonlandırdı. Köklen Sabuncugil’in halen faaliyetini sürdürdüğü yağhanenin kapı kemeri üzerindeki inşa tarihi 1911.

Resim 11-18 Sabuncugil Yağhanesi’nin güncel durumu.

Gümüşlü Eminzade Yağ ve Sabun Fabrikası

Selanik’ten Ayvalık’a 1924’teki nüfus mübadelesiyle gelen Çolak ailesi, Gümüşlü markası ile dört kuşaktır zeytin, zeytinyağı ve zeytinyağı sabunu üretimi yapıyor. Atatürk’ün isteği üzerine Ayvalık ile Gömeç ilçe sınırları arasında yer alan Kaz Dağları’nın tam karşısı olan kuzey rüzgârlarının yoğun estiği Gümüşlü denilen yöreye yerleştirilen aile, Yunanistan’dan Türkiye’ye taşıdıkları kahyalık geleneğini zeytin sevgisi ile bütünleştirerek geleneksel yöntemleri modern tekniklerle birleştirmiş. 1920’lerde Gümüşlü’ye yerleşen aile, o bölgedeki zeytincilik ve zeytinyağı geleneğini üstlenmesi nedeniyle de “Gümüşlü Kâhya” ismiyle anılır olmuş. Ayvalık yöresinin en kaliteli zeytinyağının yapıldığı bölgelerden biri olan Gümüşlü’de kurulan ilk zeytinyağı fabrikasının tarihi 1850’lere kadar uzanıyor. Sanayi devriminin ardından Yunanlılar tarafından kurulan ilk zeytinyağı fabrikasının kurulduğu Gümüşlü’de, 1924’teki mübadeleden sonra Türklerin kurduğu ikinci fabrika, Akdeniz’deki en büyük ticarethanelerden biri olacak kadar büyümüş, Türkiye’deki temeli atılan ilk sanayi tesislerinden biri. Cumhuriyet ile birlikte ise bölgenin en büyük zeytin, zeytinyağı, sabunhane ve prina fabrikası haline gelmiş. Yunan asıllı Kâhya Kosta’nın önerisiyle ilk zeytinyağı fabrikası Gümüşlü’de kurulmuş.

Resim 11-19 Ayvalık Çiçek adası karşısında Rumlardan kalma, terk edilmiş Gümüşlü zeytinyağı fabrikası harabesi. 

Zeytinyağı Fabrikalarının Konsolidasyonu

1972 yılında hazırlanan imar planında Ayvalık kent merkezinde yer alan zeytinyağı fabrikalarının kentin dışına taşınması belirtilmiştir. Ayrıca 1984 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ayvalık’ta yapılan çalışmada Ayvalık Kent Merkezi’nde yer alan ve kirlenmeye neden olan işlevlerin kent dışına taşınması ve boşalacak olan bu yapılar ile bazı tarihi konut örneklerinin turizme yönelmesi önerilmiştir.

Komili zeytinyağı, 1995 yılında Komili ailesi tarafından dünyanın dev şirketlerinden Unilever'e satıldı. Unilever, Komili markası ile 13 yıl üretim yaptı. Anadolu Grubu ise Kırlangıç markası ile piyasada yer alıyordu. 2008'de Unilever, Komili’yi Anadolu Grubu'na sattı. Anadolu Grubu, 8 yıldan beri Komili, Kırlangıç ve Sezai Ömer Madra gibi sektörün güçlü 3 markası ile Türkiye’de pazarda lider konumundayken sahip olduğu zeytinyağı markalarını uluslararası Bunge şirketine sattı.    

1875-1920 Yılları Arası Ayvalık Zeytinyağı İmalatçıları

  • 1875 yılında 110 adet zeytinyağı fabrikası ve atölyesi vardı.
  • 1884 yılında, Batı Anadolu’nun en büyük zeytinyağı üreticisi R. Hadkinson, 1500 sterlin değerinde makine ve araç ithali yaparak, Ayvalık’ta yağ üretme tesisi kurdu.
  • 1894 yılı itibariyle 7 zeytinyağı ve fabrikası bulunmaktadır.
  • 1889 yılı raporuna göre eskiden tek bir buharlı yağ presleme makinesinin olduğu Ayvalık’ta şimdi 9 adet vardır. 9 sene içerisinde artan ticaret ile birlikte ile birlikte 22 zeytinyağı fabrikası kurulmuştur (İzmir Ticaret Odası, 1988)
  • 1905’te zeytin çekirdeğinden yağ çıkarmak üzere ilk fabrika kurulmuştur (İzmir Ticaret Odası)
  • 1907 yılı itibariyle, 17 fabrika bulunmaktadır (Mutaf, 2003).
  • 1909 yılında günde 90.000 kg yağ üreten 19 buharlı yağ fabrikası vardı (İzmir Ticaret Odası, 1988)
  • 1910 -1920 arası zeytinyağı fabrikaların sayısı yirmiyi aşmıştır (İzmir Ticaret Odası Raporları, 1988)

1876 -1920 Tarihleri Arası Ayvalık Sabun, Pirina Fabrika ve Atölyelerinin Sayıları

  • 1876 yılında 50 sabunhane vardır.
  • 1894 yılında 26 sabunhane bulunur.
  • 1907 yılı itibariyle, 15 sabunhane vardır.
  • 1910 yılında 15’i büyük, diğerleri küçük olmak üzere birçok sabunhanede kaliteli sabunlar çıkartılmaktadır.
  • 1910-1920 Pirina yağı çıkarmak üzere 3 pirina fabrikası kurulmuştur. 19. yüzyılın ilk yıllarında 30’dan çok sabunhane vardır.

