9 - AYVALIK KENT MİMARİSİ

Ayvalık’ı da içine alan Ege Denizi ve çevresinden oluşan bölge, yeryüzü kabuğunun en genç oluşumlarından biridir. Kozak Köyü dağ kitlesini oluşturan granitler üçüncü jeolojik zamanın eseridir. Bu yörede yerleşim kurmuş tüm uygarlıklar, sütunlarında, yol kaplamalarında, değirmen taşlarında bu granit taşını kullanmışlardır. Granitin zaman içinde doğal yollardan çözüşmesiyle de Ayvalık’ın meşhur fıstık çamına en uygun toprak oluşmuştur.

Jeolojik Dönemlerde Anadolu’nun Oluşumu

  • Birinci jeolojik zamanda Anadolu’nun bulunduğu yerde Tetis adı verilen bir deniz vardı. Tetis denizinin dibinde zamanla biriken tortullar, kuzeydeki Avrasya levhası ve güneydeki Afrika levhası tarafından sıkıştırılarak, kıvrılmaya uğratılmış ve Anadolu’yu oluşturan ilk kara parçaları yeryüzüne çıkmıştır. Bu kara parçaları yaşlı ve sert kütlelerdir. Bu nedenle depreme dayanıklıdır. Türkiye’de birinci zaman arazileri Yıldız Dağları, Saruhan-Menteşe, Mardin-Derik, Kastamonu-Devrekani, Anamur-Alanya, Kırşehir ve Bitlis civarındadır. Bu zamanda Anadolu'da sıcak ve yağışlı iklim şartları etkili olmuş ve bunun sonucunda ilk kara parçaları üzerinde gür ormanlar yetişmiştir. Bu gür ormanların çukur alanlarda birikip yer altında kalmasıyla da Zonguldak çevresindeki taşkömürü yatakları meydana gelmiştir. 
  • Sert kütlelerin zamanla aşındığı İkinci Jeolojik döneme Alp-Himalaya kıvrımının hazırlık dönemi diyebiliriz. Bu dönem yaklaşık 170 milyon yıl sürmüştür.
  • Üçüncü jeolojik zamanda Alp-Himalaya kıvrımının bir parçası olan Kuzey Anadolu ve Toros Dağları oluşmuştur. Arabistan levhasının Anadoluyu sıkıştırması sonucu Anadolu toptan yükselmiştir ve çok sayıda fay hatları oluşmuştur. Ortadoğu’da ve Türkiye'de petrol, linyit, tuz yatakları oluşmuştur. Bu dönem yaklaşık olarak 80 milyon yıl sürmüştür.
  • Dördüncü jeolojik zamanda Anadolu karası yükselmeye devam etmiştir. Bu dönemde uzun buzul devri yaşanmıştır. Buzul döneminden sonra iklim günümüz şartlarına doğru gelmiştir. Bugünkü Ege denizinin bulunduğu bölgedeki Egeid karası çökmüş ve Akdeniz'in suları bu çöküntüye dolarak Ege denizini oluşmuştur. Bu dönemde buzullar eriyerek deniz seviyesini yükseltmişlerdir. Bunun sonucunda da İstanbul ve Çanakkale Boğazları oluşmuştur. Böylece Karadeniz bir deniz haline gelmiştir.

Sarımsak Taşı ve Şeytan Sofrası

Ayvalık bölgesinde Alp Hareketi’nin içerdiği ilk tektonik dönem, günümüzden 15 milyon yıl öncesiyle 5 milyon yıl öncesinde oluşmuştur. Bu dönem tektoniğinin özelliği volkanik olması, yani yanardağ faaliyetlerine dayanmasıdır. 15 milyon yıl önce oluşan lav akıntıları kırmızıdan sarıya, beyaza yani ateşin yanarken boyandığı renkleri alır. Onun için bu lavlara bölge halkı Ateş Taşı[116] adını vermiştir. Bunun üstüne gelen ikinci lav akıntısı, yörenin en belirgin yapı malzemesi olan Sarımsak taşını[117] oluşturmuştur. Dayanıklılığı kolay işlenebilirliği ve rengi nedeniyle özellikle tercih edilen bir yapı taşı olmuştur. Güneşin batışında Ayvalık’ın güzelliğini en doyumsuz biçimde gözlendiği Şeytan Sofrası da işte bu zamandan kalma bir lav[118] birikintisidir. Ayvalık bölgesinde yanardağlar çağı 5 milyon yıl önce sona erip, 3 milyon yıl öncesine kadar buzullar çağı devam eder. Buzullar çağı belli periyotta tekrarlayarak 15 bin yıl öncesine kadar sürdü. Sonrasında buzların erimesiyle denizler yükseldi. Ayvalık bölgesinde bu yükselme 120 metre civarında oldu. Böylece bölgedeki onlarca ada oluştu. Ayvalık plajlarının güzel kumu ise Kozak ve onu çevreleyen tepelerin meydana getirdiği granitin çeşitli etmenlerle çözülmesi sonucudur. Akarsuların tepelerden getirdiği bu malzeme deniz tarafından kıyılara serpilmektedir.

Resim 9-1 Badavut bölgesindeki Sarımsak taşı ocağı. Ocak şimdi kapalı durumda.

Ayvalık Adaları

Ayvalık civarında irili ufaklı otuzun üzerinde ada vardır. Bu adalardan sadece Cunda’da yerleşim vardır.

1.       Akoğlu adacığı / Kedi adası (Kopano)

2.       Alibey Adası / Cunda (Nesos, Mosko, Yunda, Moshonisi, Moshinos)

3.       Çıplak (Chalkis, Cimno)

4.       Çiçek (Argistra, Angistri)

5.       Gizli kayalar (Petro)

6.       Göz

7.       Güvercin / Kızlar Manastırı / (St Giorgio / Aya Yorgi)

8.       Hasır (Sefiri)

9.       İkiz kayalar (Daskali, Daskalio)

10.   İlyosta Büyük / Güneş / Fener (Ilyosta, Eleos, Oilios)

11.   İlyosta Küçük / Yumurta (Kilyosta, Eleos Pulo)

12.   Kalemli (Kalamaki)

13.   Kara / Balkan / Kutu (Kudho)

14.   Kara ada / Kamış adası / Akvaryum (Kalamo, Kalamos)

15.   Karaada Küçük

16.   Karaada Büyük / Balık adası / Tavşan (Psariano)

17.   Kayabaşı

18.   Kılavuz / Mosko / Pınar / kılavuz (Mosko Pulo)

19.   Kız (Ulya)[119]

20.   Kumru

21.   Lale / Dolap / Soğan (Kromido)

22.   Maden Büyük / Maden (Pirgo, Pordoselene, Pirgos)

23.   Maden Küçük

24.   Melina

25.   Mırmırcalar

26.   Pirgos kayalıkları

27.   Poyraz ada / İncirli / Yellice (Leyah)

28.   Sazlı ada / Oker

29.   Taş (Klavo)

30.   Taşlı

31.   Tavuk (St Yoannis)

32.   Tüzüner

33.   Yalnız

34.   Yelken

35.   Yuvarlak adacığı (Kalamo)

Ayvalık Kanalı: Ayvalık’a denizden giriş Ayvalık Kanalı ile sağlanır. Dalyan geçidi veya Dalyan boğazı adıyla da anılır. Dalyan boğazına, Hakkıbey yarımadası batısındaki Korkut burnu feneri, Alibey adası güney sığlığını belirleyen Dalyan boğazı feneri ve 6 adet kanal markalama feneri arasından Ayvalık limanına girilir. Korkut burnu feneri sancakta, Dalyan boğazı feneri iskelede bırakılarak kanal markalama fenerlerine doğru seyredilir. Kanal feneri arasından geçilerek Ayvalık limanına girilir. Limandan çıkarken kanal fenerlerinden sonra Dalyan boğazı feneri sancakta bırakılarak seyredilmelidir. Fenerler hattından Ayvalık limanına girildiğinde hemen iskele tarafta Alibey adası barınağı görülecektir. 5 metre derinliği olan sığ boğaz, takriben 1,83 km boyunda ve 36 metre enindedir. 


Resim 9-2 Bir proje ile derinleştirilmiş Ayvalık kanalı

 Lale / Soğan/Dolap/Kromido Adası

Ayvalık ve Cunda Adası (Alibey) arasında kalan Lale Adası’nın Ayvalık ile arası toprakla doldurulmuştur. Lale Adasından Cunda Adasına bir köprüyle geçilir. Üstünden geçerken Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü yazısını gülümsemeyle okursunuz. 1966 yılında Senatör Nejat Sarlıcalı’nın önayak olması ile yapıldı. 54 metre uzunluğundadır ve altı ayak üzerinde durmaktadır. Bu tarihten önce adaya sal ile geçilirdi. Lale Adası Cunda Adasının kara bağlantısını sağlayan küçük adacıktır. Ana sahile ince bir dil ile birleşen, Ayvalık limanının adeta poyraz ağzına bir kapak vazifesini gören bu alçak ada 1 km uzunluğunda olup etrafı sığlık ve bilhassa güney kenarı 1-2 metre sığlıkta olup Ayvalık körfezine kuzeyden bir geçit teşkil eden batı sahilindeki kanal ise 3,5-5 metre suya sahiptir. 


İncirli (Leyah/Yellice) Adası

Mosko-Pulo adasının kuzeyinde garip şekilli bir ada olup etrafı tamamen sığlık ve kuzeyine doğru dağınık ve ayrı bir vaziyette üç tane (Yelken, Taşlı, Yalnız) adacığı vardır.

Resim 9-3 İncirli (Leyah) Adası

Maden (Pirgo) Adası

Ada da eskiden kalma maden ocakları bulunur. Bu madenlerden genelde kurşun çıkarılırdı. Daha önce adada bir kilise bulunmaktaydı, fakat bu kilise günümüze gelememiştir. Koylarında tuz bulunmaktadır. Bazı kayalar üzerinde malakit bulunur. Kıyısı ve denizi kumluktur. Bazı tepelerde tarıma elverişli topraklar bulunur. Ada da Poroselini uygarlığının izlerine rastlanmıştır. Stravon’a göre Pordoselene kenti, MÖ 8. yüzyıldan önce bakımlı ve güvenli limanıyla önemli bir yerleşim yeriydi. Pordoselene uygarlığı döneminden kalma tepede bir kule vardır. Efsanelere göre Akhilleus, Edremit körfezindeki iki güzeli[120] almak için buradan geçtiğinde bu kule vardı.

Pordoselene (Pyrgos/Pirgos), Maden Adası’ndaki antik kenttir. Ada, Cunda’nın kuzeybatısında, sığ bir deniz şeridinden(geçit) sonra gelir. Geçilen kısma Maden Adası deniyor. Antik dönemde Poros denilen geçit, Selene ya da Selini kelimesiyle birlikte anılıyordu. Anlam açısından Ayışığı geçidi denebilir.


 

Resim 9-4 Pordoselene uygarlığının yeri olarak gösterilen Maden Adasının tepesindeki kule. 8. yüzyılda tekrar inşa edilmiş. 

Değişik isimlerle de anılır: Selinis polin, Pordoselini, Poroselini, Pordoselene. Amaseia'lı Strabon Geographika adlı Antik Anadolu Coğrafyası kitabında şöyle bahseder:

‘Hekatonessos, Apollon'a karşılıktır; Apollon Anadolu’da aşırı derecede kutsanan bir tanrıdır. Bu adaların yanında, içinde aynı adla anılan bir kent bulunan Pordoselene Adası vardır. Bu kentin önünde, fakat iskân edilmemiş ve içinde Apollon'a ait bir tapınak bulunan bir ada vardır.’  Kulenin bulunduğu yeri işaret ediyor.

Ada, batısındaki kanala yakın bölgede yer alan Kerbela taşları ile de ünlenmiş. Bu adada demir madeni yatakları bulunmaktadır. Bulgular bu yatakların yüzyıllar boyunca işletildiklerini göstermektedir. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de bu madenden demir çıkarılmıştır. 1962 yılında maden ekonomik olmaktan çıkınca kapandı. Lale Adası'nın doğu tarafında, denizin aşındırdığı bu topraklarda Aeol, Hellenistik ve Roma Devri keramikleri bulunmuştur. Bu veriler ışığında bu kesimin bugün su altında kalan alanlarla birlikte geniş bir Antik Dönem yerleşmesinin parçası olduğu anlaşıldı. Kuzey güney istikametinde 3.200 metre uzunluğunda düzgün olmayan bir şekle sahip ve zaman içinde jeolojik hareketlilikle Mosko adasından ayrıldığı bariz şekilde göze çarpan bir ada olup deniz seviyesinden 88 m yüksekliğinde olan tepesinde bir kule mevcuttur. Doğu sahili kıyısında, Mosko adasının kuzey kıyılarının batısına denk gelen yerde güneye açık ve yer yer sığlık alanları bulunan derin bir körfez vardır.

Çiçek Adası (Angastre/Angistri)

Ayvalık adalarından olan Çiçek adası Aralık-Mart aylarında üreyen yabani nergis çiçekleriyle ünlü. 267 bin metre kare olan ada da 2 bin zeytin ağacı 3 bin çam ve meyve ağacı mevcuttur. Özel mülk olan adanın sahipleri Katrinli, Katerin ve Hatırlı Aileleri.


Resim 9-5 Çiçek adası 

Resim 9-6 Çiçek adasında Rum döneminde Sapounopoieíon-Kokkini ailesine ait tesis.

Adaya kuşbakışı görüntüsünden yola çıkarak, angistri ismi verilmiş. Bu sözcük büyük balık tutmakta kullanılan, sapı kurşunlu olta iğnesi anlamına geliyor. Adanın beş sahibi, Mübadele’de Selanik’ten göçen bir ailenin torunları. Fazıl Katirinli ‘Büyükannemiz Pakize Hanım’a, Katerini’deki 3 çiftliğin karşılığında, Ayışığı Manastırı’nın bulunduğu bölgeyle birlikte bu ada verilmiş’ diyor.

Resim 9-7 Çiçek adasının konumu

Mosko (Yund) adaları grubundan. Çiftlik burnundan 1,83 km. Güneydoğu yönünde ve batıdan doğuya doğru 1 km. uzunluğunda bir adadır. Adanın çevresi 3,5-7,5 metre derinliktedir. Ayvalık’ın kuzey sahiline yakın olan adanın gerisindeki arazi yoğun zeytin ağaçlarını barındırmaktadır.

Çıplak (Cimno) Ada

Gimno ve Piri Reis’in deniz rehberinde Asmana adıyla anılan ada halk arasında Çıplak Ada olarak bilinir. Tamamen konçlu bir ayakkabı şekline benzeyen bu adanın uzunluğu 3.050 metre ve merkezinde eni 2.250 metredir. Yüksekliği ise 83 metre dir. Biraz dikçe olan Ali (Fener) Burnu ayrı tutulursa, sığ sular sahillerinden 550-750 metre kadar açığa uzanmaktadır. Adanın kuzey sahili çok kayalık ve sığlıktır.


Resim 9-8 Çıplak ada

 Ayvalık ve bölgedeki önemli depremler

Deprem ülkemizin çok önemli bir gerçeğidir. Türkiye’nin sanayi merkezlerinin %98’i, barajların %93’ü deprem kuşağında bulunmakta, nüfusun %95’i, bu kuşaklarda yaşamaktadır. Topraklarımızda deprem incelemeleri Tanzimat dönemiyle birlikte yapılan eğitim hamleleriyle başlamış, ilk rasathane 1868 yılında ‘Darür Rasad-ül Cedid’ (İstanbul Kandilli Rasathanesi) adıyla kurulmuştur.

Ayvalık ve çevresi Batı Anadolu ve Kuzey Batı Fay Hatlarının üzerinde yer aldığından, 1. derece deprem kuşağındadır. Geçmişten beri depremlerden çok etkilenmiş ve zarar görmüştür. Detaylı bilgiye ve resimlere sahip olunan tek önemli deprem 1944 depremidir. Ayvalık’ın da bulunduğu Körfez deprem yöresi, özellikle Batı-Kuzey Anadolu Fay sistemi, Ege-Hellen Hendeği ve bunun doğu uzantısı durumunda olan Kıbrıs yayı ile Ege graben sistemini içeren Batı Anadolu çekme rejiminin denetimi altındadır. Anadolu’nun batıya hareketi, doğu-batı yönlü sıkışmalara, kuzey-güney yönlü genişlemeye ve dolayısıyla da yöredeki fay sistemlerinin domino taşları gibi kıpırdanmasına neden olmaktadır.

Kaz Dağları civarında tarihte 69 büyük deprem olmuş, bunların 47 tanesi 1850-1900 yılları arasında gerçekleşmiştir. Aynı bölgede 1900-2000 yılları arasında 5,5 şiddetin üzerinde yıkıma sebep olan 33 deprem oluşmuştur. İzmir ve çevresinde MS 11-2000 yılları arasında 5,5 büyüklüğünde ve üzerinde 84 deprem kaydedilmiştir. Depremlerin büyük olanları genellikle İzmir Körfezinde gerçekleşmiştir. Şiddetli depremlerle bütün Batı Anadolu kentleri hasar görmüştür. Antik kitaplarda MS 17 yılında gerçekleşen 10 şiddetindeki deprem yaşanmış en büyük depremdir.

Yıl

Şiddet>= 8

İzmir Depremlerinden Etkilenen Yerler

17

10

Tüm Ege bölgesi.

