7 - MÜBADELE
Yunanistan 1830’lardan itibaren Avrupa Devletleri’nin desteğiyle sürekli olarak Osmanlı aleyhine topraklarını genişletmiştir. Bu genişleme, Yunan ordusunun 1919’da Anadolu’yu işgali ile doruk noktasına ulaşmış, 1922 yılında Büyük Taarruz ile de son bulmuştur. Büyük Taarruz sonucu yaklaşık 1,2 milyon Rum Anadolu’dan Yunanistan’a göç etmiş, kalanların durumu ise Lozan Konferansı sırasında Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Lozan antlaşması ile çözümlenmiştir. Bu antlaşmaya göre yaklaşık 456.720 Müslüman Türk ve yaklaşık 200.000 Hıristiyan Rum zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır.
Resim 7-1 Saatli cami
Resim 7-2 Anadolu’da yaşayan Rumların dağılımı (1910). Ege’de Rumca konuşanlar sarı ile, Pontuslu Rumlar turuncu ve Kapadokya Rumları yeşil renkte belirtilmiş[192].
Resim 7-3 İstanbul’daki Rum Ortodoks cemaatin yıllara ve toplam nüfusa göre dağılımı (1844–1994)[193].
Giritli
Müslümanlar ve Nüfus Mübadelesi
Hiç kuşkusuz, nüfus mübadelesinden en çok etkilenen coğrafyalardan biri Girit Adası’dır. 1897 Girit İsyanı’ndan sonra Girit’te muhtariyet idaresi kuruldu ve Kasım 1898’de Osmanlı askerleri adayı terk ettiler. Ada, Balkan Savaşları’ndan sonra 1912’de Yunanistan ile birleşti. Bu süreçte birçok Giritli Müslüman, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerine göç etmek durumunda kaldı. Ancak 1923 yılına kadar önemli sayıdaki Müslüman cemaat Girit’teki varlığını sürdürmüştür.
|
Toplam |
Müslüman |
Hıristiyan |
Yahudi |
|||
1897 |
300.000 |
70.000 |
23% |
||||
1900 |
303.553 |
33.496 |
11% |
269.319 |
88% |
728 |
1% |
1909 |
37.000 |
37.000 |
|||||
1911 |
27.852 |
27.852 |
Girit Nüfus Dağılımı
Mübadele kapsamında Kandiye’den 13.975 Hanya’dan 8.837 Giritli Müslüman Anadolu’ya gelmiş ve Ayvalık, Edremit, Mersin ve civarına yerleştirilmiştir. Bazıları ise Ada’da kalmayı tercih etmiştir. Lozan müzakerelerinde mübadeleye tabi tutulan nüfusun tespitinde ana ölçüt din idi. Osmanlı millet sisteminin etkisiyle, ülkedeki tüm Müslümanlar Türk olarak kabul ediliyordu. Türkiye’ye Rumca, Arnavutça, Bulgarca, Ladino, Ulah, Slav ve Roman dilleri konuşan çeşitli Müslüman topluluklar, Yunanistan’a ise Türkçe konuşan Rumlar ile Niğde, Nevşehir, Kayseri, Konya ve civarında yaşayan ve anadilleri Türkçe olan Rum Ortodokslar göç etmişti.
Mübadillerin
Yerleştirilmesi
Resmi istatistiklere göre, Yunanistan’dan getirilen toplam göçmen sayısı 456.720 idi. Gelen aileye, geride bıraktıkları malların yüzde 17,5’na[194] karşılık gelecek şekilde, Rumların terk ettiği mallar veriyordu. Şehir merkezine yerleşecek olan aile reislerine, Rumların terk ettiği ev ve işyerleri, kırsal alana yerleşecek olanlara ise terk edilmiş tarlalar veriliyordu. Gelen mübadillerin iskanında en önemli sorun, terk edilmiş mülklerin durumuydu. Rum ve Ermeni evleri, mübadillerin gelişinden önce, çeşitli kişiler tarafından işgal edilmişti. Bunlar Türk-Yunan Savaşı sırasında evleri yananlar, Yunan işgalindeki bölgelerden İzmir’e göç edenler, ordu mensupları ve askerlerden oluşuyordu. Ayrıca mübadele kapsamında olmayan göçmenler de Rum evlerine yerleşmişlerdi. Bir diğer sorun da mübadillere yerleşim bölgelerinde dağıtılacak taşınmaz malların yetersiz kalmasıydı. Bu nedenle, bir bölgeye gönderilen göçmenlerin, oradaki terk edilmiş malların yetersizliği yüzünden başka bir yerleşim bölgesine gönderilmesi durumuyla karşı karşıya kalınmaktaydı. Örneğin, birçok tütüncü ailesi, dağlık bölgelere, serbest meslek sahipleri ise köylere yerleştiriliyordu. Kırsal kökenli bir aile, bir şehrin terk edilmiş bir evine, zeytincilikle uğraşan bir aile ise zeytin yetiştirme imkânı bulunmayan başka bir yere iskân ettiriliyordu. Mübadillerin %58’i Marmara Bölgesi’ne, %13’ü Ege Bölgesi’ne, %11’i Karadeniz Bölgesi’ne ve %10’u İç Anadolu Bölgesi’ne iskân edilmiştir.