Zeytinyağının Kalitesi Nasıl Anlaşılır?

Kaliteli zeytinyağını kokladığınızda insanı mutlu eden taze biçilmiş çimen, çağla, badem, yeşil elma, domatesin sapındaki yeşil dal, muzun yeşil kabuğu, enginar ve/veya bezelye kokularının alınması gerekir. Sızma zeytinyağından bir yudum ağıza alınıp dil ve damağın üzerinde gezdirildiğinde bir burukluk, badem veya olmamış yeşil zeytin veya elma çekirdeği acılığı dilin yan bölgelerinde hissedebiliyorsa, boğazda karabiber acılığı gibi bir yanma oluyor ve bu yakıcılık yemek borusuna doğru inmiyor ise son derece kaliteli natürel sızma zeytinyağına ulaşılmış demektir. Bu kalitede zeytinyağının elde edilmesinin zeytin ağacının çeşidi, yetiştirildiği yöre, iklim, toprak ve yetiştiricilikte uygulanan kültürel işlemler, hasattan sonra işletmeye taşınma şekli ve süresi, sonrasında elde edilen zeytinyağının depolanması ve ambalajlanması gibi birçok unsur etkilemektedir.

Zeytinyağında kaliteyi belirleyen, kimyasal ve duyusal analizdir. Kimyasal analiz, serbest yağ asitliği, peroksit sayısı, ultraviyole ışığında özgül soğurma ve polifenol değerleri ile ölçülür. Duyusal analiz de ise meyvemsilik, acılık ve yakıcılık en önemli kriterlerdir. Bunların doğru değerlendirilmesi için üretimin her aşamasına ayrı ayrı özenilmesi gerekmektedir. Zeytinyağında kalite bir tesadüf değildir. Zeytinyağında kalite için birçok faktörün bir araya gelmesi ve her aşamaya ayrı özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu faktörler, zeytin fidanı dikimi, zeytin çeşidi, bahçe bakımı, ağaç bakımı, budama, sulama, ilaçlama vb. bahçedeki işlemleri kapsamaktadır. Zeytinin hasat edilmesi, hasat zamanın doğru tespiti ve makine ile hasat yapılması çok etkilidir. Hasatta erken hasat çok önemlidir. Ayrıca hasat edilen zeytinin çuval yerine hava alan kasalar içerisine konulması gereklidir. Hasat edilen zeytinin doğru şekilde taşınması hasat sonrası bekletilmeden işletmeye götürülmesi ve kaliteli üretim için hiç bekletilmeden zeytinin işlemeye alınarak yağ elde edilmesi kaliteye etki etmektedir. Zeytin işlemeye alındığı anda işletme ortamı temizliği, makine temizliği, işçi temizliği de çok etkilidir. İşletme ortamının ısı, ışık, koku durumları kontrollerinde çok iyi düzenlenmesi gerekmektedir. Çünkü zeytinyağı kalitesini en çok etkileyen dört unsur; ısı, ışık, koku ve oksijendir. Zeytinyağı bu dört unsurdan çok etkilenir ve böyle ortamlarda uzun süre korunaksız kaldığında kalite tamamen bozulmaktadır. Ayrıca zeytinyağı işleme anında kaliteli yağ elde etmek için yıkama, temizleme anından itibaren her aşamasında çok özenli davranılması, ezme, yoğurma haline geldiği sıcaklık ayarı, aynı şekilde katı ve sıvı fazların ayırma işlemi aynı özenle sıcaklık ayarı ve sıvı fazların ayrılmasının titizlikle yapılması önemlidir. Zeytin, 18-280C sıcaklıkta işlenir. Bu sıcaklığın üstünde ve altında yapılan işlemlerin zeytin kalitesini son derece olumsuz etkiler. Zeytinin yağa işlenmesi sonrasında kimyasal analizlerle oleik asit, peroksit değerlerini ve duyusal analizlerde ise meyvemsilik, acılık, yakıcılık değerleri kontrol edilir. Seperasyon aşamasından sonra zeytinyağının düzgün bir şekilde filtre edilerek oksijenle temasa ettirilmeden düzgün bir depolama yapılması gerekmektedir. Bu işlem çelik tanklara azot gazı vererek yağın hiç oksijen teması almadan depolanmasıyla sağlanır. Ancak bazı firmalar filtreme konusunda farklı görüşlere sahiptirler. Zeytinyağı kalitesini artırmak için bazı üretici firmalar filitrasyon işleminin yağın üç ay bekletildikten sonra yapılması gerektiğini savunurken bazıları ise hemen yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Türkiye zeytin ve zeytinyağı üretiminde öncü ülkelerden olmasına karşı ulusal bir tek zeytinyağı kalite yarışması mevcutken üretim yapmayan çoğu ülkede birden çok yarışma vardır. Ayrıca ülkemizde uluslararası bir zeytinyağı kalite yarışması yoktur.