105

8

Aliağa, Myrina, Çandarlı (Pitane) ve Nemrut Limanı (Cyme).

688

9

İzmir ve civarında 20 bin kişi hayatını kaybetmiştir.

1039

8

İzmir ciddi şekilde harap olmuştur.

20 Mart 1389

8

İzmir, Foça (Phocaea) kulesi ve Sisam Nomos harap olmuştur.

23 Şubat 1653

 

İzmir ve Ege Adaları depreminde 2.000-3.000 ölüm gerçekleşmiştir.

20 Mayıs 1654

8

İzmir’de, birçok ev, kule ve cami yıkılmış. Çok sayıda can kaybı olmuştur.

1668

9

İzmir ve çevresinde 2.000 kişi ölmüştür.

10-12 Temmuz 1688

10

İzmir’de 15.-20.000 kişi ölmüştür. Kıyıda 30 m genişliğinde bir kanal açılmıştır. Tsunami oluşmuştur.

4 Nisan 1739

9

Eski Foça’nın dörtte üçünü tamamen yıkmıştır.

24 Kasım 1772

8

Foça, Lesbos’ta (Midilli), Sakız Adası adasında hasarlar oluştu.

3-5 Temmuz 1778

9

15 saniye sürmüş İzmir’i tamamıyla harap etmiştir.

3 Kasım 1862

10

Merkez üssü Turgutlu

1 Şubat 1873

9

Sisam adası, İzmir ve Aydın’da yıkımlara sebep olmuştur.

29 Temmuz 1880

9

Merkez üstü Menemen.

15 Ekim 1883

9

Çeşme merkezli 15.000 kişinin öldüğü söylenir.

19 Ocak 1909

9

Depremin merkezi Güzelhisar, Menemen ve Foça arasındadır.

31 Mart 1928

8

Depremin merkezi Torbalı’da Küçük Menderes havzası.

21-22 Eylül 1939

8-9

Depremin merkezi Dikili ile Midilli arasındadır.

23 Temmuz 1949

8-10

Karaburun Mordoğan Çeşme.

2 Mayıs 1953

7-8

Karaburun

16 Temmuz 1955

8

Depremin merkezi Ege denizindedir.

6 Nisan 1969

7-8

Karaburun-İzmir depremi

1 Şubat 1974

7

İzmir

16 Aralık 1977

8

İzmir

14 Haziran 1979

7

Karaburun

6 Kasım 1992

7

İzmir, Doğanbey depremi

14 Mayıs 1994

7

Karaburun

10 Nisan 2003

7

Urla

 

Yıl

Şiddet>= 7

Midilli Depremlerinden Etkilenen Yerler

06.08.1383

8

Midilli 500 ölüm.

10.09.1688

8

Midilli-Sakız-Santorini

09.10.1845

7

Midilli ve Manisa’da

11.10.1845

7

Midilli

12.10.1845

10

Midilli

01.12.1845

8

Midilli-Sakız-Karaburun

23.02.1865

8

Midilli-Çanakkale

23.07.1865

9

Midilli-Çanakkale-Gelibolu

07.03.1867

8

Midilli ve Körfez

11.04.1867

7

Midilli-Ayvalık

05.07.1874

7

Midilli

04.09.1886

7

Midilli

25.10.1889

9

Midilli-Sakız-İzmir

03.11.1889

8

Midilli


Yıl

Şiddet

Ayvalık Depremlerinde Etkilenen Yerler

23.07.1865

9

Midilli-Çanakkale-Gelibolu

07.03.1867

8

Midilli, Ayvalık ve Körfez

18.01.1901

5,9

Ayvalık

18.11.1919

6,9

Ayvalık

06.10.1944

6,9

Ayvalık Cunda toplam 30 kişi ölmüş, 5.500 bina hasar görmüştür.

Ayvalık Depremi

Ayvalık’ın gelişmesi ve kalkınmasına siyasi ve sosyal olayların yanı sıra belirli aralıklarla meydana gelen depremlerde engel olmuştur. Merkez bölümü eski bir bataklık olan Ayvalık, depremleri çok şiddetli yaşamıştır. 1865 yılında 9 ölçeğindeki Midilli depreminden etkilenen kent, 18.01.1901’de 5,9, 18.11.1919’da 6,9 şiddetinde depremlerle sarsılmıştır. Son deprem ise 6 Ekim 1944’de 6,9 şiddetinde olmuş deprem sırasında toprakta yarılmalar meydana gelmiştir. 30 kişinin hayatını kaybettiği bu depremde 5.500 bina zarar görmüştür. Deprem sonrası ilçenin büyük bir kısmında altyapı felce uğramıştır. Yıkılan evlerin yeniden düzenlenmesi ve çadırlardan evlere geçiş için Ayvalık halkı iki yıla yakın bir süre beklemiş, bu esnada ilçeden göçler yaşanmıştı.


Resim 9-9 Ayvalık’a çok ciddi hasar veren 1944 depremi ve kurulan çadırlar. 

Deprem kuşağında bulunan Türkiye, 1939 Erzincan depreminden büyük dersler almış ve 1940 yılında ilk yer sarsıntısı yönergesi hazırlanmıştı. Ayvalık’ta deprem öncesinde at pazarı adıyla anılan sebze pazarı ıslah edilmişti. Deprem sonrası ilçenin düzenleme çalışmalarına devam edildi. Eski Pazar namıyla anılan başka bir bölgeye 19 dükkân yapılmak suretiyle yenilendi. Bu iki pazar yerinin temiz ve düzenli bir hale getirilmesiyle mekânın güzelleşmesi yanında belediye aynı zamanda esaslı bir gelir kaynağına da sahip oldu. Ayvalık İzmir yolunun Sefa-Çamlık hattı üzerinden geçmesi de deprem sonrası dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte, Ayvalık’ın o dönemde sahip olduğu 14 bin nüfusundan 12 bini 70-100 zeytin ağacı ve başını sokacak küçük bir evin sahibiydi. Orta halli yaklaşık bin kişinin yanında 100 aile genel servetin yüzde seksenine hakimdi. Evleri yıkılan halkın çoğunun mali durumu, çoluk çocuğunu barındıracak iki odalı bir ev değil, bir baraka inşasına bile uygun değildi. Bu konu ve çözüm önerileri Ayvalık Gazetesi’[121]ne de konu olmuştu.

Peyami Safa’nın, 1940 yılında Büyük Erzincan depreminin ardından yazdıkları 1944 Ayvalık depremi[122] için de geçerliliğini korumaktaydı. 1944 yılında yaşanan Ayvalık depreminin de Ayvalık ilçesi üzerinde benzer bir etkisi görülmüştür. 30 kişinin ölümüne, 5.500 binanın hasar görmesine yol açan bu deprem, aynı zamanda tarihi boyunca Ayvalık’ta yaşanan en büyük depremlerden biridir. Deprem sonrası ilçenin büyük bir kısmında altyapı felce uğramış, yıkılan evlerin yeniden düzenlenmesi ve çadırlardan evlere geçiş için Ayvalık halkı iki yıla yakın bir süre beklemiş, bu esnada ilçeden dışarı kalıcı göçler yaşanmıştı. Depremde en büyük hasar Ayvalık’ta yaşanmakla birlikte, Çanakkale’den İzmir’e sahil şeridindeki ilçe ve köyler de depremden az veya çok etkilendiler. Depremin doğurduğu ekonomik kayıplar, özellikle de küçük işletmelerin kapanmasının doğurduğu açıklar, İkinci Dünya Savaşı’nın da etkisiyle giderilemedi. Olumsuzlukların neden olduğu memnuniyetsizlik, 1950 seçimlerinde halkın Cumhuriyet Halk Partisi’nden Demokrat Parti’ye kaymasına da neden oldu.

Resim 9-10 Ayvalık depreminden sonra yapılan 150 Evler konutları (1944).

Cundalı Ali Onay’ın 1944 Ayvalık depreminde Cunda’da yaşadıkları;

4 Ekim 1944’te fabrikamı faaliyete koydum. Ve yağ çıkarmaya başladık. İşten çıktıktan sonra kardeşim, Mehmet Ülgen Bey ve Enis Damar Beyle okula kadar yürüdük. Zannedersem saat 10-11 civarıydı, şimdiki Hizmet Eczanesinin bulunduğu meydana geldiğimizde ben bir sarsıntı hissettim. Arkadaşlarım bunu fark etmediler. Hiçbirimizde bunu önemsemedik. Herkes evine gitti. O gece sabaha karşı beşte çok şiddetli bir deprem oldu. Öyle ki biz kıyamet oluyor zannettik. Karşımızda bulunan eski bir eczanenin saç sundurması sarsıntıyla bütün duvarı içeri aldı ve evin terası çöktü. Karşımızdaki evlerde de hasarlar meydana geldi. Bizim evde büyük bir hasar olmadı. Ancak ön cephedeki mermer balkon kaldıraç vazifesi görerek ön üst cepheyi biraz ileriye çekti. Evimizde başka bir hasar yoktu. Ama şehirde yıkıntılar olmuştu. Sahile indiğimizde bütün rıhtım baştanbaşa yarılmış ve zifiri siyah sular ortaya çıkmıştı. Bu dönemde devlet halka çadır dağıttı. Ve biz de halılarla pratik bir çadır yaparak içine yerleştik. Ama 15 Ekim gecesi yağan yağmurla yukarıdaki sokaklardan gelen sular çadırımızı bastı. Ondan sonra sahilde bir baraka yaptık ve orada iki kış geçirdik. İkinci kışın sonunda annemin isteğiyle evlere girdik. Adada ölüm olmadı. Ayvalık’ın sahil yöresinde ölümler oldu (iki derenin arasındaki eskiden bataklık olan bölümdeki zemin sağlam olmadığı, kıyı kesimi de dolgu olduğu için) çöküntülerden ölümler meydana geldi.

 Kent Yerleşimi

Ayvalık’ı şekillendiren en önemli iki coğrafi özellik topoğrafya ve denizdir. Tepeler ve düzlükler ile denizin tanımladığı kıyı çizgisi, kentsel morfolojinin oluşmasında belirleyici rol üstlenir. Tepeler, düzlükler ve kıyı çizgisi güzergahların ve bölgelerin oluşmasında etkili oldukları gibi, bunlara bağlı olarak kentteki kesişim noktalarının konumları da kendiliğinden belirginleşir.

Kent kuzey, doğu ve güneyden üç tepe (T1, T2, T3) ile çevrilmiştir. Bunlar arasında Sakarya Tepesi (T1), dikliği ve yüksekliği nedeniyle öne çıkar. İki dere (De1, De2), üç tepenin arasında oluşan vadi çizgilerini takip ederek denize ulaşır. Derelerin arasında kalan alan, özellikle deniz tarafına doğru ilerledikçe düzleşir. Kenti üç taraftan saran tepelerin ortasında, iki derenin arasında denize komşu bir düzlük (D) oluşur. Burası geçmişte bataklık olduğu için burada uzun süre yapılaşma olmamıştır. 


Resim 9-11 Soldaki haritada kesikli çizgi 1850 öncesinde deniz doldurulmadan önceki kıyı çizgisini, T1-T2-T3 tepeleri, Ks-Kö deniz doldurulmadan önceki ve sonraki kıyı şeridini, De1-De2 dereleri, D yarı bataklık alanı gösteriyor. Sağdaki haritada kentin güzergahları. A: Sefa Caddesi, B: Altınova Caddesi, C: Dereboyu Caddesi, D: Altınova Caddesi 18. Sokak.

Kuzey-güney doğrultusundaki kıyı çizgisi (K) 1850 yılında deniz doldurularak denize doğru (batı yönünde) ilerletilmiştir. Kıyı çizgisi eskiden daha düz bir hat iken doldurulduktan sonra düzlüğü bozulmuştur. Özellikle derenin üstünün kapatılmasıyla oluşan ve kentin doğu-batı doğrultusunda önemli güzergahı haline gelen Dereboyu Caddesi denize doğru burun yapacak şekilde uzatılmıştır. Bu uzantının bilinçli bir şekilde dere alüvyonları limanı doldurmasın diye bir önlem olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum kıyıyı biri daha önde diğeri daha geride iki bölüme ayırmıştır.

Kıyı şeridi ve kenti çevreleyen üç tepenin etekleriyle ortalarındaki düzlük alanın kesiştikleri hatlar kentin omurgasını oluşturan güzergahları belirler. Bunlar eski isimleriyle; Sefa Caddesi (Atatürk bulvarı) ve Altınova Caddesi (13 Nisan Caddesi), Dereboyu Caddesi (Talatpaşa Caddesi) ve Altınova Caddesi 18. Sokak olmak üzere dört tanedir. Sefa ve Altınova Caddeleri kıyıya paralel, Dereboyu ve 18. Sokak ise kıyıya dik konumlu güzergahlardır.

  • Sefa Caddesi (Atatürk Bulvarı): Kentin en önemli ekseni kuzey-güney doğrultusunda ve kıyı çizgisine paralel konumdaki Sefa Caddesi’dir (Atatürk Bulvarı). Cadde kuzey yönünde kentin İstanbul ile bağlantısını kurarken, güney yönünde kentin sayfiye bölgeleriyle ilişkisini sağlar. Ayvalık’ın yükselme ve zenginlik döneminde caddenin kuzey ve güney uçlarında iki önemli yapı mevcuttu: kuzeyde Akademi, güneyde Papazın (Oikonomos) Çiftliği. 
  • Altınova Caddesi (13 Nisan Caddesi): Kıyı çizgisine paralel ikinci eksen, aynı zamanda doğudaki tepenin etek izini takip eden Altınova Caddesi’dir. Bu cadde kentin İzmir ile bağlantısında önemli bir ulaşım eksenidir. Atatürk’ün 13 Nisan’da Ayvalık’ı ziyaretinde bu yolu kullandığı için adı sonradan 13 Nisan caddesine çevrilmiştir.
  • Dereboyu Caddesi (Talatpaşa caddesi): Kıyıya dik birinci eksen, Sakarya Tepesi ile doğudaki tepe arasındaki vadi çizgisini takip eden ve bu çizgi boyunca akan dereye (De1) paralel devam eden Dereboyu Caddesi’dir. İç bölgelerdeki küçük köy yerleşimleri ile bağlantıyı sağlar. Kenti karadan besleyen vadi yolları arasında en belirgin olanıdır. 1850 yılında kıyı çizgisi ilerletildikten sonra, bu cadde de doldurulan kısımda devam ettirilerek denize kadar ulaştırılmıştır.
  • Altınova Caddesi 18. Sokak (13 Nisan caddesi 18. Sokak): Benzer özelliklere sahip, kıyıya dik ikinci önemli eksen doğu ve güney tepeleri arasındaki vadi çizgisi boyunca ilerleyen Altınova Caddesi 18. Sokak’tır. Bu güzergâh da Dereboyu Caddesi gibi, mevcut dere (De2) hattını takip eder.

Tapınma Yapıları Kiliseler

Ayvalık’taki kiliselerin ve konutların çoğu 1840 yılındaki depremden sonra yeniden inşa edilirler. Dolayısıyla kentin en eski yerleşim bölgelerinin dini yapıları olan Taksiyaris, Agios Dimitrios, Agios Yannis ve Metropol kiliselerinin ilk inşa tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Ayvalık’ın en eski kilisesi olduğu tahmin edilen Taksiyaris örneğinde ise yapı üzerinde deprem sonrasına ait bir inşa tarihi vardır. 1750-1923 tarihleri arasında Ayvalık’ta inşa edilmiş 14 kilise vardır. Bunlar, inşa tarihleri bilinenlerin sırasına göre: Profiti İlias (1835), Agios Athanasios (1840-50), Taksiyaris (1844), Agios Triada (1846), Kato Panagia (1850), Agios Yannis (1869-70), Agios Yorgos (1880-81), Feneromeni (1890), Agios Dimitrios, Agios Nikolas, Agios Vasilios, Metropol (Mesi Panagia), Agios Haralampos, Portaitissa’dır.

Resim 9-12 Kentin Kiliseleri ve kent içerisindeki yerleri 

Ayvalık’ta Kiliseler odak binalar olarak merkez görevi görerek çevrelerinde yerleşim dokularının oluşmasını sağlarlar. Ayrıca, çevrelerinde kurulan eğitim tesisleriyle birlikte gerek sosyo-kültürel gerekse de kentsel anlamda merkezi konumlarını vurgularlar. 1889 Osmanlı Yıllığı’na göre Ayvalık’ta bulunan 11 mahalleden bazılarının adlarının Taksiyarih, Aya Yani, Aya Nikola, Aya Yorgi, Aya Dimitri, Aya Vasil, Aşağı Penaye ve Orta Penaye olması kiliselerin bulundukları mahallelerin önemli sosyal ve toplumsal odakları olduklarının; giderek de bulundukları mahallenin ve kentin simge anıtları haline geldiklerinin kanıtıdır.

Kentin omurgasını oluşturan güzergahlar ile kiliselerin konumları arasındaki ilişki ele alındığında; 14 kiliseden 7’sinin ana güzergahlar üzerinde konumlandığı görülür. Bunlardan Agios Yorgos, Agios Yannis ve Metropol kiliseleri kent içindeki konumlarıyla öne çıkan kiliselerdir. Kıyıya dik ve paralel iki ana güzergahın kesiştiği noktadaki konumları, çarşıya olan yakınlıkları ve yapısal olarak da kubbeli mimarileriyle yerleşmenin en önemli ve merkezi tapınma yapıları olduklarını vurgularlar. Profiti İlias Kilisesi, kentteki kiliseler arasında ayrı bir anlama sahiptir. Diğerleri gibi ne kent dokusunun içindedir ne de yakın çevresinde herhangi bir yapılaşma mevcuttur. Kilise bütün Ayvalık’a ve koya hâkim bir konumda, Sakarya Tepesi’nin üzerinde tek başına durur.