Giritli
Mübadiller ve Midillili Mübadiller
Yerli-mübadil çatışmasının yanı sıra mübadillerin kendi aralarında da çeşitli rekabetler ve çatışmalar söz konusuydu. Örneğin, Ayvalık’ta iskân edilen Giritli mübadiller ile Midilli’den gelen mübadiller çatışıyorlardı. Midillili mübadiller, Ayvalık’a Giritlilerden bir yıl önce gelmeye başlamış ve en güzel evleri ve zeytinlikleri almışlardı. Giritlilerle yaşadıkları çatışmalar hem ekonomik hem de kültürel kaynaklıydı. Giritliler, Adalıların[195] iyi yemek pişirmediklerini ve köylü olduklarını söyleyerek onlardan farklı olduklarını iddia ediyorlardı. Ne de olsa daha batıdan gelmişlerdi. Giritlilerin Yunanca konuşmaları, Rum adetlerini devam ettirmeleri, siyah kıyafetler giymeleri Midillili mübadiller tarafından yadırganıyor ve garipseniyordu.
Uyum sorunu Yunanistan’a göç eden Rumlar arasında daha şiddetli yaşanmış ve bu göçmenlerin çoğu Avrupa ve Amerika’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Ayrıca Anadolu’dan göç eden Rumlar, Yunanistan’da barınma problemleri ile karşılaşmışlar ve bu göçmenlerin beslenme, giyim ve bakım masrafları zaten kötü durumda olan Yunan ekonomisine ek bir yük bindirmiştir. Yunanistan’ı terk eden Müslümanlardan kalan yerlere sadece Rumların %40’ı yerleştirilebilmiş, bu durum da göçmenlerin hayat şartlarının daha da kötüleşmesine yol açmıştır. Yunanistan'ın farklı yerlerinden gelmiş olan mübadiller arasında bile çatışmalar yaşanmış, özellikle Girit mübadillerinin Türkçe bilmemeleri, Midilli mübadillerinin ise daha önce, hatta bir kısmının henüz Mübadele Sözleşmesi yapılmadan Ayvalık'a gelip yerleşmiş olmaları sorunların ana kaynağını oluşturmuştur. Adalı-Giritli ayrımı Ayvalık'ın bugünkü yerli halkı arasında hala gözle görülür biçimde nettir. Üstelik aynı adadan ya da şehirden gelmiş olsalar bile mübadillerin kendi içlerinde homojen bir grup oluşturdukları öne sürülemez. Örneğin özellikle Girit'ten gelen mübadiller arasında Afrika'dan kaçırılıp bu adalarda satılan köleler de bulunmaktadır. Zengin ailelerden bir kısmı kölelerini de beraberlerinde Ayvalık'a getirirken, bir kısmı onları azat etmiş, Türk hükümetinin toprak ve ev dağıttığını duyan ve hiçbir maddi geliri ve taşınmazı bulunmayan azat edilmiş köleler de çareyi mübadil olarak Türkiye'ye gelmekte bulmuşlardır. Genelde Adalı ve Giritli olmak üzere Ayvalık'a gelen iki farklı grubun dışında Balkan Savaşları sırasında gelmiş olan Boşnak muhacirlerinin varlığı da hesaba katılırsa, din dışında hemen hemen hiçbir ortak özelliği bulunmayan, birbirinden tamamen farklı bu üç grubun bir arada yaşarken sorunlar çıkmaması kaçınılmazdı. Yerli nüfusla göçmenler arasında olduğu gibi, farklı göçmen grupları arasındaki çekişmenin de başlıca nedeni ekonomiktir.
Midilli' den daha önce gelenler Türkçe konuşan bir Müslüman topluluğu olsa da Giritlilerle karşılaştırıldığında bunların pek azı siyasi arenada başarılı olabilmişlerdir. Bunun nedeni şüphesiz, her iki dili kullanan Giritlilerin son derece eğitimli olmaları ve Girit'te yaşarken siyasi çevrelerde kazandıkları becerileri yeni yerleşim yerlerinde kolayca hayata geçirebilmiş olmalarıdır. Sophia Koufopoulou'nun araştırmasına göre, Midillililer Türkiye'ye gelmeden önce Giritlilerden daha zengin olmalarına rağmen, yeni yerleşim yerinde Giritlilerin daha iyi bir yaşam standardına sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Ayvalıklı mübadiller de ilk geldiklerinde Midillililerin ekonomik açıdan daha iyi durumda olduklarını ancak Giritliler daha tutumlu oldukları için zamanla kendilerinin daha zengin olduklarını ifade etmektedir. Adalılar, Giritli ailelerde anaerkil bir düzenin hâkim olduğunu hatta ‘Giritliden alacaksan damat al, gelin alma’ diye bir söz olduğunu da belirtmektedirler. Giritli mübadillerin aile içinde daha demokratik bir yapıya sahip olmaları da Ayvalık'ta Midillili mübadiller tarafından yadırganmıştır. Giritli kadınların cinsiyete dayalı eşitliği teşvik eden Türk hükümetlerini destekledikleri görülmektedir; bu yaklaşımları kadın ve erkeğin aile yaşamları hakkında ortak karar almaları gibi bir pratiğe de yansımıştır. Bu elbette gündelik yaşamda batılı normlarda cinsler arası tam bir eşitliğin var olduğu anlamına gelmez. Hala katı bir iş bölümü söz konusudur ve çoğu durumda erkek evin geçimini üstlenmiştir. Ancak yine de kendi etnik toplulukları içinde Giritli kadınların kadın olarak statüleri, diğer etnik gruplarla karşılaştırıldığında hayli yüksektir[196].,