Türkiye Zeytinyağı Üretimi ve İhracatı

Türkiye’nin 2018 yılı sonu zeytinyağı ihracatı 65.000 ton dur. Son beş yılın en yüksek rakamı olan 2018 ihracatı 2017 yılından %43 daha fazladır. Türkiye’de 700 bin hektarlık zeytin alanları üzerinde 180 milyon zeytin ağacı ile zeytin tarımı yapılmaktadır. 2016 yılında 170,000 ton zeytinyağı üretilmiştir. 2017-2018 sezonu sonu tahmini 287.000 tondur. Türkiye’de 84 farklı tür zeytin ağacından üretim yapılmaktadır. Marmara Bölgesi zeytinlerini toplayan Marmara birlik Kooperatifi Türkiye’nin en büyük zeytin ve zeytinyağı şirketidir.

Resim 11-20 Türkiye zeytinyağı ihracatının yıllara göre dağılımı 

Ayvalık 13.200 hektar araziye yayılmış 2,5 milyondan fazla zeytin ağacından bir milyon kiloya yakın zeytinyağı üretmektedir. Bölgenin yağ üretiminin %41,3’ünü Ayvalık karşılamaktadır. Ayvalık’ta 500 yaşın üzerinde yüzden fazla ağaç vardır. Ağaçlar delice denilen yabani zeytin ağacına aşılama ile üretilmiştir. Ticari üretim 1950’lerde başladı. Zeytin hasadının %80’i yağ için %20’si sofralık olarak kullanır. Ayvalık Türkiye’nin en büyük ikinci zeytin üretim alanıdır.  Türkiye’nin zeytin üretim bölgeleri:

  • Domat, Erkence Akhisar sofralık (3,000,000 ağaç),
  • Ayvalık (2.500.000 ağaç),
  • Çekiste-Bodrum (1,300,000 ağaç),
  • Uslu Akhisar sofralık (900 000 ağaç),
  • Çelebi İznik-Bursa sofralık (400,000 ağaç),
  • Gemlik,
  • İzmir Sofralık,
  • Memecik, Memeli Bodrum-Ege Bölgesi.

Resim 11-22 Önemli zeytin üreticisi şehirlerin rekoltesi

Dünyada Zeytincilik

Zeytin dünyada 33 ülkede yetiştirilebilmektedir. Ekonomik anlamda daha çok Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülkede yetiştirildiğini ifade etmek mümkündür. Dünyada İspanya, İtalya Yunanistan, Türkiye, Tunus, Portekiz ve Fas'ın öncelikli önemli zeytin üreticisi ülkeler olarak yer aldığı görülmektedir. Hem Avrupa Birliği üyesi hem de Akdeniz ülkesi olma özelliğini taşıyan İspanya, İtalya ve Yunanistan'ın dünya zeytinciliğinde özel bir konumu olduğu gibi zeytinciliğin bu ülkelerin tarımında da ayrı bir önemi olduğu görülmektedir.

Genel zeytincilik panoramasında, zeytin ürünlerinin her biri için Türkiye üretiminin, Avrupa Birliğinin önemli zeytin üreticisi ülkeleri ile birbirini izleyen düzeylerde oldukları görülmektedir. Hatta Türkiye'nin zeytinyağı ve sofralık zeytin üretimi dışındaki parametrelerde (ağaç sayısı, alan varlığı ve prina üretiminde) dördüncü sırada yer aldığı görülmektedir. Sofralık zeytin üretiminde dünya üretiminin %12,9'u ile ikinci sırada yer alabilirken, özellikle son yıllardaki olumsuzluklar nedeniyle zeytinyağı üretiminde ancak beşinci sırada yer alabilmektedir. Türkiye, dünya zeytinyağı üretiminin %4,5'i, tüketiminin %3,4'ü, ihracatının %5,2'si ile 5. ve 6. sırada bulunmaktadır. Öte yandan dünya sofralık zeytin üretiminin %12,9'unu, tüketiminin %10,5'ini, ithalatının %2,8'unu Türkiye'nin karşıladığı fakat, üretim ve tüketimde gösterdiği başarıyı ihracata gösteremediği görülmektedir.

Dünyada 37 ülkede ekonomik anlamda zeytin üretimi yapılmaktadır. 9,8 milyon hektar dünya zeytin üretim alanlarının %95’i Akdeniz bölgesinde yer aldığı görülmektedir. Yaklaşık 13 milyon ton olan dünya dane zeytin üretiminin %86’sı, altı tipik Akdeniz ülkesinde yoğunlaşmıştır. Sırasıyla, üretiminin %26’sı İspanya, %23’ü İtalya, %15’i Yunanistan, %9’u Türkiye, %8’i Tunus ve %5’i Fas tarafından sağlanmaktadır. Görüldüğü gibi Türkiye, ortalama 1 milyon tonu aşan dane zeytin üretimi ile dünyada üretici ülkeler arasında dördüncü sırada yer almaktadır.