  

Resim 9-13 Üstteki haritada Mahalleler ve Kiliseler. Alttaki haritada kentin bölgeleri gösterilmiş. A: Tepe Bölgesi, B: Kıyı Bölgesi, C: Orta Bölge 

Ayvalık, Tepe, Kıyı ve Orta olmak üzere üç bölgeye ayrılabilir. Uzmanlar Tepe bölgelerini 1 ve 2 olmak üzere ayrıca ikiye ayırmıştır. Ancak Orta Bölge ile Tepe 2 Bölgesi gerek morfolojik özellikler gerek işlevsel kullanım gerekse de tapınma yapılarının konumlanması açısından Orta Bölge olarak adlandırılabilir.

A-Sakarya Tepesi’nin Etekleri

Sakarya Tepesi’nin eteklerindeki yerleşim eğim çizgilerine paralel uzun sokaklar ve bunları bağlayan dik eğimli kısa sokaklardan oluşur. Tepe Bölgesi işlevsel olarak iki alt bölgeye ayrılır; güneş ışıklarını bolca alan tepenin yamaçları kentin ilk kurulduğu zamanlardan itibaren konut bölgesi olarak kullanılmıştır. Organik dokunun hâkim olduğu ve eğimin yumuşadığı alt bölge ise çarşıyı oluşturur ve kentin en eski dini binalarını barındırır. Tepenin yamacındaki Taksiyarhis ve Agios Dimitrios kiliseleri ile, eğimin yumuşadığı çarşı tarafında Metropol(Aziz Meryemana) ve Agios Yannis kiliseleri yerleşimin en eski kiliseleridir. Bu kiliselerin çevresinde gelişen mahalleler Ayvalık’ın nüvesini oluşturur. Tepenin yamaçlarının üst kotlarında konumlanan kuzeydeki Portaitissa Kilisesi ile doğudaki Agios Vasilios Kilisesi üçüncül derecede küçük tapınma yapılarıdır. Günümüze gelemeyen Profiti İlias Kilisesi, Sakarya Tepesi’nin en yüksek noktasındaki konumuyla Ayvalık’ın geneline hakimdi.,



B-Kıyı Bölgesi

Kuzey-güney doğrultusunda, Sefa Caddesi ile kıyı çizgisi arasında kalan alan Kıyı bölgesi 1850 yılında doldurulmadan önce, kentin organik dokudaki mevcut sokaklarının devamı şeklindedir. 1850 yılında doldurulduktan sonra, sıfırdan planlanan bütün yerleşimlerde olduğu gibi ızgara planlı bir düzenlemeye gidilmiştir. Yapıların kıyıya bakan cepheleri dar, derinlikleri uzundur. Kentin ticaretinde deniz ulaşımının önemi, Kıyı Bölgesinde ağırlıklı olarak sanayi ve ticaret yapılarının yerleşmesine neden olur. Bu nedenle Kıyı bölgesinde hiçbir tapınma yapısı yoktur.

C-Orta Bölge

İçte kalan alan Kentin en geniş yapı adalarının bulunduğu bölgesidir. Konut yerleşimi ağırlıklıdır. Ayrıca çarşının bir bölümü ve Pazar Yeri bu bölgededir. Bölgenin büyük bir bölümü bataklık olduğundan 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren gelişmeye başlamıştır. Aynı yüzyılın son çeyreğinde ise bu bölgedeki yerleşim yoğunluk olarak en üst noktaya ulaşmıştır. Orta Bölge’de yedi kilise vardır. Üçü 1821 isyanı öncesinde, dördü 1821 isyanı sonrasında inşa edilmiştir. Bölgenin en eski kiliseleri Agios Yorgos (Çınarlı Cami), Kato Panaya ve Agios Nikolas etrafında oluşan mahallelerle birlikte bölgenin odak noktalarıdır. Kentin ikincil güzergahlarının (kıyıya paralel ikinci güzergahı Altınova Caddesi (B) ile kıyıya dik ikinci güzergâh 18. Sokak (D)’ın) kesişme noktasında bulunan Agios Triada Kilisesi ikincil derece bir tapınma yapısıdır. Agios Athanasios Kilisesi ise Altınova Caddesi üzerinde, İzmir yönünde, bölgenin güneydoğu ucunda üçüncül derecede küçük bir tapınma yapısıdır. Bölgenin güneybatı ucunda yer alan Eski Hastane’nin bünyesindeki Agios Haralampos ve ayazma olarak kullanılan Feneromeni de bu bölgede bulunur. Ayvalık’ın üç bölgesi, her biri kendi içinde kolaylıkla tanımlanabildiği gibi, diğerlerinden farklılaşan ve çok uzaklardan itibaren görülerek ayırt edilebilen dışsal referanslara sahiptirler. Tepe Bölgesi Sakarya Tepesi’ndeki kilise ve yel değirmenleriyle, Kıyı Bölgesi fabrika bacalarıyla, Orta Bölge kiliselerin çan kuleleri ve kütleleri sayesinde birbirlerinden farklılaşan karakteristik referanslara sahiptirler.


Deniz Silueti, Kiliseler ve Çan Kuleleri

Bir kıyı kenti olan Ayvalık için siluet olarak tanımlanması gereken görünüm, kente denizden yaklaşımda algılanandır. Kuzeydoğudaki Sakarya Tepesi yerleşimin en belirgin yüksekliği olarak her dönemde siluetin en önemli ögesi olmuştur. Sakarya tepesinin üzerine inşa edilen Profiti İlias Kilise’si hem kent içinden hem de denizden kente yaklaşırken bakışların çekim noktasını oluşturur. Tepenin sırtlarında konumlanan yel değirmenlerinin ise çizgisel etkisi kuvvetlidir. Kentin yatayda gelişen yapısal strüktürünü düşey kurguya yansıtarak siluette etkili hale gelen iki mimari eleman daha vardır. Bunlar aynı zamanda Ayvalık’ın sosyokültürel ve ekonomik yapısının simgeleridirler. Biri dinsel kimliğin göstergesi olan çan kuleleri, diğeri endüstriyel kimliğinin simgesi olan fabrika bacalarıdır.

Tespitlerine göre Ayvalık’taki kiliselerden sadece ikisinde çan kulesi bulunur. Agios Yannis Kilisesinin çan kulesi günümüze kadar ayakta kalmıştır, ancak Taksiyarhis Kilisesinin, avlu kapısı üzerinde yükselen çan kulesi günümüzde mevcut değildir. Bu iki kilise kent siluetinde kütlesel olarak değil çan kuleleriyle etkiliydiler. Bu olgunun birkaç nedeni vardır. Birinci neden; yön olarak geleneksel apsis ekseninin kıyı çizgisine dik olmasından dolayı, kilise kütlelerinin dar kenarlarıyla siluete giriyor olmalarıdır. Bu yüzden siluetteki etkileri zayıftır. Bir diğer neden ise, Agios Yorgos, Kato Panaya ve Agios Yannis kiliseleri gibi anıtsal ölçekte ve kubbeli inşa edilmiş olanlarının, topografyanın düz olduğu yerlerde inşa edilmiş olmalarıdır. Dolayısıyla, Agios Yannis ve Agios Yorgos anıtsal anlamda kubbeli ve yüksek inşa edilmiş olmalarına rağmen siluette geri planda kaldıklarından yeterince belirgin hale gelememektedirler. Taksiyarhis Kilisesi ise eğimli arazide inşa edilmiş olmasına rağmen kubbesiz, basit ve kırma çatılı tasarımıyla yoğun kent dokusunun içinde kaybolur.

Belki de bu nedenle, günümüze kalmamış olan çan kulesi, kilise yapısının iki katı yüksekliğinde tasarlanarak siluetteki yerinin belirginleştirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Kentteki diğer kiliseler ister düz arazide ister eğimli bölgede olsun hem mütevazi yapılardır hem de çan kuleleri yoktur. Dolayısıyla Ayvalık’ın tapınma yapıları siluette kütleleriyle belirginleşemezler. Sadece, çan kulesine sahip üç kilise kendilerini siluette görünür kılarlar.

Resim 9-14 Agios Yannis Kilisesinin çan kulesi ve camiye çevrildikten sonra yapılan minaresi.

 Fabrika Bacaları

Ayvalık’ın denizden siluetinde kilise kütlelerinden ve çan kulelerinden daha baskın olan öge ise fabrika bacalarıdır. 19. yüzyılda Ayvalık zeytinyağı sanayisi konusunda ilerlemiş, fabrika yapıları geniş yüzeyleri, yüksek gabarileri ve bacalarıyla kentin siluetini değiştirmiş ve yerleşimin endüstriyel karakterinin simgesi haline gelmişlerdir. 19. yüzyılda Ayvalık limanına denizden gemiyle yaklaşan bir ziyaretçi, heybetli fabrikalar ve yüksek bacalardan oluşan siluetle karşılaşıyordu. 19. yüzyıl sonunda Ayvalık’ta bulunan 90 fabrikadan 14’ünde baca vardır. 14 fabrika bacasına karşılık iki çan kulesi sayıca az olduğu için, çan kuleleri siluet etkisinde bacaların kalabalığından ayırt edilmeleri zordur. Özellikle denizden yaklaşım söz konusu olduğunda; Sefa Caddesi’nin doğu tarafındaki Orta Bölge’de bulunduklarından dolayı kıyıdan uzakta ve geride kalan tapınma yapılarının çan kulelerine karşılık, caddenin batı tarafındaki Kıyı Bölgesi’nde yoğunlaşan fabrikaların bacaları hem ön görünümde hem de sayıca fazla olduklarından dolayı kalabalık bir etkiyle siluette öne çıkarlar.

Resim 9-15 Kent siluetinde başrolde bacalar

Yüksek bacalar Ayvalık’ın genel dokusunun yataylığını kırar. Bacalar kent içinde ve kent dışında nirengi noktaları oldukları gibi, sayıca çok ve birbirleriyle ilişkili olmalarından dolayı, bütünsel etkileriyle de farklılaşarak belirginleşirler. Hıristiyan tapınma yapılarının Ayvalık siluetindeki etkilerinin, kentin yatay kurgusunda ve kentin içinde dolaşım sırasında hissedilen kadar belirleyici ve baskın olmadığını, buna karşılık fabrika bacalarının kalabalıklarıyla önce çıkarak daha belirgin hale geldiği söylenebilir.

Hamidiye Camisi

Ayvalık’ta Osmanlı döneminde inşa edilen tek İslam tapınma yapısı Sultan Abdülhamid döneminde yapılan Hamidiye Camisi’dir. Kitabesi günümüze ulaşmadığı için yapım tarihi tam belli değildir. Ancak kaynaklarda 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği belirtilmektedir. [123]


Hamidiye Cami’inin, caminin karşısında, Sefa Caddesi’nin deniz tarafında bulunan oteli[124] yaptırmış olan Yorgala adlı bir Rum iş adamının, otel inşaası karşılığında yaptırdığına dair söylentiler vardır. Ancak Osmanlı gelenekleri göz önüne alındığında bu söylentinin asılsız olduğu anlaşılır. Osmanlı geleneğinde sultana hediye edilecek bir yapı ancak bir cemaat tarafından yapılırsa mümkündür. Gayri müslim kişilerin sultana bir yapıyı hediye etmesi mümkün değildir. Nitekim Sultan Abdülhamit’in 30. Saltanat yılı nedeniyle yaptırılıp sultana hediye[125] edilen yapılar vardır. Osmanlı’nın başka bir önemli uygulaması ise, başkaları tarafından yaptırılıp padişaha hediye edilen camilere hiçbir şekilde padişahın adının[126] konamıyor olmasıdır. Dolayısıyla, Ayvalık’taki Hamidiye Camisi’ni bir Rum’un yaptırmış ve adıyla padişaha hediye etmiş olmasının hiçbir şekilde imkânı yoktur. Hamidiye Camisi’nin Ayvalık kentsel strüktürü içindeki öncelikle göze çarpan ilk olağandışılık, Hamidiye Camisi’nin konum açısından yerleşimden ve merkezden uzak oluşu ve yalnızlığıdır. Gerek İslam dünyasında gerekse de Osmanlı uygarlığında tapınma yapılarının etrafında oluşan konut ağırlıklı kentsel dokunun aksine Hamidiye Camisi tek başınadır. Caminin yakınında yerleşim de çarşı da yoktur. Ayvalık’ın genel kentsel morfolojisinde Hıristiyan tapınma yapılarının çevrelerinde oluşan yoğun dokulu mahallelerle karşılaştırıldığında, bir tapınma yapısı olarak Hamidiye Camisi’nin olağandışı konumu daha da belirginleşir.

Ayvalık’ta caminin inşa edildiği dönemde Türklerin çok az sayıda bir azınlık olması ve daha önce bahsedildiği gibi kentin bu dönemde strüktürel gelişimini tamamlamış olmasından dolayı merkezde boş arazinin bulunmaması, caminin kentin dışındaki konumunun nedenlerinden biri olabilir. Başka bir açıklama da Ayvalık merkezde bir Türk mahallesinin bulunmayışıdır. Hamidiye Camisi’nin inşa edildiği dönemde Ayvalık’ın 21.677’lik nüfusundan sadece 90 kişisi Müslüman Türk’tür. Bu ailelerde kentin değişik mahallelerinde ikamet etmişlerdir. Aksi takdirde, 1889 Osmanlı Yıllığı’nda Ayvalık’ın mahallelerinden bahsedilirken 11 mahalleye ek olarak ‘Türk Mahallesi’nin adı da geçerdi. Hamidiye Camisi’nin Osmanlı Devleti tarafından ileriki zamanlar için planlanan olası bir Türk mahallesinin odak noktasını oluşturma ihtimali de zayıftır. Kuzey yönünde kent merkezinden uzak, genellikle fabrikaların ve tabakhanelerin konumlandığı kıyı bölgesindeki yer seçimi ve yaklaşık 12 metre kotundaki küçük bir tepenin üzerindeki konumu göz önüne alındığında, fiziki ve tomografik şartlardan dolayı Hamidiye Camisi’nin etrafında bir mahallenin oluşma ihtimali çok zayıf, neredeyse imkansızdır.

Ayvalık’ın tümüyle Türkleştirildiği 1923’ten, tarihi bölgenin kentsel sit alanı ilan edildiği 1976 tarihine kadar Hamidiye Camisi’nin etrafında herhangi bir mahallenin kurulmamış olması caminin kentsel konumunun elverişsizliğini ortaya koymaktadır. Günümüzde de caminin yakınında sadece askeri lojmanlar bulunmaktadır. Cami, Ayvalık’a kuzeyden, yani Edremit yönünden girişte kıyıya yakın ve yoldan rahatlıkla algılanan bir yükseklik üzerine inşa edilmiştir. Bu tepe kıyıya yakınlığı nedeniyle kente kuzeyden girişte dar bir geçit yaratarak, daha önce Ayvalık’ın tarihsel süreçte ana omurgası olarak bahsedilen Sefa Caddesi’nin başlangıcını oluşturur. Hamidiye Camisi, yoldan yüksekçe bir tepenin üzerindeki konumu ile, kente kara yoluyla yaklaşılarak girildiğinde yarattığı nirengi noktası etkisini, denizden yaklaşıldığında da kaybetmez. Cami kütlesi, kubbesi ve minaresiyle Ayvalık’ın mevcut tapınma[127] yapılarıyla karşılaştırıldığında küçük ve alçak kalır. Merkezde anıtsal boyutta inşa edilmiş kiliseler olsa da tepeler üzerine inşa edilmedikleri nedeniyle kubbeleri kentin yoğun dokusunun içinde, çan kuleleri ve fabrika bacalarının arasında kaybolmuştur. Oysa kiliselerin aksine, Hamidiye Camisi kütlesi, kubbesi ve minaresiyle mütevazı boyutuna rağmen kent dokusunun biraz dışında ve yüksekçe bir tepe üzerindeki konumu sayesinde deniz siluetinde, en az karadan kente yaklaşırken ki kadar belirgin nirengi noktası olma özelliğini korur. Hamidiye Camisi, küçük ancak, dokunun geri kalanından kolayca ayırt edilebilen kubbeli kütlesi ve kentin sıkışık ve kalabalık yerleşiminin kıyısındaki konumuyla gerek denizden yaklaşırken Hıristiyan tapınma yapılarından ve fabrika bacalarından kopup öne çıkar, gerekse de Edremit yönünden kara yoluyla Ayvalık’a girerken kolaylıkla algılanan hâkim etkisiyle kentin ana güzergahını işaretler.

Osmanlının özellikle başkentlerde camileri hükümranlık simgesi olarak kullanma şekli de hatırlandığında; Bölgede İzmir metropolünden sonra önemli ve farklı bir statüde yer alan, yabancı konsoloslukların bulunduğu, yüzünü Batı’ya dönmüş ve Rum nüfusun ezici çoğunlukta olduğu bir liman kenti olan Ayvalık’ta sultanın, kendi adıyla inşa ettirdiği cami ile Rum cemaate bir mesaj verme niyetinde olması kuvvetle ihtimaldir.