İki mübadil grubun çekişmesinin gerisindeki bir diğer neden de Giritlilerin çoğunluğunun, bazı Hıristiyan adetlerini korumuş olmalarıdır. Örneğin Paskalya‘da Ortodoks Yunanlılar, yumurtaları İsa'nın kanını temsil eden kırmızı renge boyarlar ve tsoureki denilen özel bir tatlı ekmek yaparlar. Cundalı Giritliler de Hıdırellez kutlamalarında İlyas Peygamber için aynı şeyi yaparlar ve dahası, bu adeti Hıristiyan Rumlardan aldıklarını da açıkça söylerler. Giritliler, Adalıların iyi yemek pişiremediklerini, evlerinin pis olduğunu, köylü olduklarını iddia ederken; Adalılar da Giritlilerin Rum adetlerini devam ettirdiklerini, Girit'te İdadi(Osmanlı döneminde lise) bulunmadığı için kültür seviyelerinin kendilerinden daha düşük olduğunu, Ayvalık'ta ilk yıllarda şehir kulübündeki üyelerin neredeyse tamamının Adalı olmasının da bunu gösterdiğini savunmaktadırlar. Bazı Giritliler de tam bunun tersi görüştedirler. Giritlilerin bir kısmının Türkçeyi hiç bilmemesi ya da çok az bilmesi, özellikle yaşlıların birbirleriyle Rumca konuşmayı tercih etmeleri, çocuklarına ve torunlarına da bu dili öğretmeleri, aileden biri öldüğünde geride kalan yakınların uzun süre siyah kıyafetler giymeleri ya da mezarlarının üzerini mermerle kaplatarak, halkın deyimiyle ‘Rum mezarı gibi’ yapmaları da Adalılar tarafından eleştirilen davranışlardandır. Midilli mübadilleri Ayvalık'a geldiklerinde Türkçeyi gayet iyi konuşabildikleri halde Girit mübadillerinin büyük bölümünün tek bir kelime bile Türkçe bilmemeleri nedeniyle Giritliler, diğer mübadiller tarafından ‘yarım gavur’ olarak adlandırılmış ve kahvede birlikte oturmamak, kendilerinden alışveriş etmemek ve kız alıp vermemek gibi uygulamalarla uzun süre dışlanmışlardır. Her ikisi de ada olmasına ve benzer koşullarda yaşamalarına rağmen Giritliler Türkçe bilmemekte, Midillilerin tamamı ise Türkçe konuşmakta, hatta içlerinde Rumcayı hiç bilmeyen ya da çok az bilenler de bulunmaktadır. Bunun başlıca nedeni Girit'in, Osmanlı topraklarına hemen hemen en son katılan ve hem idari dokusu hem de toplumsal yapı anlamında Osmanlı egemenliğinin en gevşek örüldüğü coğrafya olmasıdır. Girit Ada'sındaki Müslüman ve yerli Rum Ortodoks nüfus öylesine karışmıştır ki, Müslümanların kullandıkları isimler Rumca isimlerle birleşmiştir. Girit’te çok sayıda Müslümanın daha fetihten itibaren Rum kadınlarıyla evlilikler yaptığı bilinmektedir. Rum kadınlardan doğan çocuklara Rumca hitap edilmekte hatta Rumca isimler verilmektedir. Belgelerde Yanni Osman, Hasan Nikolaki veya Molla Mehmetaki gibi isimlere sıkça rastlanmaktadır. Hatta kimi zaman sadece Rumca isimlerle anılan Müslümanlara da rastlanır. Girit’te resmi yazım dilinin Türkçe olmasına ve Türkçe eğitim ile basın faaliyetlerine büyük önem verilmesine rağmen, halk arasında konuşulan dil Rumca idi. Rumca, sadece Rumlar ile Müslümanlar arasında değil; Müslümanların kendi aralarında da kullandıkları dil olmuştur.
Ayvalıklıların
gündelik konuşma dilinde[197] dikkat
çeken üç temel farklılık vardır.
- Bunlardan birincisi hemen tüm kelimelerin sonuna -cik, -cık eki getirmeleridir. Bunun Yunancadaki -mu ekinin karşılığı olduğunu düşünülmektedir. ‘Çok da çirkinciktir’ gibi olumsuz anlam taşıyan kelimelerin sonuna bile bu ekin getirilmesi, onların eleştirilerini bile sevimli hale getirmektedir.
- İkinci temel farklılık Ayvalıklıların tıpkı İstanbul Rumları gibi -mi, -mu soru ekini kullanmamalarıdır. ‘Gelirsin?’ [Geliyor musun?], ‘Gidersin?’ [Gidiyor musun?] örneklerinde olduğu gibi cümledeki soru anlamı kelimenin son hecesine yapılan vurguyla verilmektedir.
- Son farklılık ise Yunanca ‘da sıkça kullanılan ‘vre’ nidasının Ayvalıklılarca ‘bre’ şeklinde değiştirilmiş olarak kullanılmasıdır. Çoğu zaman ‘bre’den önce ‘be’ de kullanılmaktadır: ‘Yok be bre’ örneğinde olduğu gibi. Uzun yıllar boyunca Rumca konuşmuş bu kimselerin, bu dilin bazı yapı taşlarının Türkçeye de taşımış olmaları son derece doğaldır.
Ayvalık
lehçesine yönelik Ayvalıkların görüşleri:
Ayvalık'ın keşfe değer bir diğer yüzü
de yöresel ağzı ya da Ayvalık şivesi. Ayvalık’ta yaşayanların hala kullandığı,
‘Ayvalık’ın az bilinen dili’ kentin mübadele ile şekillenen yaşamını da
günümüze taşıyor. Ayvalık sokaklarında hala konuşulan ‘Ayvalıkça’, duyanlarda
hafif tebessüme neden oluyor. Ayvalık'ın kültürel zenginliğinin bir parçası ve
bu nedenle kıymetli olan şive gerek söyleniş biçimi gerekse bazı kelimeleriyle
Rumca ile büyük benzerlik taşıyor.