1996-2000 yılları dünya zeytinyağı ticareti ortalama 2.458.900 ton dur. Üretimin %75’inin AB ülkelerinde gerçekleştiği dikkat çekmektedir. Dolayısıyla zeytinyağı arzına ve piyasasına AB ülkelerinin hâkim olduğu söylenebilir. Dünya üretiminin %33’ünü başta İspanya, %23’ünü İtalya, %17’sini Yunanistan karşılamaktadır. Türkiye'nin dünya zeytinyağı üretimindeki payı %5 olup Tunus’tan (%8) sonra beşinci sırada yer almaktadır. Üretimin büyük kısmı (%82) üretici ülkelerde tüketilmekte ancak %18’i ihraç edilmektedir. Dünya ihracatının %54’ünü gerçekleştiren AB’yi Tunus (%29) izlemekte, Türkiye %10’luk payla dördüncü sırada yer almaktadır. Ülkemizde ihracatçıların çoğu ihracatçı-sanayici özelliğindedir.

Dünya sofralık zeytin ticareti, 1996-2000 döneminde ortalama 1.181.800 ton dur. Aynı dönem itibariyle üretimin %42’si AB ülkelerinde gerçekleşmektedir. Sofralık zeytin üretiminde AB ülkelerinin payı zeytinyağından daha azdır. Dünya üretiminin %28’ini İspanya, %14’ünü Türkiye ve %9’unu ABD sağlamaktadır. ABD’yi %8 pay ile Fas izlemektedir. Görüldüğü gibi Türkiye dünya sofralık zeytin üretiminde ikinci sırada yer almakta ve siyah zeytin üretiminde ise birinci sırada bulunmaktadır. Dünya üretiminin %26’sı (305.000 ton) ihracata konu olmaktadır. Dünya ihracatında AB’nin payı %50’dir. İhracatın%37’sini İspanya, %21’ini Fas ve %10’unu Yunanistan yapaktadır. Bunu Türkiye izlemektedir (%9). Ülkemizde üretilen sofralık zeytinin %16’sı ihraç edilirken kalan kısmı yurt içinde tüketilmektedir. Yurt içi üretimimizin %88’ini siyah, %7’sini yeşil ve %5’ini rengi dönük zeytin tipleri oluşturmaktadır (1996/97).

Ekolojik özellikleri nedeni ile Akdeniz kuşağında yoğun üretimi yapılan zeytin dünyada 10 milyon hektarlık alanda 800 milyondan fazla ağaçtan elde edilmektedir. Zeytinliklerin %97’si Akdeniz kıyılarında, %3’ü ise Amerika, Avustralya ve diğer ülkelerin ekolojilerinin imkân verdiği yerlerdedir. Dünyada üretilen yaklaşık 94 milyon ton zeytinin %92’si yağlık, %8’i ise sofralık olarak değerlendirilmektedir. Dünya üretiminin %80’inin karşılandığı 10 ülkede 820.400 hektar alan, sofralık zeytin çeşitlerine ayrılmıştı

Zeytinde büyük üretici ülkeler olarak Portekiz, İspanya, Türkiye, Tunus, A.B.D., Cezayir, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Fas olarak bilinir. Bu ülkelerin üretici olması onların ihracatçı ülke oldukları anlamına gelmez. Sağlam ve köklü teknoloji ile etkili bir zeytin politikası sonucu ihracatta söz sahibi olmuş ülkeler ise, İspanya, Yunanistan, Fas, Meksika ‘dır. Yukarıda belirtilen 202.000 tonluk dünya ihracatının, 85.000 tonu İspanya, 46.500 tonu Fas, 18.000 tonu Arjantin, 14.700 tonu Türkiye, 13.000 tonu Yunanistan, 6.500 tonu Meksika ve 18.300 tonu diğer ülkeler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Resim 11-10 Osmanlı döneminde zeytin toplayıcılara günlük olarak para yerine verilen jeton. Yağlar çıkarılıp satıldıktan sonra bu jetonlar paraya çevriliyordu.



SANATTA  ZEYTİN

Resim sanatının sembolizm akımında zeytinin önemli bir yeri var.  Sanat tarihine baktığımızda Boticelli’den Dürer’e, Monet’den Picasso’ya birçok sanatçı zeytini bir imge olarak kullanmış. 17. yüzyılda Kuzey Avrupa’ya özgü natürmortlarda zeytin, acımsı tadıyla İsa’nın çektiği acıları sembolize ediyor. Zeytinin natürmortlara girmiş olmasından sömürgeci Hollanda’nın egzotik ürünlere olan merakıyla Batı’ya getirdiği bir bitki olduğunu da anlıyoruz.

Farklı iklim ve coğrafyalarda Oscar Wilde gibi, Rilke ya da Pushkin gibi birçok şair zeytini metafor olarak kullanmış. Nazım Hikmet için de zeytin, yaşama gücünün, bütün zorluklara rağmen hayata sıkıca sarılmanın sembolü. Şiirlerinde zeytini sıkça kullanan Lorca, zeytin toplayan güzel kızların şiirini yazar, yakın arkadaşı Salvador Dali’nin sesini ise ‘zeytin renkli’ diye tarif eder.