Ayvalık Evleri

Ayvalık şehir planındaki denize paralel üç ana arter, bunları dik olarak kesen ara arterlerle ızgara plan tipi oluşturmuştur. Sokaklar ana akslarda geniş, konutlar bitişik nizamda, konut çıkmaları sokak genişliğini ve uzunluğunu bozmayacak şekilde yapılmıştır. Evlerin çoğunluğu giriş katı üzerinde yükselen bir ya da iki kattan oluşur. Özellikle yapıların büyük çoğunluğunun bitişik nizamda yapılması ile giriş cephelerinin kapı ve pencere düzeni etkilemiştir. Yapıların genelde sokağa açılan tek cepheye sahip olmaları kapı ve pencere oranlarının büyük yapılması ile sonuçlanmıştır. Ayvalık konutlarında, zemin kotu 2-3 basamakla yükseltilmiş ve giriş 50 cm kadar içeriye çekilmiştir. Dış kapı doğrudan kamusal alana açılmaktadır. Yapıların tamamına yakınında sokaktan algılanmayan arka bahçe bulunmaktadır. Zemin katı dükkanlı yapılarda çift giriş yapılmış, konut girişi daha büyük, belirgin ve taş oymalarla süslenmiştir. Böylelikle konut ve ticaret girişi ayrımı yapılmıştır. Yapıların girişleri dardır ve üst katlara ulaşmak için bir merdiven bulunur. Mutfak, yapının arkada yaşam alanının alt katında yer alır. Üst katlarda bir hol ve buraya açılan odalar vardır. Oda sayısı ailenin sosyo-ekonomik durumuna göre 2 ile 6 arasında değişmektedir. Sokağa bakan en büyük oda salon olarak kullanılmaktadır. 

Evlerin dış cephesinde yatay ve köşe silmeleri, kat konsolu, teras korniş ve plastr[128] göze çarpar. Yapılarda cephede zemin kat ve üst katlarda eşit sayıda uzun, dikdörtgen şeklinde pencereler bulunur. Zemin katlarda söve, şebeke ve dökme demir parmaklık, üst kat pencereleri söve, ahşap kanat (kepenk) ve lentodan oluşur. Pencerelerde kullanılan ahşap kepenkler yaz aylarında güneş ışınlarını kontrollü olarak içeriye almakta, kışın ise rüzgârdan ve soğuktan korumaktadır. Açık renge boyanan bu kepenkler, ışığı yansıtmaya yardımcı olur. Üst kat pencere altı konsolları genellikle taştan yapılmıştır. Giriş kapıları ahşap olup, kemer ve aydınlık penceresi, iç kapılarda ise lento mevcuttur. İç merdiven, zemin döşemesi ve tavan kaplaması ise ahşaptır. Ayvalık evlerinin konumlanması, sıcak iklimin dezavantajlarından kurtulmak için rüzgârı yapının içine alacak şekilde tasarlanmış ve denizden esen meltemden korunacak şekilde konumlanmıştır. Konut planları genellikle kareye yakın olsa da dikdörtgen planlı yapılarda mevcuttur ve kenar oranları 1x1.8 dir. Konutlar yağmurdan, rüzgârdan ve güneşten korunmak için genellikle bitişik nizam inşa edilmiş, kuzey cepheleri dış etkenlere karşı koruma altına alınmıştır. Sokaklar, yapıların yan yana dizilmesinden meydana gelmiştir. Yalnız binalar diğer yapıların güneşini kesmeyecek açı ve aralıklarla konumlandırılmıştır. Böylelikle yeteri kadar kış güneşi alarak ısınmadan tasarruf edilmekte ve havalandırma sağlanmaktadır. Giriş kapıları, süsleme programı ve biçimiyle Antik tapınak mimarisine öykünen görüntüleriyle Neo-Klasik izlerin en fazla belirginleştiği öğeler durumundadır. Genelde kemerli ya da yüksek lentolu düzene sahip bu giriş kapıları, iki yanından sütun pilastrlarına oturmuş, taşıyıcı ve örtü düzeneğinin üzeri ya yatay konsollarla ya da üçgen alınlıkla sonlanan bir biçimlenişe sahip olmuşlardır. Kapıların sütun başlıklarında, uçları kıvrımlı (volüt) ya da akantus başlıklı bitkisel düzenlemeler görülür.


Resim 9-16 Ayvalık evleri

Çalık Köşe

Mimaride Çalık Köşe[129], yapıların iki duvarının birleştiği köşelerdeki, içe doğru diyagonal kesilmiş, bazen küçük bir niş, bazen dışa doğru bir sarkıt ya da mukarnas[130] gibi estetik uygulamalarla süslenen pahlara denilmektedir. Çalık Köşe’nin yapılmasının genel olarak iki amacı vardır: Birinci ve öncelikli amacı, dar sokaklarda zorunlu olan bina statiğinin bozulmasını engellemektir. Dar sokaklardan geçen arabalar, deve kervanları sokaklarda bina köşelerini dönerken sivri, keskin çıkma yapan kenarlara çarparak hem bu köşeleri tahrip eder hem de çarpmanın şiddetine göre binanın statiğini bozarak, duvarlarda çatlaklara sebep olur. Bu nedenle köşeler pahlanarak sürtünmelerin etkisi azaltılmaya çalışılır. İkinci sebep ise süs için kullanımıdır. Çalık Köşelerin birçoğunda statik korumadansa estetik amaçlı uygulamanın ön planda olduğu görülür. Ayvalık’ta sokaklar çok dardır. Dar sokaklara giren araçların tahribatını engellemek, binalarının köşelerini korumak için köşe taşı veya kalın demirler konularak araçların sürtünmesi engellenmeye çalışılmaktadır.



YAPILAR

Ayvalık’ta geleneksel konutlar bitişik nizamda 2-3 katlıdır ve arkasında mutlaka küçük bir bahçe ya da avlu mevcuttur. İlk kat taştan, üst katlar ahşaptan yapılırdı. Büyük binalarda ve dini yapılarda genellikle sarımsaklı taşı kullanılırdı.


Kanelo

Ayvalık’ın merkezinde görülmeye değer yapılarından biri Cafenion Kanelo’dur. Eski limanın ucunda, Belediye binasının yanında bulunan yapı, kazıklar üzerinde duruyor ve denizin üstünde adeta yüzüyor. Kanelo, Cumhuriyet öncesi dönemden beri, kesme sarımsak taşından yapılma gösterişli mimarisiyle, Ayvalık’ın simgesidir. Kanelo Yunanca ‘tarçın’ demektir.

Resim 9-17 Kanelo Binası 

Kanelo, Cumhuriyetin ilk yıllarında Taş Kahve adını almıştı. Sonraki yıllar Şehir Kulubü olarak kullanıldı. 1930’lara kadar denize doğru uzanmış buruna hizalanmış olan gazinolar Yeni Dünya, Orala ve Olimpia buradaydı. Bu gazinolar sonradan sırasıyla Deniziçi Kafeterya, Belediye ve Canlı Balık restoranı oldu. Kanelo şimdi bir restoran/kafe.

Eski Belediye Binası

Ayvalık Belediye eski binası kanelo’nun hemen yanındadır. Şuanda Belediye eskiden vergi dairesi olarak bilinen Sakarya mahallesindeki binaya taşındı. 


Resim 9-18 Şehir merkezinde denize doğu uzanan burun üzerinde eski Belediye binası 

Gümrük Binası

Resim 9-19 Gümrük ve çevresinin denizden görünüşü

Resim 9-20 Gümrük binası önünde bir kutlama töreni.

 

Papaz Ioannes Demetrakellis ve Çiftliği

Ioannes Demetrakellis (Oikonomos), 1735 yılında Ayvalık'ta doğdu. Ailesi Midilli Vasilika'dan gelmişti. Babası, Şehir İhtiyarlar Heyetine seçildi ve Ayvalık yerel toplumunun etkin bir üyesi oldu. Ioannes yedi çocuğunun en büyüğü idi. Rahip olmak için Athoniada Okulu'nda okuduğundan söz edilir. Bazı kaynaklar ise, onu eğitimsiz olarak kabul eder. Ioannes kariyerine rahip olarak kilisede başladı. Daha sonra Oikonomos[131] Bürosu'nda çalıştı. Oikonomos, Ioannes Demetrakellis'in görevi ve ünvanıdır. Ioannes 1780 yılında, halktan toplanan bağışlarla, Kato Panagia Kilisesi’nin (Hayrettin Paşa Camii) olduğu yerde, Panagia ton Orfonon (Yetimlerin Aziz Meryem'i) Kilisesi, okul ve hastaneden oluşan yapı topluluğunu inşa ettirdi. Bu bölgede kısa süre sonra başlayan yapılaşma, Ayvalık'ın beşinci mahallesi olan Zoodohou Pigis (Kato Panagia)'i meydana getirdi. 1784 yılında Athos Dağı Keşişleri Büyük Kurulu, Ayvalık keşişlerinin de yöneticisi olmalarını gerekçe göstererek, Ioannes tarafından varlıklı Ayvalık halkından toplanan bağışların, bundan sonra biriktirilmek üzere kendilerine verilmesini istediler. Birikimlerinin farklı amaçlarla kullanılmasından çekinen Ioannes bu talebi geri çevirdi. Ioannes’in Athos Dağı Keşişleriyle girdiği bu mücadele zaman zaman şiddetlenerek ölümüne kadar hatta sonraki beş yılda da sürdü. Ayvalık'ın değişik yerlerinde bulunan manastırlarda yaşayan ve Kurul'a bağlı keşişlerin, Ioannes'e karşı sert bir muhalefet örgütlediği anlaşılıyor. Bunun karşılığında da Ioannes’in ölümünden önceki son iki senesinde kasaba halkı üzerinde büyük baskılar kurduğu da belirtilmekte. Ioannes Demetrakellis tartışmalı bir biçimde, 1791 yılında elli altı yaşında iken öldü. Stavrakis'e göre, ona suikast için bir komplo planlandı ancak Ioannes, daha eylem gerçekleştirilemeden doğal nedenlerle öldü. Karambalis ise, ifade vermesi için İstanbul'a çağrıldığını ve gittiğinde bir komplo kurulduğunu farketmesi üzerine yüzüğündeki zehiri içerek intihar ettiğini yazar. Ölümünden iki yıl önce başlayan, Ayvalık'taki toplumsal karışıklıklar 1798 yılına kadar sürdü. Şehir 18. yüzyılın sonlarında çok keskin bir sınıfsal ayrışma yaşamaktaydı. Ve bu ayrışma, belki de Osmanlı coğrafyasında benzeri görülmemiş bir düzeye çıkmıştı. Bu çatışma, yaklaşık 20 yıldır şehir üzerinde söz sahibi olan ve toprak varlığı ile onun üzerindeki hakimiyetini arttıran aristokrasi ile her geçen gün sayıları hızla artan burjuva-tüccar sınıfın arasındaydı[132]. 

Resim 9-21 Oikonomos Ioannes

Osmanlı-Rus Çeşme Deniz Savaşı

1770 yılında Ruslar ve İngilizler, Mora Rumlarını ayaklandırmak için Ege Denizine Rus Donamasını ve İngiliz Amirallerini gönderdiler. Çeşme açıklarında bulunan Kaptanıderya Hüsameddin Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması 5 Temmuz 1770 tarihinde Çeşme’nin kuzeyinde Rus donanması ile karşılaştı. Çarpışma sırasında Cezayirli Hasan Bey’in gemisiyle Rus Amiral Spiridof’un kalyonu yanmaya başlayınca donanmalar uzaklaştılar.  Rus donanması Çeşme Limanı açıklarında dolaşırken Osmanlı donanması, Cezayirli Hasan Bey’in muhalefetine rağmen Kaptanıderya Hüsameddin Paşa tarafından manevra imkânı olmayan bir yere, Çeşme Limanı’nın içine sokuldu. Sahile yerleştirilen toplarla Ruslara karşı bir müdafaa savaşına hazırlanıldı. Bu fırsattan istifade eden Ruslar 6 Temmuz günü Çeşme Limanı’nın ağzını kapatıp, liman içine ateş kayıklarıyla saldırdılar ve birbirine çok yakın vaziyette demirlemiş bulunan Osmanlı donanmasına ait otuz kadar gemiyi ateşe verdiler. 7 Temmuz sabahı Osmanlı donanmasından yalnızca Kaptanıderya Hüsameddin Paşa’nın gemisi Sakız adasına kaçarak kurtulabildi. Ayrıca Osmanlılar 5.000 civarında da asker kaybettiler. Türk kaptanlarından Cafer Bey ile Cezayirli Gazi Hasan Bey yaralı olarak İstanbul’a geri döndüler. Hüsameddin Paşa kaptan-ı deryalıktan azledildi. Osmanlı donanmasının imhası üzerine Rus filosu Akdeniz ve Ege’de daha rahat bir şekilde faaliyetlerini sürdürme imkânı elde etti. Osmanlılar 1774’de kendileri için oldukça kötü şartlar içeren Küçük Kaynarca Antlaşmasını[133] imzalamak zorunda kaldılar.

Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa

Tüm kaynaklar, Ioannes Demetrakellis'in sahip olduğu tarihsel konumu, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki, Çeşme Deniz Savaşı (5 Temmuz 1770) sırasındaki gelişmelere dayandırmaktadır. Bir halk masalı, bir efsane gibi aktarılan öyküye göre:

Cezayirli Hasan Paşa, Rusya ile yapılan deniz savaşında yaralanır. Bir salın üzerinde, birkaç levent ile birlikte Ayvalık’ta sahile çıkar. Kendilerini karşılayan Ioannes Demetrakellis'den yardım ister. O da komutana yardım eder ve birkaç gün sonra ayrılırken Hasan Paşa, gösterilen konukseverliğin karşılığı olarak, kendisinden bir şey istendiğinde çekinmeden yanına gelmelerini söyler. Ardından Hasan Paşa'nın sadrazam olduğunu duyunca Ioannes, İstanbul'a gidip kasaba için yardım ister ve o da kendisine gösterilen yardımseverliğe yanıt olarak 1773'te, bir ‘ferman’ hazırlayarak Ayvalık'a özerklik tanır. Ioannes’i Kocabaşı[134] olarak seçer.

Tarihlerde biraz tutarsızlık var ve ayrıca bahsi geçen ferman Osmanlı arşivlerinde henüz bulunmamıştır. Belirtilen tarihte Hasan Paşa, Kaptan-ı Derya[135] idi. Ardından Temmuz 1774'e kadar Anadolu Valiliği ve Rusçuk Seraskerliği ile görevlendirildi ve sonra 19 Aralık 1779 tarihine kadar da yeniden Kaptan-ı Deryalık yaptı. Hasan Paşa ancak 3 Aralık 1789 yılında, III. Selim döneminde (1789-1807) sadrazam oldu ve 17 Mart 1790 tarihine kadar bu görevde kaldı. Bahsi geçen fermanı kendisi Kaptan-ı Derya iken veremeyeceğine göre Sadrazamı ikna ederek verdirmiş olabilir.

Ioannes Demetrakellis’in Osmanlı Devleti’nden aldığı özerklik fermanında adı geçen maddelerin çeşitli metinlerde aşağıda gibi olduğu yazılmaktadır. Ama bu fermana henüz Osmanlı Arşivlerinde rastlanamamıştır. Bu nedenle ciddi tarihçiler olaya biraz şüphe ile yaklaşmaktalar. Son dönem tarihçileri Ayvalık’ın 1800’lerde ticari olarak gelişmesini fermandan çok 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca antlaşmasıyla Ortodoksların elde ettiği imtiyazlara bağlamaktadır.

  • Ayvalık’ta yerleşmiş olan Türk aileleri Ayvalık şehrinden çıkarılarak civar mahallelerde oturmaya mecbur tutulacaktır. Türklerin Ayvalık merkezinde oturmaları yasaklanmıştır. 
  • Ayvalık muhtar ve müstakil bir idareyle yönetilecektir.
  • Kazanın idaresi gümrük işlerinin eline geçecek buna karşılık Osmanlı hükümetine her sene 48.000 kuruş vergi ödenecektir.
  • Ayvalık’ta yönetici Türk olacak, halk tarafından seçilecek ancak gerekirse görevine son verilebilecektir.
  • Hakimler Türk olacak fakat maaşları Ayvalık’tan ödenecektir.
  • Askeri komutan ne Ayvalık’ta kalabilecek ne de Ayvalık’tan geçebilecektir.
  • Ayvalık aşar vergisinden muaf tutulacak, buna mukabil her mal sahibi her zeytin ağacı için 2 akçe verecektir.

Sadrazam fetvası konusu fazla abartılı bir öykü olmaktan öteye gidemiyor. Ancak, 1534 tarihinde kurulan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti (Kaptan Paşa Eyaleti) kuzey Afrika ve Ege adalarını kapsamaktaydı ve Yund (Cunda) Adası idari olarak bu eyalete bağlıydı. Eyalet yönetimi ise Kaptan-ı Derya'ya bırakılmış idi. Dolayısı ile o tarihlerde Hasan Paşa ile Ioannes arasında bir iletişimin olabilmesi mümkün gözüküyor. Kaldı ki 1771 tarihinde göreve gelen dragoman Nikolaos Mavrogenes ile olan arkadaşlığı da Kaptan-ı Derya ile iletişim kurması olasılığını güçlendiriyor. Özerklik konusu ise, Osmanlı'nın birçok ada da Ortodoks Rumların beldelerini yönetmek amacıyla oluşturdukları dimogerontes geleneğine dokunmadıkları düşünüldüğünde, o da mümkün gözükmekte. Şayet tarih 1773 değil de 1774 ise; bu özerklik konusuna yaklaşırken, 21 Temmuz 1774'te Rusya ile imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması'ndaki Ortodoks Rumlara dair koruyucu maddeleri de ihmal etmemek gerekir.