Bu şiveyi kullanan Ayvalıklılar, güne
‘Merabayin’ (merhaba) diyerek başlıyor. Yeni tanıştığı kişinin nerede
oturduğunu ‘Nerede durursun?’, ailesini ‘Kimlerdensin?’ diyerek soruyor. Kişiyi,
‘ge bura- bak bura’ diyerek çağırırken, ‘alkışım olsun’ diyerek teşekkür
ediyor. ‘Aninem’ (amanın) diyerek tepki gösteriyor. Çocuklara, ‘Ah çocuğumu
evladımı’ diye sesleniyor. Suya ‘sucağız’, testiye ‘kumnili’, üzüntüye
‘üzgüntü’ küreğe ‘faraş’, acıktım yerine ‘içim kıyıldı’ deniyor. Başka zaman
yerine ‘sahi zaman’, seslenmek yerine ‘tınmak’, rahatsız etmek yerine ‘salerlik
yapma’, ufak-küçük yerine ‘şimbil’, deprem yerine ‘zelzele’, tadı bozuk yerine
‘marık’, ziyan etme yerine ‘zebil etme’, güzel yerine ‘palüze’ çok sık
kullanılan kelimeler olarak dikkat çekiyor.
Mübadil torunu olduğunu söyleyen Hikmet
Zorlu, ‘Babam Midilli’den gelme, annem Selanik muhaciri. Konuşmalarda bazı
kelimeler tuhafımıza[198]
gidiyordu. Tuhafımıza gidiyordu ama ağzımız alışıyordu, konuşuyorduk bu
kelimeleri’ diyor.
Midilli Sarlıcalı’dan gelen mübadil
çocuğu Çetin İşten[199] ‘biz konuşurken her şeyi
küçültürüz ağaççağızlar, kuşçagızlar, evlatçıklar gibi her şey minyatürize
ederiz. Konuşmamız, özümüz bu şekilde’
Esnaf Refik Sal ise, ‘Ayvalık’ta doğdum
büyüdüm. Giritli bir ailenin çocuğuyum. Göreneklerimizde, örflerimizde Girit
kökenli olduğumuz için bazı kelimelerde Türkçe’ye çevrildiğinde ilaveler
oluyor. Mesela, kapıcık pencerecik. Çoğu kelimenin sonunda cık ve cikler
oluyor. Bazı cümleler devrik oluyor’
Midilli
ve Girit Müslümanları Geliyor
Midilli Müslümanlarının oluşturduğu 1.400 kişilik ilk kafile Ekim 1923’de Ayvalık’a geldi. Ayvalık’ta mübadiller için 1.500 ev hazırlanmıştı. Mübadele protokolünün imzalanmasının ardından 8.000 Müslüman Türk Ayvalık’a getirildi. Aynı gemi buradan Samsun’a gidiyor ve o bölgedeki Rumları’da Yunanistan’a götürüyordu. Ayvalık’taki Rum halk 1922 Ağustos’unda, 1821 isyanın sonunda olanları hatırladıklarından kendi imkanlarıyla şehri terk edip Midilli ile Yunanistan’a gitmişlerdi. Ayvalık’a gelen mübadiller boşaltılmış bir şehir buldular. Girit’ten İlk gelen kafilede 955 kişi bulunuyordu. Vapurda doğan bir çocuğa Mustafa Kemal adı verildi. Ayrıca bu tarihler arasında Girit Resmo’dan gelenlerin de yerleşimi yapıldı.
Tarih |
Geldiği Yer |
Kişi sayısı |
19-23 Ekim 1923 |
Midilli |
8.000 |
24 Kasım 1923 |
Midilli |
1.512 |
4 Aralık 1923 |
Midilli |
1.027 |
8 Aralık 1923 |
Midilli |
2.243 |
8 Nisan 1924 |
Resmo |
1.500 |
18 Nisan 1924 |
Kandiye |
1.150 |
28 Nisan 1924 |
Hanya |
2.041 |
9 Mayıs 1924 |
Resmo |
1.141 |
Böylece Nisan ayı içerisinde Girit’ten Ayvalık’a 5.832 kişinin
getirilmesi planlandı. 1923 yılı aralık ayında Midilli ve Resmo’dan toplam
13.809 kişi iskân edildi. Daha sonra gelenler de eklendiğinde bu rakam 19.641
kişiye ulaştı. Sözleşme uyarınca mübadiller yanlarına 100 kilo eşya
alabilecekler üstü için ücret ödeyeceklerdi. Zeytinyağı fabrikaları ile
tabakhaneler misafirhane ve depo olarak kullanıldı. Gelenler buralarda 15 gün
karantinaya tutuldular. Nüfus değişimi sonrasında Ayvalık’taki mevcut nüfusun
%75’ini Midilli adasından, %20’sini Girit adasından ve %10’unu da diğer
yerlerden gelenler oluşturdu. En önemli sorunlardan biri Ayvalık dışındaki
köylerde Rumların evlerini yakarak gitmesiydi. Ayvalık dışında kullanılabilir
ev bulmak zordu. Ayvalık’ta gelen ailelerin yerleşmesi için 4.622 hane ayrıldı.
Yerleştirilmesi gereken ise 4.922 hanede toplam 21.807 kişiydi. 400 hane
Cunda’ya yerleştirildi. Ayvalık’ta ciddi bir yerleşim sorunu olmadı.
Resim 7-4 Mübadilleri getiren gemi
Ayvalık limanında.