Ressamlar da zeytin ağacının gövdesindeki sonsuz ve derin kıvrımlara ve yapraklarındaki ışık oyunlarına kayıtsız kalamamış. Van Gogh, Güney Fransa’da St.Remy’de yaşadığı günlerde bir mektupta şöyle der: ‘Zeytin ağaçları çok karakteristik ve ben bu özellikleri yakalamaya çalışıyorum. Gümüş rengindeler, bazen mavimsi, bazen yeşile çalıyorlar, bazen sarı üzerine düşen parlak bir ağartı, pembe, mor, yer turuncusu, demir kırmızısı. Fakat zor, gerçekten çok zor.  Ama bunu seviyorum altın ve gümüş rengiyle çalışma fikri beni çekiyor. Ayçiçeklerinde sarılar için yaptığıma benzer bir şekilde belki bunları da günün birinde kişisel izlenimlerim olarak aktarırım.’

Pierre Auguste Renoir ömrünün son yıllarını 1907 yılında ve bahçesinde asırlık bir zeytin ağacı olan evde geçirdiğini söylüyor. Arkadaşına yazdığı bir mektupta Renoir ‘Renklerle dolu. Hafif bir rüzgarla zeytin ağaçlarımın renk tonu değişiyor. Renk yapraklarda değil, asıl yaprakların arasındaki boşluklarda. Zeytin ağacı, ah o canavar! Bana ne çok sorun yarattığını bilsen’ diye yazmış.


Yetenekli bir piyanist, bir ressam, bir oyun yazarı ama belki de bütün bunların bir adım ötesinde, İspanyol edebiyatının en sevilen şairlerinden birisi Federico Garcia Lorca. ‘Şiiri İspanya'nın şiiriydi. Halkının bilgisini yönlendiren ilkel duyguları, yaşama sevincini, yaşamın bütünlüğünü kutsuyordu’ deniyor onun için. Onu uluslararası bir figüre dönüştürense trajik ölümü olmuş. İspanya İç Savaşı'nın başlamasından kısa bir süre sonra, onu güvenli bir yere kaçırmak isteyen dostlarına, ‘Ben bir şairim, şairleri öldürmezler’ demiş. Sonra 1936'da Granada'da evinden ‘Şöyle bir yürüyelim’ diye alınıp bir zeytin ağacının altında kurşuna dizilmiş. Bugüne kadar nereye gömüldüğü bulunamamış. ‘Büyülüydü, zeytin tenliydi, mutluluğu yanında taşırdı’ diyor şair Pablo Neruda onun için.


Neil Armstrong'un 1969 Apollo 11 görevinde barışın sembolü olarak Ay'a bıraktığı altın zeytin dalı. 

 

Düşünen zeytin ağacı, Puglia-İtalya 

 

AMAZONLAR

Yunan mitolojisinin en çok ilgi çeken konusu hiç kuşku yok ki Amazonlardır. Amazonlar, savaş tanrısı Ares ile Nymphe Harmonia’dan türediğine inanılan savaşçı, kadın egemen bir topluma verilen isimdir. Amazonların ilk kez tarih önüne çıktıkları yer Yunanlıların batı olarak bahsettikleri Okeanos kıyılarıydı. Muhtemelen Afrika kıyılarında yer alan bu yerleşimde avcı toplayıcı bir düzende yaşayan Amazonlar sürekli olarak komşularıyla savaş halindeydiler. Kraliçeleri Myrina, önemli komutanları Kyme, Pitane, Riene ve kardeşi Mitylene idi. 

Resim 11-11 Gabriel- VitalDubray (1813-1892) tarafından yapılan Penthesilea (1862) heykeli[203]. 

Amazonlar günümüzün kayıp kıtası Atlantis üzerine bir sefer düzenlemek istiyorlardı. Atlantis adasındaki Kerne kentini ele geçirip tüm yetişkin erkekleri kılıçtan geçirmişlerdi. Gösterdikleri şiddetten çok korkan Atlantis halkı daha fazla direnmeden topraklarını teslim etmiş, hatta kendilerini sürekli tehdit eden Gorgonlara karşı da yardım istemişlerdi. Bunun üzerine Gorgonlara karşı bir sefer düzenleyen Amazonlar ilk günde büyük başarı kazanmış, ormana kaçan Gorgonları yok etmek için ormanı yakmayı planlamış fakat aşırı yağıştan dolayı başaramamışlardı. Tutsak alınan Gorgon kadınlarını bağlamadan hizmete zorlamışlar ancak gece herkes uykuya dalınca Gorgon kadınları uyuyan Amazonlara saldırınca, Amazonlar tüm Gorgon kadınlarını da kılıçtan geçirmişlerdi. Hatta hırsını kontrol edemeyen Myrina, Mısır önlerine kadar ordusuyla yürümüştü. Mısır Kraliçesi İsis, Amazonları karşılama görevini oğlu Horus’a vermis, Horus’un güzelliğinden etkilenen Amazonlar saldırmaktan vazgeçip Arabistan üzerine yürümüştü. Göçebe bir toplum olan Amazonlar Arabistan’ı yağmaladıktan sonra Suriye’yi almış oradan da Anadolu topraklarına girerek Kilikya’ya [204]doğru ilerlemişlerdi. Kilikyalılar ile savaşmayıp dost kalan Amazonlar Phrygia’yı ele geçirerek deniz kenarında Kraliçelerinin ve önemli komutanlarının adlarına kentler kurmuşlardır. Bu kentleri Myrina, Kyme, Pitane ve Priene olarak sıralayabiliriz. Sonra Lesbos adasına saldırmışlar ve burada da Kraliçenin kız kardeşi Mityllene adını yaşatan bir kent kurmuşlardı.