Resim 6-22 Sefa yolunda Aziz Nicholas mahallisi ve Oikonomos Çiftliği[136]

Bugünkü Yat limanının giriş kısmında eskiden bembeyaz yükselen bir kule vardı. 5-6 metre yüksekliğindeki bu kulenin merdivenle çıkılan bir oturma mekânı da mevcuttu. Burası Ayvalık’a özerklik sağlayan Papaz Ioannes Demetrakellis’ın çiftliğiydi. Çiftlik Lise durağının arkasındaki binanın bittiği yerden eski hastanenin başladığı yere kadar yayılıyordu.

Resim 9-23 Papazın çiftliğinin iki katlı binası/kulesi sağ tarafta gözüküyor. Yeşilliğin bittiği yerdeki beyaz kule Hasta hanenin içindeki kilise binası. 

Resim 9-24 Oikonomos çiftliğinin deniz kenarı 

Soldan boydan boya uzanan duvar, Ayvalık balıkçı köyünün kurucusu olduğu kabul edilen Papaz Oİkonomo’nun çiftliğinin duvarıdır. Soldaki ilk bina, nargilesini fokurdattığı ünlü kule. Hani bir iddiaya göre Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın geldiğinde misafir ettiği yer. Kulenin yanındaki yatay bina Romanya gibi ülkelerden tenekeler içinde ithal edilen ve aydınlatmada kullanılan gazyağlarının depolandığı Gazhane binası.

 Aziz Constantin Şapeli

Resim 9-25 Günümüzde İzmir yolu çıkışında olan Aziz Constantin şapeli ve korusu.

Resim 9-26 Korulukta Aziz Constantin şapeli

Ayvalık Akademisi

Ayvalık Akademisi'nin kurulması kararı; Ioannes Demetrakellis'in 1791 yılındaki ölümü öncesinde başlayan ve aristokratlar ile burjuva-tüccar sınıfları arasında yaklaşık dokuz yıl süren anlaşmazlıkların hafiflediği, 1798 yılında verilmişti. Sonunda, 1803 yılında şehrin sahil kesiminde, Agios Dimitrios (Άγιος Δημήτριος) kilise cemaatinin bulunduğu alandaki Ano Synoikia (Yukarı Mahalle)'daki bağışlanan bir arsada okullara öğretmen yetiştirecek bir Akademi kuruldu. Binanın inşaatı üç yıl sürdü. Uzun kenarı denize paralel dikdörtgen formunda 42x27 metre boyutlarında, iki katlı, bahçesi revaklarla çevrili bir okul olmuştu. Alt kat mutfak ve depolama alanlarından üst kat ise kütüphane, laboratuar, sınıflar ve öğrenci odalarından oluşuyordu. Akademi açıldıktan sonra başta İzmir ve Sakız olmak üzere tüm yakın bölgelerden öğrenci çekmeye başladı. Okulda dönemin aydınları öğretmenlik yapıyordu. Akademinin başarısı modası geçmiş geleneksel eğitim programı yerine doğa felsefesi, fizik ve matematik ile zenginleştirilmiş aydınlanmacı fikirleri benimseyen yeni eğitim metodunu uygulamasıydı. Okulda prizmalar, aynalar, teleskop, harita gibi yardımcı araçlarla eğitim veriliyordu. 1873’de kızlar da Akademi’ye alınmaya başlandı. Okulun zengin ailelerin kızlarına ya da ileri düzeyde eğitim almak isteyenler için evde eğitim verme hizmeti de vardı. Bu hizmet karma eğitime geçildiği 1919 yılına kadar devam etti. Akademi’de 1900 yılına kadar toplam 1.700 kişinin eğitildiği tahmin edilmektedir. Akademi’de Eski Yunanca, filoloji, fizik, mantık, felsefe, söylev ve matematik dersleri verilirdi. Akademi başlangıçta Kato Panagia’nın avlusundaydı sonradan kentin kuzeyindeki Gymnasium sokağındaki binasına taşındı. Akademi binasının bir bölümü ve Gymnasium sokağı Atatürk Bulvarı yapılırken yıkıldı.  Aşağıdaki resim Akademi’nin batı tarafını gösteriyor.

Akademi, 1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı'nın patlak vermesi sonrasında Ayvalık halkının göç ettirilmesi ve binanın da yıkılması ile çalışmalarını durdurdu. Kent sakinlerinin Ayvalık'a dönmesi ardından, 1828 yılında okul yeniden kurulduysa da eski ışıltısına bir daha kavuşamadı. Akademi özelliği kaldırıldı. 600 öğrencisi vardı. Akademi'nin yeniden kurulması için harcanan iki başarısız çabadan sonra 1856'da yeni okul binası aynı yerde, ayakta kalmış dört sınıfın üzerine Ayvalık Gymnasium olarak inşa edildi. 1904 yılında okul kompleksine meteoroloji istasyonu ile bir doğa bilimleri laboratuvarı ve bir de kütüphane inşa edildi. Kütüphane zenginleşti. Paris'in tanınmış matbaası ile Ayvalık'ın ana eğitim kurumu arasındaki ‘geleneksel’ bağı göstermesi amacıyla bu binaya ‘Didoteios Kütüphanesi’ adı verildi. 1908 yılına kadar öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, ek derslikler yapılarak kampus oldukça gelişti. Ayvalık Gymnasium, 1923-1924 ders yılında Zükur İptidaisi (Erkek İlk-okulu) adı altında, yeni bir ortamda eğitime açıldı. Ayvalık Akademisi-Cumhuriyet Döneminde Cumhuriyet ilkokulu olarak hizmet vermiştir. 1950 Demokratik Parti Döneminde yeni iskân planlanması nedeni ile yol yapımı için yıkılmıştır. Akademi binası Hükümet konağı karşısındaki Cumhuriyet İlköğretim Okulunun yerindeydi. 1950 yılına kadar merdivenle çıkılan sütunlu öngörüşünü muhafaza edebildi. Önce yola bakan kısmını kaybetti sonra tümünü. Okulda milliyetçilik bilinci de hayli yüksekti. 1816 yılında, klasik geçmişle güçlü bağlar kurmak ve Antik Yunan medeniyetinin sürekliliğini vurgulamak isteyen öğrenciler Akademi’de çağdaş Yunanca konuşmayı bırakarak antik Yunanca konuşmaya başladılar. Ardından adlarını da geleneksel Yunan adlarıyla değiştirmeye başladılar. Okulda Osmanlı İdaresinin baskıcı rejiminden korkarak gizlice antik Yunan trajedilerine dayalı tiyatro gösterileri yapmaya başladılar. Aynı yıl bir diğer gelişmede Konstantinos Tombras’ın Paris Didot Firmasına giderek matbaacılık sanatını öğrenmesi ve Yunan fontlarıyla hazırlanmış bir hurufat(baskı kalıpları) takımıyla birlikte matbaayı Ayvalık’a getirmesidir. 1819 yılında matbaa Akademi’ye bağlı olarak çalışmaya başladı. Günlük Kirix gazetesiyle onbeş günde bir çıkan Cydoniae Aiolikos Astir dergileri bu matbaada basılıyordu.

Resim 9-27 Akademi binası

Resim 9-28 Kydonia Gymnasion’u bahçesi ve çevresinin deniz tarafından görünüşü. Ayvalık posta damgası ile Atina’ya gönderilmiş bir kart. 5.12.1907

Resim 9-29 Sonradan İstiklal ilkokuluna dönüştürülen Akademinin 1940’lardaki görünümü.

 

Resim 9-30 Ayvalık Kiliselerini araştırmak için bölgeye gelen Yunan arkeolog Georgios Lampakes ve eşi Eftalia Lampakes Ayvalık Gymnasium (Cumhuriyet Okulu) ziyaretinde orta bahçedeler[137].

 

Resim 9-31 Günümüzde Cumhuriyet İlköğretim okulunun doğu cephesi(üstte), batı cephesi(altta).

 

Hastane / Sakarya İlkokulu

‘Hagios Haralampos Kilisesi’, kentin güney mahallesinde önemli bir dinsel yapıydı. Plan olarak bu yapı bir bazilikaydı. Panagia Phaneromeni Ayazması da bu bazilikanın yönetimi altında bulunuyordu. Aziz Hagios Haralampos’un önemli bir işlevi kentin hastanesine gelir sağlamaktı. Bu kilise, kentin ‘Kutsal Hastane’ diye anılan hastanenin avlusunda yer alıyordu. Bugün bu kiliseden bir iz kalmamıştır. Kız Yetimler Yurdunun bahçesinde 1780 tarihinden itibaren bir hastahane ve bakım evi mevcuttu. Şehirde masrafları halk tarafından karşılanan iki hastaneden bahsedilir. Bunlardan birisinin akıl hastalarına diğerinin cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklarla hizmet ettiği biliniyor.

Resim 9-32 Rum dönemi hastanesi 1922 sonrası okula dönüştürüldü.

Kutsal hastane daha sonra yıllarca ortaokul yapısı olarak kullanılmıştı. Şimdi ise Sakarya İlkokulu olarak kullanılıyor. Kutsal Hastane oldukça büyük bir üne sahipti. İzmir Hastanesinden sonra Anadolu’daki en önemli hastaneydi. Yılda 1600 Osmanlı altın lirası harcanıyordu. Ayrıca bu hastanenin bir kolu da darülaceze (düşkünler yurdu) ve çocuk yuvasıydı. Burada herkes tedavi görüyor ve bedava tedavi yapılıyordu. Ayvalık Hastanesi, ırk, din ayrımı olmaksızın bütün hastalara açıktı. 1880 yılından itibaren birçok eğitim kurumu gibi Ayvalık Hastanesinin de başpiskoposluğa bağlanmış ve onun tarafından yönetilmiş olduğunu görüyoruz. Hastahaneye çok sayıda arazi, para ve diğer birçok gelir bağışlandığı için parlak bir gelişim gösterdi. Buraya çok yerden hastalar geldi. Fakirlere ise bedava ilaç sağlandı. Kentin doktorları da yine burada istekle ve bedava çalışıyorlardı. Darülaceze bölümünde çok sayıda Ayvalık sakini de bakım görüyordu. Ayrıca bir bölümü de çocuk yuvasıydı. Burada toplanan yetim çocuklara bakılıyordu. Yani bir bölümü yetimhane olarak ayrı bir kurum gibi gelişiyordu. Böylesine büyük iş yapan kutsal hastaneye aynı zamanda Panagia Phaneromeni Ayazması’nın da bütün gelirleri akıyordu. 1821 isyanı sonrası Ayvalık tahribatından sonra 1832-1840 yılları arasında, Rumların yeniden Ayvalık’a dönmesinden sonra Kutsal Hastane yeniden kuruldu. Bu hastanenin maddi açıdan desteklenmesi için Enneaimera[138] diye anılan ‘Dokuz Günlük Yortu’ 23 Ağustos 1840’ta başlatıldı. 1890 Ayazmasının havuzunun basamaklarının dokuz adet oluşu da Yortu’nun dokuz gün oluşuyla benzerlik gösterir. Bu yortunun gelirleri de hastaneye kalıyordu. Asıl kutlamalar Hagios Haralampos Kilisesi’nde yapılıyordu. Bu kutlamalar Panagia Phaneromeni Ayazması için de önemliydi. Panagia Phaneromeni Ayazması için iki önemli gün vardı. Birincisi bu Ayazma’nın kuruluşuna neden olan ikonanın bulunduğu gün olan 28 Haziran 1852, diğeri ise 23 Ağustos’ta gerçekleştirilen ‘Enneaimera Yortusu’ idi.

Resim 9-33 Hastanenin iç avlusunda din adamları ve diğer üst düzey görevliler[139]. Hastanenin içinde bir kilise vardı.

 

 

Resim 9-37 Sakarya Okulu

Faneromeni Ayazması (Panagia Phaneromeni)

İçindeki su kutsal sayıldığından ayazma adıyla anılan ve kaynaklara göre yakınındaki ‘Panagia Haralambos Kilisesi’ne bağlı olan Faneromeni Ayazması (Panagia Phaneromeni), Barbaros Caddesi üzerinde bulunuyor. Yapı, antik Hellenistik dönemi tapınağı biçiminde yapılmıştır ama kilise değildir. Dikdörtgen formlu bir yapıdır. Hastane Caddesi, 4. Aralık Sokak ile Merkez Hastane Caddesi 7. Sokağın kesiştiği köşe parsel üzerinde yer alır. Kentin içindeki en ünlü ve en önemli dini yapı Panagia Phaneromeni Ayazması’ydı. Panagia Phaneromeni Ayazması kentin dini yaşantısında 1920 yılına kadar egemen oldu. 1922’den sonra, bölgenin tümüyle Türklerin eline geçmesiyle etkinliğini yitirdi.

Sarımsak taşından sütunları, sütun başları ve üçgen alınlık kirişleriyle görkemli bir cepheye sahiptir. Panagia’nın İkonası, Ayvalıklı Evaggelini isimli 16 yaşlarında bir kız çocuğunun 1851 yılında bir pazar günü görmüş olduğu rüyanın sonrasında yapılan bir kazı ile 28 Haziran 1852’de bulundu. Buraya 1867 yılında Khioslu Kaptan Mihalis Papazis’in harcamalarıyla bir ayazma yapıldı. İlk ayazma 1890 yılında yeniden inşa edilerek büyütüldü. Bu ayazmaya uzak diyarlardan bile türlü hastalıktan şikayetçi çok sayıda kişi geliyordu. Tedavi bekleyen hastalar, ayazma yapısının içinde kalıyorlardı. İkonanın bulunduğu kuyunun kutsal suyundan içiyorlar ve vücutlarına sürüyorlardı. Antik sanatın ilkelerini kullanan Yeni Klasik akımın, Ayvalık’ta kendini en çok gösterdiği yapının bu olabileceği belirtilmektedir.

Resim 9-34 Panagia Phaneromeni Ayazması 

Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’nın bir kilise olmadığı kazılar sırasında yapının bir apsisinin bulunmadığı fark edilince kesinleşti.  Ayrıca yapı tümüyle bir antik, Hellenistik ve/veya Roma Dönemi tapınağı biçiminde yapılmıştı. Korinth düzeninde prostylos[140] tapınak planına sahipti. Önünde dört tane sütun bulunur. Antik Dönem’de Ayvalık’a en yakın olarak Pergamon Akropolisi’nde beş adet prostylos tapınak vardı. Hellenistik Dönemden olan bu prostylos tapınakların yalnızca Orta Kentteki (Orta Gymnasion Tapınağı) korinth düzenindeydi. Panagia[141], Ortodokslarca Meryem Ana’ya verilen isimdir. Phaneromeni ise canlanan, yeniden ortaya çıkan, görünen anlamındadır. Yani Meryem Ana’nın bir sıfatıdır. İsminden de anlaşılacağı üzere bu yapı, Meryem Ana için yapılmıştı.

Panagia Phaneromeni’nin 28 Haziran 1852’de ikonasının bulunması, bölgede çok büyük bir olay oldu. Çevre ve bölge sakinleri için bu buluş, büyük bir tarihsel ve dinsel olay sayıldı ve inancı canlandırdı. Gerçekleşen mucizeler, Meryem’in varlığını ve korunmasını kanıtlayan bir tanrısal işaret olarak değerlendirildi. Halk bu ikonanın bulunduğu günden itibaren cesaretini yeniden kazandı. Kendi gücüne olan inancı canlandı ve halk düzenli olarak çalışmaya başladı. Toprağı ekti, zeytinlikler ve bağlara baktı. Zeytinyağı atölyeleri ve fabrikaları kuruldu. Gemiler yaptırıldı ve bütün bunlara Phaneromeni’nin öncülük ettiğine inanıldı. Böylelikle onlar için yeniden bir hayat başlamış oluyordu. Bütün bunlar birer mucize olarak kabul edildi. Yani halk ekonomik yönden oldukça zenginleşti. Bu zenginliğin sonunda da kentte çok büyük imar hareketleri görüyoruz. Nitekim bugün ayakta kalan bütün bu yapıların bu tarihten sonra yapılmıştır. Panagia’nın ikonası, Ayazma’da değil Hagios Haralampos Kilisesi’nde yer alıyordu. Hagios Haralampos’un rahipleri bu ikonayı alıp, Ayvalık içinde ve dışında tarlalarda ve birçok yerde onunla kutsama yapıyorlardı. Bütün bu kutsama sırasında toplanan bağışlar, hastane gelirlerine kaydediliyordu. En büyük bayram ise 23 Ağustos’ta gerçekleştiriliyordu. Bu bayram, yine Hagios Haralampos Kilisesi’nde ve bütün kiliselerde kutlanıyordu. Ayazma’da da yine büyük dualar yapılıyordu. Ayazma’nın iki büyük bayramı vardı. Birincisi 28 Haziran, ikonanın bulunduğu gündü. İkincisi de 23 Ağustos’ta, Hz. Meryem’in dokuz günlük yortusu ile ilgili yapılan bayramdı.