MÜBADELE GEMİLERİ
Mübadele döneminde, hükümete bağlı olarak kamu görevi yapmakta olan Seyri Sefain İdaresi, Türk Vapurcular Birliği içindeki en güçlü taşıma filosuna sahip kuruluştu. Bu idarenin o dönemde tonajı 2.000’den fazla olan altı gemisi bulunmaktaydı. Diğer gemiler tonaj yönünden daha az hacme sahiplerdi. Vapurlar yaşlı ve sayıca azdı. Özel vapur işletmelerinin[200] ellerindeki gemiler göçmen taşıma sürecinde etkili oldular. Bunlardan Yeni Türkiye ve Mustafa Reşit Şirketi 1923 yılında kurulmuştu.
Mübadele taşımasında 45 gemi[201] görev almıştır. Bu gemilerin yanı sıra, zorunlu kılınmasından dolayı yabancı bandıralı gemilerle de göçmen getirildi. Yunan bandrollü Jenutu gemisi ise zengin Giritlileri Cunda’ya getirmiştir. Yabancı gemilerin önemli bir kısmı Yunanistan’a gidecek göçmenleri taşımak için Türkiye’ye gelirken Müslüman göçmenler yüklemişlerdi. Aynı şekilde, Türk gemilerinin de Yunanistan’a kısmen de olsa Rum göçmen götürdüğü oldu.
Gülcemal Gemisi
Anıları en çok süsleyen gemilerin başında hiç kuşkusuz, Gülcemal gelmektedir. 1874 yılında Kuzey İrlanda’nın Belfast kentindeki Harland and Wolff adlı gemi tezgâhlarında inşa edildi. Meşhur Titanik gemisi de bu tersanede inşa edilecektir. Gülcemal Belfast’ta, Germanic ismiyle denize indirildi. 5.071 kros tonluktu. 142 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğindeydi. Gemi 3.825 beygir gücündeydi. Uzun yıllar Avrupa-Amerika hattında yolcu taşıdı. 1896 yılının ağustos ayında yenilenen kazanları ve makineleri ile Atlantik’i 6 gün, 21 saat, 38 dakikada kat ederek mavi kurdele sahibi oldu. 1899 yılında New York Limanı’nda kömür almak için beklerken çok soğuk ve şiddetli bir rüzgâr eşliğinde müthiş bir tipi geminin üzerinde kalın bir buz tabakası oluşturdu. Bu buzun üzerine durmadan kar yağıyordu. Saatler sonra gemi bunca ağırlığı kaldıramayarak dibe oturdu. Uzun ve yorucu bir uğraşın sonunda yüzdürüldü; ancak onarılması pek kolay olmadı. Belfast’a inşa edildiği tersaneye yollanarak onarımı yapıldı. 1902 yılında merkezi Liverpool’da olan Dominian Lines adlı vapur şirketine satıldı. Germanic adı Ottowa olarak değiştirildi. Yeni sahipleri Avrupalı göçmenleri Amerika’ya bu gemi ile taşıdılar. Amerika seyahatiyle tanınan Ubeydullah Efendi anılarında gemide çiçek yetiştirilen bir bahçe olduğundan bile söz eder. 1910 yılında 15.000 altın karşılığında Osmanlı Seyri Sefain İdaresi tarafından satın alındı. Gemi satın alınınca gemiye o dönemin Osmanlı padişahı olan Sultan Reşat’ın annesinin adı verildi: Gülcemal. Anlamı ise ‘gül yüzlü’ demekti. Yolcuların çok sevdiği bu gemi özellikle düzenli posta seferleri yapmaya başladığı Karadeniz halkının sevgilisi oldu. 1914’ te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra asker ve askeri mühimmat taşıma işinde kullanıldı. Bir ara da hastane gemisi olarak da hizmet verdi.
Orhan Veli’nin bu gemiyle ilgili ünlü şiiri hep
kulaklarda kalmıştır:
Hangimiz bilir,
benim kadar
Karpuzdan fener
yapmasını
Sedefli hançerle,
üstüne
Gülcemal resmi
çizmesini
Bedri Rahmi de bir şiirinde Gülcemal’den şu
dizelerle söz ediyor:
İstanbul deyince
aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu’da toprak
damlı bir evde,
Gülcemal üstüne
türküler söylenir…
Süt akar cümle
musluklarından;
Direklerinde
güller tomurcuklanır
Anadolu’da toprak
damlı bir evde çocukluğum;
Gülcemal’le gider
İstanbul’a,
Gülcemal’le gelir…
Akdeniz Gemisi
Cumhuriyet Gemisi
Dumlupınar Gemisi
Göçmen taşıyan gemilerden birisi olan Dumlupınar 1888 tarihinde Almanya’da yapılmıştı. Önceleri Alpba sonra Croatia adıyla çalışmıştı. 1.991 kros tonluktu. Uzunluğu 96 metre, genişliği 12 metreydi. 1.100 beygir gücünde olan gemi, 10 mil hız yapabilmekteydi. Vapurculuk Sosyetesi T.A. Ş’nin elindeydi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan Almanlar tarafından işgale uğradığında, Türkiye komşu ülkede zor durumda olan insanlara yardım elini uzattı. Başta Kurtuluş gemisi olmak üzere, o dönemde Tunç, Konya, Güneysu ve Aksu gemileri Türkiye’den Pire’ye yardım taşımaya başladılar. Bunlardan bir tanesi de Dumlupınar’dı. Bu tarihlerde Yunanistan’da büyük bir açlık görülmüştü; çünkü işgalci Almanlar, Yunanistan’da temel tüketim maddelerine el koymuşlardı. Açlığı kış mevsiminde görülen şiddetli soğuk günler izledi; yeterince beslenemeyen, Yunan halkı arasında dizanteri ve tifo gibi salgın hastalıklar görüldü. Türkiye sırf insani amaçlarla Yunanistan’a yardım elini uzattı. Gemiler dolusu yiyecek ve temel gıda, sağlık, giyim kuşam maddelerini Yunanistan’a taşımaya başladı. Dumlupınar, mübadele sürecinde de pek çok sefer yaparak, mübadele kapsamına giren Müslümanları Türkiye limanlarına taşıdı. Böylesine önemli görevler üstlenmiş ve tarihte yerini almış olan Dumlupınar, 11 Ekim 1956’ya kadar Türk taşıma filosu arasında görev yapmıştı.