Uzun süre Anadolu kıyılarında yaşayan Amazonların çöküşü Mopus yüzünden olmuştur. Trakya kralı Lykourgos’un düşmanı olan Mopus, Batı Anadolu kıyılarına sürülünce, Amazonların baskısından bunalan halkın da desteği ile Myrina’ya savaş açmış ve onlara ilk yenilgilerini tattırmıştı. Yenilen Amazonlar, Anadoluyu terk ederek Mısır önlerine kadar geri çekildiler. Bu sırada Titanlar tarafından tahttan indirilen Mısır kralı Ammon’un yeniden tahta geçmesi için yardımcı olacağı sözünü veren Dionysos, Amazonları da kendi tarafında savaşa davet etti. Titanlara karşı mücadele kazanıldıktan sonra başarıyı Dionysos tümüyle kendisine mal edince Amazonlar isyan etmiş, Dionysos’ta Amazonları Batı Anadolu’ya kadar kovalamıştı. Kaçan Amazonlar Efes Artemis Tapınağı’na sığınmış ardından da Smyrna ve Efes şehrini kurmuşlardı.

Tarihte Amazonların birkaç değişik coğrafi bölgede görüldüğü rivayet edilmektedir. Bu mitlerden birisi de İskit prensleri Scolopotus ve Hylinos’la ilgilidir. Bu iki prens ülkelerinden sürülünce Kafkasya eteklerinde bir yerleşim kurmuşlar ve çevre halkını egemenlikleri altına almışlardı. Baskıdan bunalan esir halk sonunda ayaklanmış ve tüm İskitleri yok etmişlerdi. Katliamdan sadece ormanlık araziye kaçıp saklanan kadınlar kurtulmuşlardı. Bu kadınlar kuzeye doğru ilerleyerek Azak denizi (Meotis gölü) yakınlarda bir ülke kurdular. Kendilerine Amazon diyen bu kadınlar yönetimleri için iki kraliçe seçerek genç kızlardan oluşan bir ordu kurdular. Soyları tükenmesin diye yılın belli dönemlerinde komşu yerleşimlerin erkekleriyle birlikte olan Amazonlar doğan kız çocuklarını kendilerine alıkoyarken erkek çocukları babalarına bırakmışlardı.

Bir mite göre başlangıçta Don nehri kıyısında yaşayan Amazonların kraliçesi Lysippe’nin Tanais adında bir oğlu vardı. Tanais’in evlilik ile konuşmalarına sinirlenen Aphrodite onu annesine aşık ederek cezalandırdı. Ancak, Tanais annesi ile ensest bir lişki yaşamaktansa kendini bir nehre atarak ölmeyi tercih etti. Bu duruma üzülen Lysippe ordusuyla Anadolu içlerine doğru ilerledi. Kapadokya’yı ele geçirip Karadeniz kıyılarına yerleşti. Başkentlerini[205] Thermedon nehrinin Karadeniz’e döküldüğü yerde kurmuşlardı. İkinci bir kent olarak Sinop’u kurdular.

Kraliçeleri Marpesia ve Hippo yönetimindeyken Phrygia üzerine akınlar düzenlemişler, Batı Anadolu’yu ele geçirerek Efes kentini kurmuşlardı. Amazonlar çevreye dehşet saçınca Lykia kralı Iobates, Bellerophon’dan yardım istedi. Bellerophon ülkesinden sürülünce Tryns kralı Proetus, Bellerophon’u himayesine aldı. Ancak kraliçe Antia gence âşık olunca işler karışmıştı. Kraliçenin aşkına Bellerophon yanıt vermeyince sinirlenen kraliçe iftira atarak kendisine saldırmakla suçlamıştı. Kendisine sığınan bir kimseyi öldürmek istemeyen kral Proetus, Bellerophon’u Lykia kralına teslim ederek yazdığı özel mektubunda öldürülmesini istemişti. Bunun üzerine Iobates, Bellerophon’u ülkesine dehşet saçan Khimaira’nın üzerine göndermeye karar verdi. Bir aslanın kafasına, bir keçinin bedenine ve bir yılanın kuyruğuna sahip olan bu canavar ateş saçıyordu. Bellerophon canavarla baş edebilmelik için hemen bir kâhine danışmış, kâhinde eğer Medusa’nın yere dökülen kanlarından dünyaya gelmiş olan kanatlı at Pegasos’u ele geçirirse Khimaira’yı alt edebileceğini söylemişti. Bellerophon, Athena’nın hediye ettiği sihirli eğerle vahşi atı evcilleştirmiş ve Khimaere’yı öldürüp Olympos (Çıralı) tepesine gömmüştü.