Resim 9-35 Panagia Phaneromeni Ayazması

Ayvalık’ta Panagia Phaneromeni’nin ikonasının bulunmasıyla ilgili bir ayin kitabı yazıldı ve bu kitap 1876’da Ayvalık’taki İ.S. Saribaksevani Matbaası’nda basıldı. Bu ayin kitabında, ilahilerin yanı sıra kutsal ikonanın bulunuş hikayesi ve çok sayıdaki mucizenin anlatıldığı destanlar da bulunuyordu. Zaman zaman bu ilahi kitabının geliştirildiğini de görüyoruz. 1876 yılında ilk kez basılan bu kitap, Polikarpos A. Katsaros tarafından yazılmıştı. İçerisindeki birçok bölüm, kitabın basıldığı tarih 1876’da ölmüş olan Ayvalıklı Dimitrios Saltas’tan alınmıştı. Ayin metni, Meryem Ana için önemli övgülerle başlıyor ve daha sonra Phaneromeni’nin nasıl bulunduğuna değiniliyordu. Ardından da mucizeler yazılmıştı ve bu mucizelerle de kitap bitiyordu. Panagia Phaneromeni’nin ikonası, 28 Haziran 1852’de bugün olduğu yerde, sahilden yaklaşık 100 m uzaklıkta Saliokola (veya Saliokoula’nın Bahçesi) olarak denilen yerde bulundu. İkonanın bulunması için uzun süre kazılar gerçekleştirildi. Bununla ilgili çok sayıda söylenti bulunuyordu. Taşralı, basit, fakat içinde Tanrı sevgisi olan Ayvalıklı Evaggelini isimli 16 yaşlarında bir kız çocuğunun 1851 yılının bir pazar günü görmüş olduğu rüyanın sonucunda söz konusu alan kazıldı. Kazılar sonucunda Meryem Ana’nın ikonası ve kutsal su ortaya çıkarıldı. Daha sonra ‘Kassiani’ ismiyle rahibe olan bu kız çocuğunun yüzyılın sonuna kadar yaşamış olduğu sanılıyor.

İkona’nın bulunduğu tarih olan 1852’den Rumların bölgeden gittiği 1922 tarihine kadar bu Ayazma, Ayvalık ve çevre bölgelerdeki en büyük tapınma alanı ve dini merkez oldu. İkona, o zamanın halkının anlatımlarına göre ve kaynaklarda ifade edildiği üzere gümüş veya altın kaplamalı olup, küçük boyutta ve ahşaptan yapılmış çekmeceli bir çerçevesi olduğu söyleniyordu. 1876 yılında basılan ayin kitabının üzerindeki gravürde Meryem Ana, sağ elinde khiton giyimli ve ayakta duran İsa’yı tutuyordu. İsa, sağ elini öne uzatmış ve üç parmağı da kutsama pozisyonundaydı. Sol eliyle ise Meryem Ana’nın göğsünün önündeki yer küreyi tutuyordu. Meryem Ana, sağ eliyle İsa’ya sarılmakta ve sol eliyle de ayaklarını tutuyor olarak görünüyordu.

Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’na Ege bölgesinin her yerinden ve adalardan ziyarete insanlar geliyordu. Hatta Hydra ve Rumeli gibi uzak diyarlardan, türlü hastalıktan muzdarip çok sayıda kişi de bu Ayazma’ya geliyordu. Bu kişilerle ilgili kayıtlar da tutuluyordu. Soy isim veya isim, eşin ismi, meslek, hastalık ve uygulanan tedaviler ayrıntılı olarak bu kayıtlarda bulunuyordu. Bu ilahideki kayıtlardan anlaşıldığına göre, akıl hastaları, ruh hastaları, epilepsi hastaları, melankoli hastaları, körler, gözlerinden hasta olanlar, sağırlar, dilsizler, felçliler, beyin kanaması geçirenler, ateşi düşmeyenler ile daha birçok hastalığa sahip olanlar buraya geliyor ve tedavi oluyorlardı. Tedaviyi bekleyen hastalar, ayazma yapısının içinde kalıyorlardı. İkonanın bulunduğu kuyunun kutsal suyundan içiyorlar ve üzerlerine sürüyorlardı. Dua ediyorlar ve dualara katılıyorlardı. Ayazma ’da kalma süresi üç günden kırk güne kadar değişiyordu. 

Bu Ayazma Kudüs’teki ‘Bethesda Havuzu’ ile aynı önemi taşıyordu. Her ikisinin de benzer bir noktası, zaman zaman kuyunun suyunun kabararak taşması ve denize ulaşmasıydı. Görünüşe göre, Panagia Phaneromeni Ayazması ile Kutsal Hastane arasındaki bağ, yalnızca hastanenin çalışması için maddi destek sağlanması ile ilgili değildi. Kutsal Hastanede fakir hastalara o günün şartlarında sahip olunan tüm bilimsel tıp yöntemleri ile tedavi sunuluyordu. Ayazmada ise, Tanrı’nın merhameti işleniyor ve Meryem Ana ona başvuran hastaların inanç gücüne göre tedavi sağlıyordu. Aradaki fark buydu.

2011 yılında Balıkesir Müzesi’nin Prof. Dr. Ömer Özyiğit danışmanlığında ayazmada yaptığı kazılar sonucunda 1867 ve 1890 ayazmalarının havuzları bulunmuştur. Prof. Dr. Ömer Özyiğit ve ekibi, yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlamışlardır. Proje, Bursa Anıtlar Kurulu’nca bir yıl sonra 2012’de onaylanmıştır. Restorasyon için gerekli maddi destek Ayvalık Belediyesinin önderliğinde 2016 senesinde başlatılmıştır. İki Ayvalıklı Muhtar Kent ve Şerif Kaynar'ın önderliğinde ve Ayvalık’a inanmış kişilerin destekleriyle proje finanse edilmiş ve Ayazma ziyarete açılmıştır.

Üçgen alınlık kullanımının mitolojiyle ilişkisi

Antik binalarda kullanılan üçgen alınlığın üç köşesi kutsal üçlemeyi temsil etmektedir. Gök-Yer-Yeraltı kutsal bir üçlemedir. Mısır mitolojisinde kutsal üçlü İsis-Osiris-Horus’dur. Yunan mitolojisinde Zeus-Poseidon-Hades’dir. Hıristiyanlık dininin yayılımıyla beraber kilise girişlerinde simgesel olarak üçgen alınlıkların tercih edildiğini gözlemliyoruz. Kiliselerdeki kutsal üçlemeler Beden, Can ve Ruh olduğu gibi Baba-Oğul-Kutsal Ruh veya Baba-Oğul-Meryem şeklindedir. Kutsal üçlemenin İslam’da etkileri ise bazı mezheplerde Allah-Muhammed-Ali şeklinde görülmektedir. Ayrıca bir geometrik şekil olarak üçgen; Sağlamlık, Değişmezlik ve Dayanıklılığı simgelemektedir.

 

Yazar İlias Venezis'in Evi

Ayvalık 1904 yılı doğumlu yazar İlias Venezis bu evde doğmuş ve 19 yaşına kadar yaşamıştır. 1931 yılında Yunanistan’da yazdığı ‘31328 numara’ adlı otobiyografik yapıtı Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra tutsak olarak geçirdiği yaklaşık bir buçuk yılın öyküsüdür. 31328, tutsaklığı sırasında kendisine verilen numaradır. Venezis Ayvalık'taki Aya Triyada Kilisesinin karşısındaki evde oturmaktaydı.

Resim 9-36 Üstte İlias Venezis'in (Elias Venezis) Ayvalık'taki 13 Nisan Caddesi 112 numaradaki evi. Altta Venezis'in Eylül 1922'de bir süre hapis yattığı sahildeki eski karakol binası şimdi Ayazma Butik Otel olarak hizmet veriyor.

Kurtuluş Savaşı sonunda Türk askerlerinin Ayvalık'a girmesiyle tüm yetişkin erkekler ile birlikte İlias’da tutsak edildi. Tutsaklığını şimdi Ali Sadan ailesi tarafından işletilen Ayazma Butik Otelin alt katındaki demir parmaklıklı odada sürdürdü. Tutsaklığının bir bölümünü de Amele Taburlarında yol inşaatlarında çalışarak geçirdi. 15 ay süren bu trajik öykü Lozan Antlaşması ile sona erdi. Anlaşma sonrasında Venesis İzmir'den Yunanistan'a gönderildi.

 

Hotel Georgala/Eski Vergi Dairesi/Ayvalık Hastanesi

Şehrin kuzey girişinde Hamidiye camisi karşısında 1902–1905 yılları arasında Georgias Inn adıyla iki katlı, 24 odalı bir otel olarak inşa edilmişti. Rum tüccar Georgala (Georgias) Soma’ya gelen tren hattının buraya da geleceğini öngörerek bu yatırımı yapmıştı. Tren yolu hala gelmedi ama bina ayakta.

Mübadeleden sonra 1925 de özel ortaokulu olarak hizmet vermeye başlamış kısa bir müddet sonra Halk Eğitim Merkezi olmuştur. Yapı 1950’lerin sonlarında Ayvalık Devlet Hastanesi’ne dönüştürülmüş. 1970’li yılların ortasında hastanenin taşınmasından sonra da Ayvalık Vergi Dairesi olarak hizmet vermiştir. Vergi Dairesi’nin de yeni yerine taşınmasıyla kullanım dışı kalan yapı Belediye mülkündedir. Şimdi Yıldız Teknik Üniversitesi Restorasyon Anabilim Dalı tarafından hazırlanan restorasyon projesi ile Belediye Binasına dönüştürüldü.


Resim 9-37 Hotel Georgala

Resim 9-38 Hotel Georgala

Eski Kaymakamlık Binası / Kız Meslek Lisesi

Yapımı 1800’lü yıllara uzanan bina günümüze kadar çeşitli amaçlarla kullanıldı. Cumhuriyetten sonra Kaymakamlık binası olarak hizmet verdi. Sonrasında Kız Meslek Lisesi oldu. Şimdi boş durumda. Restorasyon bekliyor. Caddeye bakan tarafı tümüyle sarımsak taşından yapılmış binanın arkası ve yanları farklı.


Resim 9-39 Kız Meslek Lisesi / Zübeyde Hanım Anadolu Meslek Lisesi

Yapı 1922 yılına kadar Gömeç’te Kızlar Çiftliği’nin sahibi Hacıathanas’ın malikanesiydi. Rumlar çiftliğe Hacı Athanas Trikupi Çiftliği diyordu. Ayvalık’tan 15 kilometre uzaklıktaki çiftliğini buradan yönetiyordu.

 

Şeytanın Kahvesi

Resim 9-40 Şeytanın kahvesi 

Şeytan Halil (1877-1932) Midilli’de doğmuş yaramaz bir çocuktur. Bir gün yaşlı Rum kadınlar çalı ateşinde gözleme pişirirken onlara görünmeden küçük taş atan çocuğu sonra görürler ve ardından ‘seni şeytan seni’ diye bağırırlar. Bu sözler çocuk yaştaki Halil’in lakabı olur. Nesilden nesile geçer. Midilli’de karışıklıklar çıkmaya başlayınca Halil ailesiyle birlikte Ayvalık’a gelir. Henüz daha Mübadele başlamamıştır. Kahve işletmeye başlar. Sonra detayı pek bilinmeyen bir olaya karışır ve hayatını kaybeder. Oğlu ve sonrasında torunu kahveyi işletmeye devam ederler. Koruk suyu ile ünlü.

 

Yeni Kaymakamlık Binası

Resim 9-41 Yeni Kaymakamlık Binası

Eski Yunanistan Konsolosluğu

1800’lerin başlarında kentte başta Yunanistan olmak üzere, İngiltere, İtalya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve Norveç konsoloslukları açılır. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte tüm konsolosluklar kapanır. Günümüze gelememiş olan Yunanistan Konsolosluk binası 1922 Eylül’ünde yakılmış.

Resim 9-42 Yanmış Yunanistan Konsolosluğu.

Eski Fransız Konsolosluğu

Resim 9-43 Şimdi pansiyon olarak işletilen eski Fransız Konsolosluk binası

Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA)

AIMA, 1998 yılında Prof. Filiz Ali tarafından kuruldu. Kuruluşundan beri Akademi, genç müzisyenlerin ufuklarını ve müzik kariyerlerini genişleterek eğitimlerini teşvik etmek yolunda öncülük görevi üstlenmektedir. Ağırlıklı olarak yaylı çalgılara odaklanan müzik ustalık kursları her yıl yaz ve sonbahar dönemlerinde Ayvalık’ta düzenlenmektedir. Türkiye’den, Avrupa’dan, hatta Yeni Zelanda gibi dünyanın öbür ucundan gelen öğrenciler, bu güzel Ege sahil kasabasında uluslararası seçkin öğretmenlerle 8-10 gün boyunca yoğun bir şekilde öğrenme, çalışma ve ustalık kursları sonunda verecekleri konserler için bir araya geliyorlar. Kuruluşundan beri Akademi gelişerek ustalık kurslarını bestecilik atölyesi, yaratıcı yazarlık, piyano ve gitar ustalık kurslarıyla çeşitlendirdi. Akademi aynı zamanda bütün yıl boyunca halka açık konserleriyle Ayvalık’ın kültür hayatını zenginleştirmeyi de hedeflemektedir.


AIMA Evi, 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir, 1923 yılındaki Yunanistan-Türkiye nüfus mübadelesinin ardından birkaç kez el değiştirdikten sonra evi Barutçuoğlu Ailesi satın almıştır. Barutçuoğlu Ailesi, 2003 yılında binayı AIMA’ya bağışlayana dek 15 yıl boyunca burada yaşamıştır. Bina, 2005 yılından itibaren tüm dünyadan genç müzisyenlere ve kültür insanlarına ev sahipliği yapmaktadır. Ev, 1943 yılında gerçekleşen büyük depremden sonra tamir edilmiş ve 2005’de yeniden restore edilmiştir. Evdeki mobilyalar, 20. yüzyıl ortalarının art-deco stilindedir. 

Sefa Oteli / Ayvalık Palas

Geçmişin Sefa Oteli yenilenerek Ayvalık Palas oldu.



 Resim 9-44 Ayvalık Palas eskisi ve yenisi


Zeytinyağı Fabrikası / Bacacan Otel

Ayvalık’ın Sakarya Mahallesi Atatürk Caddesi üzerindeki eski zeytinyağı fabrikası, 4 yıldızlı bir otele dönüştü.

Resim 9-45 Eski zeytinyağı fabrikası yeni otel Bacacan

Hoşgör Lokantası

Resim 9-46 Eskinin en meşhur restoranı Hoşgör

Rum Ortodoks Mezarlığı

Hastanenin arkasındaki mezarlık 1922 öncesine kadar Ortodoks ve az sayıdaki Müslümanlar için ortak kullanılıyordu. Rum mezarlığı 1922’den sonra futbol sahası olarak düzenlendi. Müslüman mezarlarının bir kısmı yeni mezarlığa taşındı. Ortodoks mezarların muhtemelen çok az sayıda bir kısmı İzmir ve İstanbul’daki mezarlıklara taşındı. Ama çok sayıda Ortodoks beden futbol sahasının toprağına karıştı gitti. Alınan en yanlış kararlardan birisiydi.

Resim 9-47 Günümüzde Hüsnü Uğural Stadyumu’nun bulunduğu bölge, 20. yüzyılın başlarında Ayvalık mezarlığıdır[142].

Resim 9-48 Eski mezarlık olan futbol stadı ve Ayvalık 

Çoğu yerde göç eden toplumun mezarları ya parka ya da spor alanına dönüşmüştür. Ayvalık’ta da aynısı olmuş. Eski Rum mezarlığı spor sahasına dönüştürülmüş. Rumların yaşadığı son dönemde az sayıda yaşayan Müslümanların definleri futbol sahasının tribünlerinin bulunduğu yere yapılmıştı. Stadın sol tarafında Rum döneminde hastane, cumhuriyet döneminde okul olan binalar gözüküyor.

Yedi Kuyular

Ayvalık’ta sonradan yaşanan yoğun yapılaşma nedeniyle mevcut su kuyuları korunamadı çoğu yapıların altında kaldı. Oysa geçmişte kent merkezinin tamamında dere yatağı, kuyular, çeşmeler, su kemeri ve doğal su öğeleri vardır. Tarihi süreçte Ayvalık kentinin şehir içinin günlük yaşamında her evin su ihtiyacı her ev inşa edilirken tasarlanan kuyu ve sarnıçta biriktirilen yağmur suyu ile karşılanmıştır. İçme suyu ise kentin güneybatısında ve İzmir yolunun altında kalan Yedi Kuyulardan karşılanmıştır. Yedi Kuyulardan getirilen su kentin içme suyu ihtiyacı için yetersiz kaldığında bölgede Kozak Yolu mevkiinde bulunan Deve Boğazı Kuyuları ile Park yakınlarında yer alan Sarı Su devreye girmiştir. Bu kaynaklardan alınan sular kentin sucuları tarafından fıçılarda biriktirilip tenekeler ile evlere satılarak evlerin su ihtiyacı karşılanmıştır.