Sadıkzade Gemisi
Sadıkzade Biraderlere ait olan Sadıkzade isimli gemi de dönemin en önemli gemilerinden birisiydi. Gemi 1902 yılında Almanya’da yapılmıştı. 1.657 kros tonluktu. 83 metre uzunluğunda, 12 metre genişliğindeydi. 950 beygir gücünde olan gemi, Vapurculuk Sosyetesi’nin hizmetinde uzun süre çalışmıştı. 31 Mart 1939 yılında gemi fırtınaya tutuldu. Antalya iskelesinden İstanbul’a hareket etmişti. Aşırı fırtına nedeniyle karaya oturdu ve bu olaydan sonra gemi hizmetten çekildi.
Giresun Gemisi
Giresun, 106 metre boyunda bir gemiydi. 1910 yılında, Osmanlı Seyri Sefain idaresi tarafından satın alınmıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında mayın taşıma gemisi haline getirildi. Pek çok yerde mayın arama etkinliğine katıldı. Savaşın bitiminden sonra İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince, İngilizler gemiye İstanbul limanında el koydular. 22–26 Ocak 1918’de ünlü Yavuz gemisi bir manevra sırasında karaya oturunca, Yavuz gemisinin kurtarılmasında görev yaptı. Anadolu’da ulusal savaş başladığında, kaptanı tarafından kaçırılıp Trabzon’a götürüldü. Karadeniz’deki kıyı taşımacılığında kurtuluş savaşı yıllarında önemli bir rol oynadı. Zonguldak’tan uzun süre diğer Karadeniz limanlarına kömür taşıdı. 1921 yılı Haziran ayında, ünlü Fransız diplomat Franklin Bauillan Türkiye ve Fransa arasında bir anlaşma yapmak için Ankara’ya geldi. İki ülke arasında resmi görüşmeler başlamadan önce, Türk tarafına bir iyi niyet gösterisi olarak Fransız işgal güçleri Zonguldak’tan ayrıldılar. Osmanlı bandıralı Giresun gemisi 21 Haziran 1921 günü, 2 yıl, 3 ay ve 1 gün süren Fransız işgalcilerini Zonguldak’tan alıp, İstanbul’a götürdü. Bu hizmetleriyle Millî Mücadele’de son derece önemli görevler görmüş oldu.
Teşvikiye / Kurtuluş Gemisi
Teşvikiye, 1883 yılında İngiltere’nin Caird Purdic tersanelerinde buharlı yük gemisi olarak yapıldı. Geminin uzunluğu 76,5 metre, genişliği 10,67 metre boyu ise 6.43 metreydi. 2.735 groston kapasitesi bulunuyordu. Gemi ilk üretildiğinde adı ‘Euripides’ idi. İngiltere’de yapılışından sonra Brezilya, İtalya, Rusya, Yunanistan ve Sırbistan bandırası altında bu ülkeler adına görev yaptı. Birinci Dünya Savaşı boyunca, nakliye gemisi olarak Rus donanmasında yer aldı. 1924’de Kalkavanzade Biraderler tarafından Sırbistan’dan satın alındı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk nakliye gemilerinden biri olarak ‘Teşvikiye’ ve ‘Bülent’ isimleriyle Türk karasularında hizmet verdi. 1934 yılında Tavilzade Biraderler Şirketi’ne satıldı. Bu tarihte adı ‘Kurtuluş’ oldu. Kurtuluş Gemisi, bu şirket tarafından 1941 yılında Yunanistan’a yapılacak gıda yardımını taşımak üzere Kızılay Cemiyeti tarafından kiralandı. O tarihlerde Alman işgali altındaki Yunanistan, Alman zulmü altında çok zor durumda kalmıştı. Gemi, 20 Şubat 1942 tarihinde Yunanistan’a yardım malzemesi götürmek üzere yola çıktığında şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Bu onun, Yunanistan’a insani malzeme taşıma amaçlı beşinci seferiydi. Ambarları, gıda, sağlık ve giyim maddesi doluydu. Şiddetli dalgalara karşı uzun süre direndi. Marmara Adası Saraylar Köyü yakınlarında, günümüzde kendi adını verdiği Kurtuluş Burnu olarak bilinen bölgede kayalıklara çarparak sulara gömüldü. O zamana dek yaptığı dört sefer boyunca Yunanistan’a 7.100 ton yiyecek maddesi ulaştırmıştı. Yunanistan’da açlıktan perişan olmuş Yunanlılar için Kurtuluş’un özel bir önemi vardı. Talihsiz bir kaza sonrasında batan ve Yunanistan’a yaptığı bu yardımla ünlenen Kurtuluş (Teşvikiye) Yunanistan’dan göçmen getirme sürecinde en aktif gemilerden birisi olmuştu.