Bellerophon’un başarısından etkilenen kral Iobates, bölge halkına sürekli saldıran Amazonları yok etmesi görevini verdi. İşte böylece Bellerophon Pegasos’un üzerinden oklarıyla bölgedeki tüm Amazonlara ölüm saçmıştı. Bellerophon o kadar yüksekten ok atıyordu ki Amazonların oklarının o yüksekliğe ulaşması imkansızdı.

 

Troia krallığının da başına bela olan ve Troia kentine defalarca saldıran Amazonlar, Akhalar Troia kentine saldırdığında kentin yardımına koşan Anadolu müttefiklerinin en önemlilerindendi. Savaş sırasında Akhilleus ve Amazon kraliçesi Penthesileia altı saat süreyle öldüresiye döğüşmüşlerdi. Amazonlu savaşçının inanılmaz balta hamlelerini izlemekte olan Yunanlı askerlerden biri Akhilleus’un bu işi kendi başına bitiremeyeceğine karar verip, Amazonlı kahramanın dikkatini dağıtmayı başarmış, bundan faydalanan Akhilleus’da mızrağını rakibinin göğsüne saplayarak öldürmüştü. Ağır yaralanan kahraman savaşçı son kez Akhilleus ile göz göze gelmiş, Akhilleus bir hamle yaparak rakibini yere düşmeden belinden kavrayıp kendine doğru çekip büyük bir saygıyla yere yatırmıştı.

Savaşçının masmavi gözleri Akhilleus’da kilitlenmiş, Akhilleus ise hile ile öldürdüğü kahramanın gözlerine bakamayacak kadar utanç doluydu. Akhilleus, savaşçı can verirken başını yerden kaldırıp, dizlerinin üzerine yatırmış, altı saat vuruştuğu bu kahramanın yüzünü görmek için miğferini çıkarmak istemişti. Miğfer çıktığında Akhilleus’un altı saattir çarpıştığı ve hile ile yendiği savaşçının bir kadın olduğunu görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü. Üstelik daha evvel böyle bir güzellik gördüğünü hatırlamıyordu. Bir anda ona âşık oldu. Sadece kendi kalbinin sesini duyuyor, kucağındaki kahraman kadının ölmemesi için Tanrı’ya yalvarıyordu. Ama savaşçı kadının gözlerinin kenarından süzülen yaşlar, trajik sonun habercisiydi. Güzel savaşçının giderek donuklaşan bakışları hırıltıyla karışık bir nefesin ardından sonsuzluğa dikilip kalmıştı. Akhilleus karmakarışık duygularla onun yüzündeki tozu toprağı sildi ve yavaşça gözlerini kapattı. Başını yavaşça yere bırakırken bir Yunanlı askerin sesi ‘Saatlerce savaştığın meğer bir kadınmış, dikkatini dağıtmamış olsaydım seni alt edecekti’ dedi. Akhilleus doğruldu ve Kraliçenin baltasıyla tek bir hamlede onun kafasını uçurdu. Öldürdüğü savaşçıya saygısından mı, yaptığı hileden mi, âşık olduğu kadını öldürmekten duyduğu pişmanlıktan mı bilinmez. Ancak Akhilleus o günden sonra hiç âşık olmadı.’

 Amazon deyince akla ilk gelen şey memesi olmayan kadın savaşçıdır. Rivayete göre bu kadın savaşçılar daha iyi ok atabilmek için sağ memelerini kesmişlerdi. Gerçi gerek kabartma gerek de resim olarak Amazonları temsil eden binlerce sanat eserinde Amazonlar tek memeli olarak gösterilmemiştir. Bazen sağ memeleri örtülüdür ama göğüslerinin olduğu bellidir. Gene de kadın imajının önemli bir parçası olan memenin kesilip alınması erkeksi, vahşi, acımasız ve saldırgan bir kadın imajı çizmek için Amazon kadınlarının mitosuna eklenmiş olabilir. Unutulmamalıdır ki bu mitos, erkeklerin kadınlara karşı egemenliklerinin pekiştiği bir dönemi anlatmaktadır. Bir dönem vahşi ve saldırgan olan kadının mitosta Bellerophon’un oklarıyla yok edilmesiyle anlatılmaya çalışılan eski kadının öldüğü yeni kadının Athena’nın kimliğinde yaratıldığıdır. Bu yeni dönemde cinselliği dizginlemek için kadın kontrol altına alınarak kolay yol benimsenmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Musa’ya indirilen tanrısal sözler, cinselliğin insanın başına açtığı belayı sıklıkla vurgulamakta ve uzak durma mesajı vermektedir. İnsanı sahip olabileceği en önemli şeyden, cennetten mahrum kılan cinselliğin, cennette ödül olarak sunulması ise bir ironidir. İnsanın Havva yüzünden kaybettiği cennet ancak kadın cinselliğinin kontrol altına alınmasıyla girilebilecek bir ödüle dönüşmüştü.