Ayvalık 1953 yılında Altınova’da bulunan kuyulardaki suyun şehir şebekesine katılması ile içme suyuna kavuşmuştur; 1953’ten sonra kentteki konutlar ve diğer yapılarda su ihtiyacı şehir suyu şebekesinin bu yapıların iç mekânına alınması ile kentlinin yaşama biçimini değiştirmiştir. Tarihi süreçte su her zaman Ayvalık yerleşmesinin günlük yaşamında önemli olmuştur. Yukarıda belirtilen 3 bölgeden karşılanan içme suyu kent içine dengeli olarak dağıtmak amacıyla sokaklarda ve meydan da çeşmeler inşa edildiği günümüze kadar gelebilen 30’a yakın çeşme yapısının varlığından anlaşılmaktadır.

Kazım Karabekir mahallesindeki yedi kuyuları Ayvalık’lı bir mübadil şöyle anlatıyor:

“Biz geldiğimizde Ayvalık’ta su sıkıntısı çekiliyordu. Mahalle aralarında çeşmeler vardı ama suları biraz kireçliydi. İçme suyu olarak bizlerin damak tadına da çok uygun değildi. Kullanma suyu olarak da evlerdeki sarnıçlar kullanılırdı. Evi çeşmelere yakın olanlar çeşmelerden de yararlanırdı. Oysa Yedi Kuyuların suyu çok güzeldi. İçme suyu olarak bu kuyuların suyu kullanılmaya başlandı. Ancak buradaki suya ulaşmak o kadar da kolay değildi. Ayvalık geniş bir alana dağılmış bir kentti. Suyu evlere getirmek gerekiyordu. Hemen bir iş alanı oluştu ve sakalar sahneye çıktı. Sakalar, kuyulara yakın evlere suyu sırtlarında, uzak evlere ise eşekler ile taşıyorlardı. Suyun tenekesini de beş kuruşa satarlardı. O dönemin sakalarının başında Ahmet Sucu, Çek Baba lakaplı zat ve babası Hüseyin Efendi, Arif Sucu gelirdi.

 Yedi Kuyuların, günümüzden farkı; kuyu ağızları yerle birdi. Kuyuların birbirleri ile bağlantıları vardı. Daha sonra kuyu ağızları yükseltildi. Yedi kuyular hem içme suyu aldığımız yerler hem de eğlence yerlerimizdi. O bölgede evler de yoktu. Hıdrellezler genelde burada kutlanırdı. Yine yedi kuyular, gençlerin kaçak rakı içtiği, türküler söylediği bir yerdi. Kuyular halk için çok değerliydi. Su çektiğimiz kovalarımızı sakalar dâhil asla yere koymazdık. Kuyuların suyu kirlenecek diye çok korkardık. Kuyulara sahip çıktığımız gibi aynı zamanda oraları ağaçlandırdık. Su almak için sıraya girerdik. Yedi Kuyular, hiçbir zaman tenha olmazdı. Her zaman sakalar ve su almaya gelenlerle doluydu. Ayvalık’ta Avni Baskın’ın Belediye Başkanlığı dönemine kadar suyla ilişkimiz böyle sürüp gitti. Avni Baskın, şehir suyunu getirince çeşmelerin bir kısmının üzerine içilmez yazıldı. Bunun sebebi belki şehir suyunun alımının yaygınlaşmasıydı. Ama gerçekten de şehir suyu, eski çeşme sularından daha güzeldi.”

Resim 9-49 Yedi Kuyular

Şeytan Sofrası

Osmanlı egemenliğindeki Ayvalık civarında Rumlar yaşarken, Kilise’den kovulan şeytan lakaplı Penolepe adında bir Rum bu tepeye yerleşir. Halk bölgede yaşanan kuraklığı kovulan Penolepe yüzünden olduğuna inanır ve Penolepe’yi öldürmeye karar verir. Bunu duyan Penolepe kendisini halka af ettirmek için kuş sütü bile eksik olmayan bir sofra hazırlar. Zaten aç olan halk ise hazırlanan sofrayı görünce dayanamaz ve sofraya hücum eder. Penolepe’de bu andan yararlanarak oradan kaçar.

 


Resim 9-50 Şeytan sofrasından görüntü

Resim 9-51 Şeytan sofrası

Şeytan Sofrası’nda bulunan ayak izi şeklindeki çukurun şeytanın ayak izi olduğu rivayet edilir. Zeus’un süt annesi İda, şeytanın Zeus’a zarar vereceğini düşünerek şeytanı oradan kovar. Şeytan’ın üç ayağı olduğuna inanılır ve ayağının birinin İda Adası’nda, diğerinin Midilli Adasında sonuncunun ise Şeytan Sofrasında olduğuna inanılır. İnsanlar yıllardır demir korkuluklar ile çevrili bu çukura dileklerinin olacaklarını düşünüp bozuk para atıp, kurdele bağlamaktadır.

‘Şeytan sofrası’ Sarımsaklı yarımadasının en yüksek tepesi üzerinde kurulmuştur. Bu tepenin zirvesinin 4-5 yüz metre karelik bir düzlük olması ve çanağı andırması nedeniyle mahalli kültürdeki gerçek adı 1968 yılına kadar adı ‘Çanaktepe’dir. İTÜ’nün bir güneş tutulmasını en yakın takip edeceği yer olarak 1965 yılında bu tepeyi seçmesi yörede o güne kadar çobanlardan başka pek kimsenin dikkatini çekmeyen bu kuş uçmaz kervan geçmez tepeyi Muvaffak Girginkardeşler'in keşfetmesine neden olmuştur. Tepenin turistik potansiyelini farkeden Muvaffak Bey, yetkilileri ikna ederek buraya yol yaptırır ve bir kır kahvesi açar. Muvaffak Girginkardeşler burayı ıssız bir dağ başı olmasından dolayı ‘Şeytan Sofrası’ olarak adlandırır. Daha da ilginç ve orijinal kılabilmek için tepenin üzerinde bulunan 1,5 metre uzunluğunda yarım metre genişliğinde bir kaya oyuğunu su ile doldurur ve üzerini bir kafesle çevirerek ‘şeytanın ayak izi’ olarak adlandırır ve ‘dilek kuyusu’ olarak ilan eder. Şeytan Sofrası’nın yanı başındaki tepenin adı Şeytan Kulakları tepesidir. Tepeye çıkıldığında, tavşan kulağı biçiminde, 3 insan boyu yüksekliğinde iki kaya ile karşılaşırsınız. Dipleri toprakta değil, yatay plakamsı bir kayanın üzerinde durmaktadır. Manzarası harikadır.

 

Resim 9-52 Şeytanın ayak izine atılmış dilek paraları ve bağlanmış dilek bezleri

 

Resim 9-53 Solda Şeytan sofrasında gün batımı. Sağda Sunu[143] kayaları. 

Badavut

Ayvalık sarımsaklı plajlarının bitiminde dağlık bir alan başlar. Virajlı bir yol ile tepeden geçilir ve aşağıya inilince ayrı bir yerleşim yerine gelinir, buranın adı Badavut’dur. MIT kampı Badavut’un hemen yanındaki çam ağaçlarıyla kaplı tepelik alanın içindedir. Badavut plajı kampçılar açısından çok sevilen bir mekân. Badavut plajının bittiği yerdeki Tuz gölünün oradaki kayalıklara Peynir kayalıkları deniyor.

Resim 9-54 Badavut sahili 

Araç ile Peynir kayalıklarına kadar gelebiliyorsunuz sonrasında araç yolu yok. Ama siz biraz daha ilerlerseniz çok daha bakir Kleopatra koyu ile karşılaşırsınız. Genelde araç gelmediği için ıssız olan bu koy belli saatlerde tekne turu yapanların istilasına uğrayabiliyor.


 

Resim 9-55 Üstte Badavut Sarımsak taşı ocakları, altta Badavut’un en batı ucunda tuz gölü.

 

Ayvalık Müzesi

Ayvalık Zeytin Müzesi eski Vakıflar Bankası Fabrikasında 2012 yılında açılmıştır. Müzede zeytinyağı ve zeytinin nasıl üretildiğiyle ilgili bilgiler verilmektedir. Ayvalık merkezde yer alan müzede, bölge coğrafyasındaki zeytinin özellikleri, geçmişten bugüne üretim teknikleri, zeytinciliğe emek vermiş insanlar ve bu insanların aktardığı anılar yer almaktadır.

Resim 9-56 Ayvalık Zeytin Müzesi 

Sağda solda atılmış, tavan arasında unutulmuş, bugün hiçbir işlevi olmayan binlerce belge, doküman, alet-edevat, aksesuar, şişe, etiket, ambar defteri, alacak-verecek kayıtları, yazışmalar, fotoğraflar, mektuplar, tabelalar gibi eşyaları müzede görebilirsiniz.

Küçükköy

Ayvalık Küçükköy (Yeniçarohori) ünlü Cittaslow (Sakin Şehir) kentleri kıvamında bir yer. Bu nedenle Küçükköy için Smart Village, Slow City ve Ekolojik Köy gibi farklı kavramlar kullanılıyor. Eğitim, bilim, sanat ve tasarım odaklı; sürdürülebilir enerji kaynaklarını kullanabilen bir köy olarak konumlandırılan Küçükköy, bir dönüşüm hikayesini gerçekleştirerek Türkiye’de güzel şeyler de oluyor dedirtiyor.

Resim 9-57 Küçükköy Cumhuriyet Kültür Merkezi

Ayvalık’a 7 km, Küçükköy ve Sarımsaklı’ya 1 km mesafede bulunuyor. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında inşa edilen Kültür Merkezi’nin bulunduğu, bölge oldukça sulak, kısmen bataklık. Yapının kıyıyla arasında Ayvalık – Sarımsaklı yolu bulunuyor. 

Küçükköy, Ayvalık ile Sarımsaklı arasında bulunan ve geçmişi 15. yüzyıla dek uzanan bir yerleşim. Fatih Sultan Mehmet Midilli’yi almaya karar verince 1462’de burada yeniçerilere oba kurdurtmuş. Adayı aldıktan sonra da isyanları bastırmak için bir müddet burada ikamet etmeye devam etmişler. Buranın bir yeniçeri yuvası olduğunu gören Rumlar da yerleşime ‘yeniçerilerin yeri’ anlamına gelen Yeniçahori demiş. 

1800’lerde Rumlar da Yeniçarohori’ye yerleşmişler. Bugün ise Yeniçarohori bir Boşnak köyü olarak biliniyor çünkü mübadelede buradaki Rum nüfus ayrılırken, Balkanların çeşitli yerlerinden, ama yoğunlukla Makedonya’dan gelen Boşnaklar buraya yerleştirildi. 1920’lerden 1980’lere kadar burada yaşayan Boşnaklar da daha sonra maddi sebeplerden ötürü evlerini terk edip, 1 kilometre uzaklıktaki sayfiye yeri Sarımsaklı’ya taşınmaya başlamışlar. Köydeki evler terk edilmiş, tek tük yaşlılar kalmış. Son yıllarda köye yeniden dönüş var. Evler restore ediliyor. Özellikle sanatçılar buraya yerleşmeye başladılar. 



Resim 9-58 Küçükköy konutları


Resim 9-59 Küçükköy konutları


Sarımsaklı

Eskiden çok önemli bir turfanda sebze yetiştirme alanı olan Sarımsaklı günümüzde denizi kumu ve yazlıkçılarıyla anılıyor. Ege sahillerinin en uzun plajlarından birine sahip sahilde 22 turistik tesis var. Sahil planlamasında sahilin yarısı turistik tesislere ayrılmışken yarısı da Kamu Kuruluşlarının yaz kamplarına ayrılmıştır.  Yapılaşma üzüntü verici derecede kötü. Ayvalık mimarisini yansıtan bir tane bile yapı bulamazsınız.

Resim 9-60 Sarımsaklı plajı 

Altınova

Eski adı Ayazmend (Ayazmant) olan Altınova Ayvalık’a bağlı 13 kilometre uzaklıkta bir bucaktır.  Adı Rumca kutsal su anlamına gelen Ayazma’dan gelmektedir. Düz bir arazide olduğu için genelde rüzgarlıdır. Sekiz km uzunluğunda genişlik olarak 30 metreye varan kumsalı ile harika bir beldedir. Merkez Mahallesi'nde 15. yüzyıldan kalma pek çok ev bulunmaktadır ve bu evler Ayvalık'taki Rum evlerinden oldukça farklıdır. 2007 nüfus sayımına göre belde de 15.100 kişi yaşamaktadır. Belde geniş tarım arazilerine sahiptir. Özellikle patates üretimi yapılmaktadır. Yaz aylarında birçok yazlıkçıya ev sahipliği yapmaktadır.

14. yüzyılda Karesi beyliğinin sınırları içinde kalan Ayazmend ilk kez 15. yüzyılda Midilli adasının Osmanlılarca alınışı sırasında yeniden tarih sahnesine çıkmaktadır. 1462 yılında Fatih Sultan Mehmed’in Bursa yoluyla Edremit’e geldiği oradan da Ayazmend’a geçtiği, Midilli muhasarası devam ederken gemiyle adaya geçtiği sonra tekrar Ayazmend’a döndüğü söylenmektedir. Piri Reis 1526 yılında bitirdiği Kitab-I Bahriye adlı eserinde bu yöreden ‘Karye-i Şehr-I Ayazmend’ olarak bahsetmektedir. Yerleşimin, 1653 yılında Şeyhülislam Feyzullah Efendiye, 1707 yılında mahlası Hasip olan şair İbrahim Efendi’ye arpalık olarak verildiği bilinmektedir.  1766-1866 yıllarında Ayazmend’da bir kadılık mevcuttur. 1770’lerde Ayazmend voyvodası olarak Osman Ağa’nın adı geçer. 1871 yılında yapılan nüfus sayımına göre Ayamend’de 1.719 Müslüman ve 458 gayri müslim reaya olmak üzere 2.177 yetişkin erkek nüfus yaşamaktadır. 1700’lerin sonlarında Ayazmend nahiyesi, Aydın İlinin İzmir Sancağı Bergama kazasına bağlıdır. Ayazmend’ı 1934’de ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk ovada uçsuz bucaksız sapsarı buğday başaklarını görünce ‘Buranın ismi Altınova olmalı’ demiş ve o günden sonra ismi değişmiştir.

Hacı Bayram Camii

Hacı Bayram-ı Veli camii olarak tanınmaktadır. Bucak merkezinde Cami-i Kebir sokaktaki dini yapı kare planlı içten düz, dıştan dört yana kırma çatılıdır. Kitabesinin ebced hesabına göre tarihlendirilmesi sonucunda 1490-1491 yılında yapıldığı anlaşılmıştır. Duvarları kaba yontma taş ve tuğla ile örülmüştür.  İki sıra taşı üç sıra tuğla tamamlamıştır. Kuzey cephesine de sonraki yıllarda camekan şeklinde bir son cemaat yeri eklenmiştir. Mihrabın bir özelliği bulunmamakta olup, sonraki yıllarda pek çok camide görüldüğü gibi buraya yağlı boya ile bir perde resmi yapılmıştır. Mihrap nişi iki yanda birer sütun ile sınırlanmış, nişin üzerine de alçı kabartma ile altın yaldızlı bitkisel süsler yerleştirilmiştir. Onarım geçiren cami orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. İbadet mekânı iki sıra pencere ile aydınlatılmış olup üst sıradakiler alttakilere göre daha küçük olup onarımlar sırasında bunlar oval şekle dönüştürülmüştür. Bu pencere dizisinin de alttakiler gibi tuğladan yuvarlak kemerli oldukları anlaşılmaktadır. Caminin güneydoğu köşesine 1957 yılında silindirik, tuğladan tek şerefeli bir minare eklenmiştir.

KADI Camii (Şeyh Muyyiddin Camisi)

Küçük cami olarak adlandırılan cami Kadı sokaktadır. Kitabesi günümüze gelememiştir. Bu nedenle ne zaman ve kimin tarafından yaptırılmış olduğu bilinmemektedir. Cami 9.80 X 9.80 metre ölçüsünde kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnağın taşıdığı bir kubbe ile örtülmüştür. Kaba yontma taştan olan cami onarımlar sonunda özelliğini yitirmiştir. Caminin kuzey cephesindeki son cemaat yeri yıkılmış, buraya betonarme olarak üç kubbeli bir son cemaat yeri eklenmiştir. Ayrıca batıdaki oldukça güdük minarenin olduğu yere yerleştirilen minare küçük boyutta olup altında 1953 yılında yenilendiği yazılıdır. Kuzey cephesinin ortasındaki bir kapıdan girilen ibadet mekânın da bulunan mihrap ve minberin mimari bir özelliği bulunmamaktadır. İbadet mekânı alt dikdörtgen, üstte de yuvarlak kemerli pencereler ile aydınlatılmıştır.

Çobanoğlu Hanı

Han, İnönü caddesinde yer alır. Tek katlı avlulu bir planı olan hanın, günümüze yalnızca yuvarlak kemerli girişi ile bunun arkasındaki beşik tonozlu koridoru orijinal olarak gelebilmiştir. Çobanoğlu Hanını kitabesinden öğrenildiğinden göre 1887-1888 yıllarında Osman Ağa yaptırmıştır. Giriş kapısı üzerinde, dört satırlık mermer bir yazıtı bulunmaktadır.

“Sezadır vasfını Osman Ağanın eylemek her dem

Ayazmend sukını ali-himemle eyledi ihya

Didim itmamına cevher feşanla tarih ey Şükri

Yapıldı mirsadında ta misafirhane çok ala

1305 (1887-1888)”.