Sakarya Gemisi
Yolcu taşıyan en gözde gemilerden birisi de Sakarya’idi. 1888’de
Almanya’da yapılmıştı. 1924 yılında, Sadıkoğlu Biraderler tarafından satın
alınarak işletilmeye başlandı. Gemi daha sonra Vapurculuk Sosyetesi T.A.Ş
tarafından satın alındı. Uzun yıllar Türk sularında seyreden Sakarya, en sık
göçmen taşıyan gemilerden birisiydi. Mübadelenin başladığı ilk günlerden itibaren
sürekli göçmen taşıdı. Hatta Yunanistan’a göçmen almak üzere giden ilk gemiler
arasındaydı. Kaplanoğlu’nun saptamasına göre, Bursa’ya ilk olarak bu gemi ile
göçmen getirildi. Gelen bu ilk göçmen kafilesi Langaza’dan yola çıkmıştı.
Bursa’ya gelen göçmenler doğal olarak, Mudanya’dan karaya çıkıyorlardı.
Mudanya’ya ilk gelişinde yolculuk sırasında Sakarya yolda arızalanmış, onarım
için yolunu değiştirerek, Tuzla’ya gitmek zorunda kalmıştı. Burada geminin
onarımı yapıldı. Bu nedenle bu yolculuk bir hafta kadar sürdü. Göçmenler
havaların çok soğuk bir anında bu zorlukla karşı karşıya kaldıklarında oldukça
zor anlar yaşadılar. Sakarya bu maceralı yolculuğundan sonra, başka göçmenleri
de Yunanistan’ın başka iskelelerinden sürekli olarak taşıdı. Pek çok gemide
olduğu gibi yolculuk anında umulmadık zorluklar yaşanırken; gemi yurtlarından
ayrılan göçmenlerin hüzünlerine tanık oldu. Mübadele göçmenlerini taşıma
sürecinde, en çok sefer yapan gemilerden birisi olan Sakarya, pek çok göçmenin
belleğine kazınmış oldu.
CUNDALI ALİ ONAY’IN MÜBADELE ANILARI
‘Ailem, 1672 yılında Aydın’ın Nazilli sancağından Fazıl Ahmet Paşa’nın (Köprülü) 1669 yılında fethettiği Girit adasına gitmişler ve Ayvasili bölgesinde geniş bir araziye yerleşmişler. Zamanla babamın sülalesi Resmo şehrine yerleşmiş. Babam ticaretle uğraşıyordu. 1890’lı yıllarda Türk askeri büyük devletlerin zoru ile adadan çekildikten sonra müslümanlar için Girit’te artık yaşama şansının kalmadığını fark ettik. O tarihten sonra yavaş yavaş işlerini tasfiye ederek kıymetli taş işi yapmaya başladı.’
Ali Onay’ın babası Resmo okulunun müdürü, beş dil biliyor. Ali Onay'ın dedesi de beş dil biliyor, Galatasaray Sultaniyesi’nde okumuş. Mühendis olarak demir yollarında görevli baş amir. Fransızcası fevkalade. Anadolu’ya geldiğinde maddi sıkıntı yaşamış aile. Birçok malını, mülkünü orada bırakmış. Ve nice Napolyon altınını. Ali Onay, 15.01.1918 yılında Girit Resmo’da tüccar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Henüz altı yaşındayken bir gün kapıyı çalan inzibatlar hiç beklemedikleri haberi vermişler. ‘Toplanın Türkiye’ye gidiyorsunuz.’ ‘Ben daha çocuktum bunun ne anlama geldiğini kısa bir süre sonra çok iyi anlayacaktım.’ diyor. Mübadele ile Yunanistan’da yaşayan Türkler buraya, burada yaşayan Rumlar da Yunanistan’a gönderilirler.
‘Mübadeleye karar verildiğinde Girit’te komisyonlar kuruldu. Herkesin malları ve bu malların değerleri tespit edildi. Sefere çıkacağımız zaman hazırlıklar yapıldı, denkler toplandı, sandıklar tanzim edildi. O arada babamda paraları nasıl gümrükten çıkaracağı endişesi başladı. Bizim çok yüksek bir karyolamız vardı, hiç unutmam sarıydı rengi. Babam onların alt tekerleklerini çıkarttı ve bunların içine altınları doldurdu. Karyola ayaklarını çemberlerle birbirine bağladı. Onları Türkiye’ye gelene kadar hep yanında taşıdı. Annem, babam, iki kardeş, halam, halamın eşi ve kızı; yedi kişi Cunda’ya geldik. Yolculuk iki üç gün sürdü. Türkiye sahillerinde ışıklar göründüğünde, herkes geminin sahil tarafına hücum edince gemi yalpaladı. Kaptanın yolcuları uyardığını hatırlıyorum.’
Resim 7-5 Cunda sahilde Türklerin karaya çıktıkları ilk yer
22 Mayıs 1924 günü Girit Resmo Limanı’ndan kalkan Türkiye
gemisinin güvertesinde buluveriyoruz kendimizi Cunda Adasına ayak bastığımızda
cumartesi günüydü, ikinci Türkiye Vapuruyla gelmiştik. Adaya geldiğimizde,
bizden altı ay evvel birinci Türkiye seferiyle gelenler ve Midilli’den göçenler
bizi rıhtımda davullarla karşıladılar. Ve dediler ki: ‘Siz 15 gün karantina
altına alınacaksınız.’ Sahilde o zaman Rumlardan kalma papazın sarayı denen
metruk bir bina vardı. Bütün mübadillerin eşyaları oraya kondu. Babam dört
karyola ayağını en dibe koydu ve sandıkları onların üzerine yığdı. Orada 15 gün
kaldık. Ondan sonra bize bir ev verdiler. Öyle bir ev verdiler ki sandıklarımız
bile sığmadı eve. Kısa bir süre sonra yola çıkmadan doldurduğumuz mal
beyanlarının ışığında verilen yeni eve taşındık: ‘Hükümet oradaki mallarımızı
beyan ettiğimiz belgelere bakıp bin kök zeytin ağacı, beş-altı dönüm arazi ve
hala oturduğumuz evi uygun gördü. Tüm bunlar Girit’te bıraktığımız malların
%40’ı kadardır. Kalanı devletin kasasına kaldı.’