Yerleşik düzene geçilmesiyle yeni düzenlemeler gerekmişti. Bunların başında da cinsellik geliyordu. Avcı-toplayıcı kadın zaten sığınağa yakın bahçe işleriyle ve toplama işiyle meşgul olmaktaydı. Yeni tarımcı yaşam biçiminde bahçe tarlaya doğru evrilip, evcilleştirilen öküzlerin sabana koşulmasıyla erkek kadının işinin önemli bir bölümünü eline alınca kadının ortalıkta görünmemesi en hayırlısı olarak düşünülmüştü. Kadının artık aileye ekonomik bir katkısı yoktu. Dışarıya tamamen kapalı[206] evlerinin sadece iç avlularında güneşi görmeye başladılar. Aslında kadının bu esareti sanayi devrimine kadar devam etti. Ancak sanayi devrimiyle birlikte kadınlar fabrikalarda çalışmaya başlayarak yeniden ekonomik üretkenliğe kavuştular. İktidar sahibi erkek, kontrol altına alamadığı kadını aforoz etme eğilimindedir. Orta Çağ’da Avrupası’nda sıklıkla yaşanan budur. Kilisenin giyotine yolladığı cadıların bir bölümü işte bu tip kadınlardan oluşmuştur. Amazonlar, erkek egemen Yunan toplumu için kontrol altına alınamayan güçlü kadın fobisini yansıtmaktadır. Geleneksel kadın-erkek ilişkilerinde kadının erkeğe ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. Erkeğe ihtiyaç duymayan kendi ayakları üzerinde durabilen, üstelik de savaşçı bir kadın tipi Yunan erkeğinin kâbusu olmalıdır.

Amazon mitleri muhtemelen Neolitik dönemde geçiyor. Bu dönem insanlığın en büyük değişimi yaşadığı, avcı-toplayıcı yaşamdan tarım ve hayvancılık evresine geçiş dönemidir. Bu dönemle birlikte kadın erkek egemenliği de yeniden şekillenmiştir. Bu savaş aslında hareketli avcı toplayıcı toplumla, yerleşik tarım ve hayvancılık yapan toplumların savaşıdır. Amazonların gökten ok yağdırılarak yok edilmesi aslında savaşın kadın erkek savaşından çok yer kültü ile gök kültü arasındaki savaşa dönüştürmüştür. Artık akıl ve gökyüzü eril kültürün en önemli sembolleridir (Baş Tanrı Zeus). Toprak ana Tanrıça Kybele giderek önemini yitirecektir.    

Anadolu’nun kuzeyinde Thermodon[207] ırmağının Karadeniz’e döküldüğü noktada vaktiyle Themiskyra vardı. Bu kent Amazonların başkentiydi. Bölge başlangıçta Hitit İmparatorluğu’nun göbeği iken sonraları Hellenik, Hellenistik ve Roma çağında da Pontos olarak adlandırıldı. Antik yazımlar İzmir, Efes gibi bazı kentlerin Amazonlar tarafından kurulduğu belirtilmektedir. MÖ 4. yüzyılda yaşamış Filosoflar Platon ve Sokrates, Amazonların Yunanistan ve hatta Atina’ya akınlar düzenlemiş olduklarını kesin bir tarihsel gerçek olarak kabul ederler.  Yüzyıllarca sonra 16. yüzyılda İspanyol kâşif Orellana, Güney Amerika’da savaşçı kadınlara rast geldiğinden dolayı Maranon nehrine Amazon adını takmıştı.

 



[189] Boş zamanı değerlendirme

[190] Volkanik kayaların arasında yetişen gösterişsiz küçük çiçekli bir türdür. Yoğurt mayalamakta kullanılan yoğurt otuna benzer.

[191] Flamingolara bu tuzlu sulu cennette 150’ye yakın kuş türü arkadaşlık ediyor. Sunalar, Yeşilbaşlar, çeşit çeşit Martılar, Sumrular ve Balıkçıllar bunların yalnızca bir kısmı.

[192] Ma’adra

[193] Maya Tepesinin denizden 1.344 metre yükseklikte olduğu Sefa Taşkın’ın ‘Mysia ve Işık insanları’ kitabında belirtilmiş.

[194] Bu mantar türü, Fransa’ya dahi ihraç edilmektedir.

[195] Ancak son zamanlarda fıstık çamlarının etrafında yetişen bir mantar türü sebebiyle çamın verimliliği düşmüş ve köylünün geliri de bundan olumsuz yönde etkilenmiştir.

[196] 1960’larda üzüm, zeytinden sonra gelen ikinci ürün iken; bağların hastalanması ve buna karşı önlem alınamaması nedeniyle günümüzde üretim %80 oranında azalmıştır.

[197] Köyün yaklaşık 3,5 dekar büyüklüğündeki bir alanında kadın çiftçiler tarafından üretilen lavanta Küçükköy’ü diğer yerleşimlerden farklılaştırmaktadır.

[198] Yabani zeytin-Delice

[199] Ehli zeytin

[200] Roma’da Minerva

[201] Bu şirket, küçük lakabıyla tanınan Banker Sezai beyin 1927’de Sezai Nur gemisiyle birlikte denizde batıp, kaybolması üzerine dağılmıştır.

[202] Abalıoğlu. Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu

[203] Paris’te bulunan Louvre Sarayındaki Cour Carrée’nin doğu cephesi.

[204] Çukurova civarı

[205] Fatsa ya da Ordu’da

[206] Roma dönemi evlerinin bile dışa açılan pencereleri yoktu

[207] Karadeniz’e dökülen bir nehir

Comments