Mübadilin gelişi tamamlandıktan sonra iskân ve tevkif
komisyonları kuruldu. Varlıksız olanlara adam başı 35 ağaç zeytin, aileye de
yirmişer ağaç zeytin bir ev ve birer buçuk dönüm tarla verildi. Tevkif
sahipleri evraklarının kıymetine göre devlet yalnız değerinin yüzde kırkını mal
ev ve zeytinlik olarak verdi ve yüzde altmış devletin kasasında kaldı.
Verilenler hiçbir işe yaramadı, herkes elinden çıkardı. 4.000 nüfus varken
2.000 nüfus kaldı.
Biri Gurguthanaki Derviş Bey, lise mezunu zengin genç, günde üç
takım elbise değiştiren şık bir beyefendi. Buraya gelir, devlet Sarıyer’de 450
ağaç zeytin verir. Zeytin ağacı iş ister ama Derviş, bey oğlu bu işlerden
anlamaz. Kiraya vermek zorunda kalırlar ama kira onları geçindiremeyecek kadar
azdır. Bunlar iki kardeşler ötekinin adı Kazım. Geçinemeyince o malı satmak
hatasını yapıyorlar. Hazıra para dayanır mı? Ondan sonra sefalete düşüyorlar.
Küçük kardeşi daha aktif, dükkanlara sandallara isim yazarak harçlığını
çıkarabiliyor, ama Derviş Bey onun kadar becerikli değil büyük bir sefalete
düşüyor. Ve o Derviş Beyi, Derviş diye çağırmaya başlıyorlar. Sonuçta okul
arkadaşı Mehmet Ertem’in fabrikasında zeytin küspesi üzerinde yalın ayak öldü.
Resim 7-6 Ali Onay
ve ailesi (Taylan Köken albümü)
[191] İzmir'deki Karantina semtinin ismi de
buradan gelmektedir.
[192] 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı
İmparatorluğunda toplam nüfus 20.975.345, Rum nüfus ise 1.792.206.
[193] Varlık vergisi (1942), 6-7 Eylül 1955
İstanbul olayları ve Devlet politikaları sonucu 1923 sonrası İstanbul’da kalan
Rum toplumu da İstanbul’u terk etti.
[194] 1924’te %20’ye çıkarılmıştır.
[195] Midillililerin
[196] Baskın Oran, bir sözlü tarih çalışması
olan ‘Dalavera Memet'in Bodrum Tarihi’ adlı kitabında Giritlilerden kız
alınmamasının nedeninin genel olarak Giritli erkeklerin son derece evine bağlı,
yumuşak tabiatlı, kadınların ise aileye egemen ve hatta biraz ‘cazgır’
olmalarından kaynaklandığını öne sürmektedir.
[197] Tahiniscizade Mehmet
Macit, anılarında, Girit'teki Müslümanların Rumca konuşmalarının asıl nedeninin
buradaki Müslüman erkeklerin Rum kadınlarla evlenmeleri ve çocukların evde
anneleri tarafından yetiştirilmeleri olduğunu belirtmektedir.
[198] Nenem ‘setreyi getir’ diyordu. Setre,
babamın ceketi. Büyük varile 'lanca' deniliyor. Kuzine yerine 'maşinga', kürek
yerine 'faraş' deniliyor. 'Nasılsın' denildiğinde cevaben ‘tururum kızım
diyordu’ babam. Anne tarafım daha başka kibardı ama hepsinin güzel kelimeleri
oldu. Zelzele deniyordu depreme. Horoza 'foroz' diyorlardı. Beceremiyorlardı,
dil sürçmesi oluyordu. Mesela geç kaldın diyeceğine, ‘Nerde kaldın viri’
deniyordu.
[199] Sanatçı Rasim Öztekin’in Ayvalık’ta ev
aldığı sırada yaşadıklarını, ‘Marangoza pencere yapmasını söylediğinde,
‘Şuracığa mı kolay, şuracığa da bir kapıcık yapayım sana’ dediğinde şaşırmış.
Kahveye iner çay içmeye. Kahveci der; ‘içersin bir çaycağız.’ Meğer Ayvalık’ın
şivesi buymuş.
[200] Nafi Bey Kumpanyası, Ayyıldız,
Sadıkzade Biraderler, Bilecikzade ve Mahdumu, Kırzade Madülkavanza Şirketi,
Yeni Türkiye Vapur Şirketi, Hacı Paşazadeler, Hasan Mahdumları, İbrahim Ethem
Kumpanyası, İttihad-ıMilli Kumpanyası, Mustafa Reşit şirketi
[201] Gülcemal, Akdeniz, ReşitPaşa,
Kızılırmak, Şam, Giresun, Ümit, Gülnihal, Bahrıcedit, Altay, Gelibolu,
Bandırma, İnebolu, Nimet, Canik, Millet, Sulh, Sakarya, Ankara, Yeni Türkiye
(Asya), İstanbul, Teşvikiye (Kurtuluş), Trabzon, Rize, Anadolu, Mahmut
ŞevketPaşa, İstiklal, Mahmudiye, Sadıkzade, Karabiga, Dumlupınar, Timsah, Hacı
Paşa, Kartal, Kırzade, Nilüfer Bozkurt, Rumeli, Sürat, Arslan, İsmet Paşa,
Cumhuriyet, Turan, Milas, Girit.
Comments
Post a Comment