 

Han Çanakkale – İzmir arasındaki en ünlü Han(misafirhane) ünvanını almış ve uzun yıllar yolculuk edenlere dinlence yeri olmuştur.

Resim 9-64 Çobanoğlu Han 

Han’ın sahibi Ziya Şükrü Şensal 1940 yılında bu Hanı zeytinyağı fabrikası ve un değirmeni olarak değiştirerek zeytinyağı ve un üretimine başlamıştır. 1970’li yıllara kadar Ziya Şükrü Şensal yönetiminde un ve zeytinyağı fabrikası olarak çalışan değirmen bu yıldan sonra Ziya Şensal yönetimine geçerek sadece zeytinyağı fabrikası olarak hizmet vermiştir. Aile Aktepe Zeytinyağı markasıyla üretime devam etmektedir.

Şükrü Bey Hanı

İnönü Caddesinde bulunan Çobanoğlu hanının karşısında yer alan bu yapının kitabesi günümüze gelememiştir. Aynı dönemde Şükrü Bey tarafından yaptırılmış olduğu sanılmaktadır. Hanın kuzey cephesi iki katlıdır ve sonraki devirlerde önüne tek katlı dükkanlar eklenmiştir. Kaba yontma taş ve tuğladan yapılmış olan hanın ikinci katına dikdörtgen pencereler sıralanmıştır. Hanın ortasındaki giriş kapısı taş söveli taştan yuvarlak kemerlidir. Kapının üzerinde “Osmanlı Sigorta Şirketi Umumiyesi” ibaresi ile altına Fransızca “Sociele Generale Assurances Ottomane” yazılmıştır. Buradaki girişten düz ahşap tavanlı bir tavanın örttüğü bir koridor ile avluya ulaşılmaktadır. Avluda alt katı tuğla ayaklı revaklar bulunmaktadır. Hanın diğer duvarları revaksızdır. Avlunun batısında, kenarda yuvarlak kemerli ikinci giriş kapısının yerin bulunduğu mekan büyük olasılıkla ahırlara ayrılmıştır. Avlunun ortasında bir şadırvan olduğu günümüze gelebilen izlerden anlaşılmaktadır. Hanın kuzey cephesindeki ikinci kata çıkılan merdiven açıklıkları örülmüştür.


Resim 9-65 Solda Şükrü Bey Hanı avlu kuzey kanadı.

 

Beş Yatırlar Türbesi (Kümbet)

Belde mezarlığı içerisinde yer alan ve "Asar-ı atika" diye anılan türbe, eski dönemlere ait taş sütunların yanı başında ve beş adet mezardan oluşmakta. Bu yüzden Beş Yatırlar Türbesi olarak anılmakta. Yatırların kime ait olduğu ise bilinmiyor.

Resim 6-66 Beş Yatırlar (alıntı: Arkeodenemeler.blogspot.com)

Kiliseler

Beldede geçmişte yaşayan Rumlara ait şimdi izine bile rastlanmayan iki kilisenin mevcudiyeti bilinmektedir. Bunlardan biri Ayvalık’tan gelişte Altınova girişindeydi ve Agio Paraskevi’ye adanmıştı. Bu kilisenin haçları kilisenin içindeki kaynak suyuna atılır ve çıkarıldıktan sonra haçın üzerindeki su damlacıkları bir kasede biriktirilirmiş. Bu sular daha sonra din adamları tarafından sokaklarda dolaştırılarak kiliseye yardım karşılığı evlere serpiştirilirmiş. Beldenin adı, Din görevlilerin bu suyu dolaştırıken ‘Ayazmant suyu’ diye bağıramalarından geliyormuş.

Kum Adası

Altınova İskelesi civarında bulunan doğal yarımada, iki kilometre kadar uzanıyor. Doğal bir mendirek yani dalga kıran görevi de gören yarımadaya 450 metrelik bir iskele ile ulaşılabiliyor.

 


Resim 9-67 Kum adası

Aşıklar Şelalesi (Nebiler Şelalesi)

Dikili-Ayvalık Karayolu üzerinde Nebiler ve Gökçeağıl köyü tabelasından sağa döndükten sonra, yol boyunca 3 kilometre ilerlemek gerekiyor. 3 km sonunda görülen şelale tabelasından sola, stabilize bir yola geçiliyor. 800 metre bu yolda ilerledikten sonra şelalenin de içerisinde bulunduğu tesisin girişine ulaşılıyor. Altınova’dan 10 km uzaklıktaki doğa mucizesi şelale ve mağara üzerinden küçük damlalar halinde tıpkı bir insanın ağlaması gibi damlayan su tanecikleri etkileyici bir görünüme sahip. Bu mağara deniz seviyesinden 271 metre yükseklikte. Yürümeye gücünüz kalırsa, 900 metrede Ece Çağlayanı, 1300 metrede ise Sümeyra Şelalesi ‘ni de görmek mümkün.

Resim 9-68 Aşıklar Şelalesi

Bir rivayete göre, peri padişahının kızı Sümeyra, civar köylerden Yörük Ali’ye gönlünü kaptırır. Yörük Ali de Sümeyra’ya. Ne var ki peri padişahı kızını bir ölümlüye vermek istemez ve bu aşka izin vermez. İki aşık çaresiz kalır. Nebiler vadisindeki koca çınarın altında her gün gizlice buluşur, hasret giderirler. Sonra da birbirilerine sarılır saatlerce ağlaşırlar. Bunu öğrenen peri padişahı bu aşka son vermek için askerleri ile birlikte aşıkların peşine düşer. Amacı Yörük Ali’yi öldürmektir. Tam onları yakalamak üzereyken koca çınar yarılır ve aşıkları içine alır. Bu mucize karşısında peri padişahı insafa gelir. Ancak aşıklar aşklarının sonsuza kadar sürmesi için tanrıya dua ederler. Tanrı da onları kayalıklardan akan bir şelaleye çevirir. Aşkları sonsuza kadar sürer. Kızını sonsuza kadar kaybeden peri padişahı şelalenin yukarısındaki mağaraya çekilir, gözyaşları döker. Ağlama seslerini duyan çevre sakinleri mağaraya “Ağlayan Mağara” adını verir.

 

Macaronia (Nimet Hanım) Çiftliği

Levantenlerin Toprak Edinmesi ve Baltazziler

Batı Anadolu topraklarına yerleşen Levantenler ticari faaliyetlere imtiyazlar alıp zenginleşirken 1867 yılında çıkan Yabancılara Toprak Edindirme Kanunuyla birlikte geniş arazilerin de sahipleri olacaklardır. Bu kanundan sonra Batı Anadolu topraklarında, İngilizler ve Levantenlerin satın aldıkları 2,8 milyon dönüm arazi yanında, diğer azınlıklar olan Rum, Ermeni ve Yahudilerin almış oldukları topraklarla beraber toplamda 5-6 milyon dönüm toprağın satıldığı görülmektedir. 1853-1897 yılları arasında Osmanlı’nın birçok savaşına katılan Ege halkı bu dönemde 200.000 şehit, bir o kadar da yaralı ve sakat vermiştir. Osmanlı ve Türk halkı yorgun ve parasızdır. Osmanlı’nın son dönemlerinde mali yapısındaki krizler nedeniyle, para karşılığı toprakların el değiştirmesi çok kolay olmuştur. Hem de dönümü 1-1,5 İngiliz Sterlini gibi komik rakamlara. Baltazzi ailesi Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde etkin olan, Osmanlı bankasını kurmuş olan ailelerden biridir. Kayıtlarda Baltazzi adının yanı sıra Baltacı/ Baltacızade/Baltacıoğulları olarak da anılırlar. İstanbul Beyoğlu’nun daki mülklerin neredeyse yarısı bu ailenin kontrolündeydi. Baltazziler Venedik kökenli bir ailedir. Venedik’in tarih sahnesinden silinmesinin ardından Avusturya uyruğuna girmişlerdir. Birçok değişik kaynakta İtalyan, Avusturya ve Rum asıllı olarak gösterilmelerine rağmen aslen İtalya Trieste kökenlidirler. Aile bu kentten çıkmış ve daha sonra gelişen olaylarla Avrupa’nın hemen hemen her bölgesiyle ticari ilişkileri olmuştur. Özellikle İzmir, İstanbul, Aydın, Menemen, Aliağa, Bergama, Ayvalık ve Edremit’te ticari faaliyetler yapmışlar, Aydın, İzmir, Bergama ve Aliağa’da geniş arazilere sahip olmuşlardır. Baltazzilerin Rum olarak anılmasının sebebi ise 1866 yılında İzmir’de doğan Georgias Baltazzi’dir. Liseye kadar eğitimini İzmir’de tamamlayan Georgias üniversite eğitimi için Atina’ya geçer ve orada kalır. 1902 yılında Yunan milletvekili, 1908 yılında Dışişleri Bakanı olur ve bu görevini 1922 yılına kadar sürdürür. Eylül 1922 yılında Altılar Davası olarak anılan davada yargılanmış ve idam edilmiştir.

Baltazzi’ler İzmir’de

Baltazzi ailesi 1746 yılında Venedik’ten İzmir’e gelip yerleşmiş Levanten bir ailedir. İzmir’e gelen ailenin ilk ferdi Mario Baltazzi’dir. Mario Baltazzi’nin oğlu Evangelos Baltazzi (1748-1809) 1818 yılında ünlü banker ailesi Mavkordatoların kızı Vierrou (Ioanes) ile İtalya’da evlenir ve on çocuğu olur. Osmanlı’da Galata semtinde yerleşmiş olan sarraf adı verilen ilk bankerler faaliyetteydiler. Bu bankerlerin çoğu İtalyan ailelere mensuptular. Evangelos’un çocukları arasında Emmanuel (Manolaki) Baltazzi ile Theodor Baltazzi İstanbul’da bankerlik faaliyetlerinde bulunan kardeşlerdir. Baltazzi Ailesi İzmir’e gelince önce deniz ticaretiyle ilgilenirler ve başarılı olurlar. Aile İzmir’e yerleşir yerleşmez Osmanlı üst yönetimi ile iyi ilişkiler kuracaktır. İlk temas Emmanuel Baltazzi tarafından olacak, Sultan II. Mahmut’tan bir yabancı olmasına rağmen ilk mülk edinme fermanını alacaktır. Diğer iki örnek ise; İzmir’e 1850 yılında gelen Padişah Abdülmecit Han’ın Baltazzi ailesinin Bornova’daki köşklerini ziyaret etmesi ve 23 Nisan 1863 yılında İzmir’e gelen Sultan Abdülaziz’in Buca’daki köşklerinde misafir olmasıdır. Baltazzilerin bu köşkünde anne tarafından akrabaları olan Maria Vetsera’da[144] kalacaktır. Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’e geldiğinde yine bu köşkte kalacaktır. Bu bina Cumhuriyet döneminde okul olarak kullanılmıştır.

Resim 9-69 Baltazzi’lerin Buca’daki evinin eski hali 

Aile bu dönemde İzmir’den İstanbul’a taşındı çünkü bankerlik piyasası Galata idi. Ailenin Osmanlı’yla ilk ticari teması Emmanuel Baltazzi’nin Şirket-i Hayriye’nin yüzde on hissesinin sahibi olmasıyla başlar. Bu hisseler şirket gemilerini İngiltere’den herhangi bir kar elde etmeden getirdiği için aileye bedelsiz olarak Sultan fermanıyla verilecektir.

Baltazziler ve Dersaadet Bankası

İstanbul ve İzmir’de deniz ticaretiyle zenginleşen aile 1840’lı yıllarda Osmanlı’nın ilk bankası olan Dersaadet Bankası’nı kurarak çöküş sürecine kadar Osmanlı’yı kredileriyle destekleyeceklerdir. Aile Osmanlı sultanlarıyla kurmuş olduğu yakın dostluktan dolayı Galata Bankeri olarak uzun yıllar Osmanlıya maddi destekler sağlayacaktır. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte aile mali olarak sıkıntıya girecektir. İstanbul Bankası’nın kuruluşunda iki ana Levanten aile vardır. Bunlar Fransa ihtilalinin ardından Osmanlı’ya sığınan Fransız Alleon ailesinden J.J. Alleon ve Baltazzi ailesinden Emmenuel ve Theodor Baltazzi kardeşler dir. Kurulan bankanın sermayesi 50.000 kese olup, 30.000 keseyi iki aile, 20.000 keseyi Osmanlı Devleti karşılayacaktır. Bankanın kuruluş amacı kambiyo istikrarını sağlamak içindir. Galata bankerlerinin düzensiz faizler ortaya koymasından dolayı Osmanlı sık sık zorluklara düşmektedir. Maliyenin bozuk yapısı, devletin sürekli savaşlara girmesinin etkisi yüzünden ekonomik istikrar sağlanamamaktadır. Osmanlı 1 sterlini 110 kuruş üzerinden sabitleyerek İstanbul Bankası üzerinden Avrupa’ya borçlanacaktır. Banka Osmanlı’nın taahhütlerini yerine getirememesi üzerine 1852 yılında kapanır. İstanbul Bankası kapanınca yerine İngiliz sermayeli Bank-ı Osmani (Ottoman Bank) 1856 yılında kurulacaktır. Banka Fransız menşeli Mayer Amschel Rothschild’in ortak olmasıyla 1863 yılında Bank-ı Osmani-i Şahane adını alacak ve varlığını 2001 yılında Garanti Bankasına devir oluncaya kadar devam ettirecektir.

Baltazziler ve Aliağa

Emmanuel Baltazzi’nin küçük oğlu Demosthene Baltazzi ailenin tarımsal üretimini idare ediyordu. Ailenin İzmir ve çevresindeki büyük çiftliklerini yönetmekteydi. Arkeolojiye meraklı Demosthene çiftliklerinin arazisinde bulunan Kyme ve Myrina antik kentlerinde arkeolojik kazılar yapmıştı. Arkeoloji Müzesi Müdürü Osman Hamdi beyin yakın arkadaşıydı. 1900 yılında vefat etti.

Aliağa İlçesi 1890 yılında Aydın Vilayeti Salnamesine göre, Menemen’e bağlı bir köydür. 101 hanede 801 nüfus yaşamaktadır. Aliağa Çiftliği olarak anılan küçük yerleşim Baltacızadelerin (Baltazzi) elindeydi. Bergama-İzmir yolu Aliağa’dan geçmekte, ticari mallar Bergamalı deveciler tarafından taşınmaktaydı. Bergama-Soma arasında demiryolu yapılınca deveciler buna karşı çıkmış ve malları deniz yolu üzerinden İzmir’e nakil etmeye başlamışlardı. Mallar yaz aylarında Aliağa İskelesine götürülür, buradan İzmir’e deniz yoluyla giderdi. Bu ticaret Baltazzi ailesine yaramış ve bu bölgede yalnız bu ailenin adı geçer olmuştur. Kısa zamanda Menemen’de, Bergama’da ve Batı Anadolu’da geniş topraklara sahip olmaya başlamışlardır. Her türlü ticari faaliyet bu ailenin denetimindedir artık.

1875’li yıllarda Osmanlı uyruğuna geçen Baltacızade’nin eşi Eliza Baltacı vefat edince varisi olmadığından topraklar devlete kalır. Devlet bu toprakları satılığa çıkarır ve 1913 yılına gelindiğinde Balkan Savaşının ardından ilk göçmenler Aliağa'ya gelip yerleşmeye başlar. Yine 1899 tarihli Ahenk Gazetesi Aliağa Çiftliği İskelesi ve Baltazziler ile ilgili bir haber yayınlayacaktır: Menemen merkezine 3-3,5 saat mesafede olan ve ilçenin kapısı olarak nitelenen Aliağa Çiftliğinde Baltacızadeler tarafından inşa ettirilmiş bir iskele vardır. Bu iskeleye yanaşan gemilerle hayvan ve saire ihracat ve ithalatı yapılmakta, dolayısıyla Baltacı ailesi iskele vergisi olarak ciddi paralar kazanmaktaydı.

Baltazziler ve Ayvalık Çanı

Baltazzi ailesi 1875 yılında İzmir körfezi ve çevresinde vapur işletme hakkı için Osmanlı yönetimine teklifte bulunur. 25 yıllık imtiyaz isteyen Baltazzi ailesi kurulacak vapur işletmesiyle Karşıyaka, Menemen, Göztepe, Karataş, Urla, Foça, Çandarlı, Dikili ve Ayvalık’a kadar iskeleler kuracaktır. Fakat bu teklifleri uygun bulunmaz.

Emanuele Baltazzi (1790-1855) ile Caterina J. Petrocochino (ölümü 1864) evliliğinden 10 tane çocuk doğacaktır. İlk çocukları Spiridone Baltazzi (1826-1867) Smaragda S. Karatheodori (1830-1899) ile evlenecektir. Fotoğraf Smaragda S. Karatheodori. Smaragda kocasının ölümünden sonra Macaronia Çiftliğinin tek sahibi olarak kalacaktır. 29 Nisan 1899 tarihinde ölümüne yakın, amcası Alexandre Caratheodory’e bir mektup yazar ve öldüğünde çiftliğin işletilmesi veya satışı için onu vasi tayin ettiğini bildirir. Çocuğu olmayan Smaragda’nın Ayvalık’ta ‘Kato Hora’ mahallesinde bir evinin olabileceği kesin olmamakla birlikte söylenmekte, ama burada ticaret yaptığını bir belgenin fotoğrafından biliyoruz.

 

Cunda çanının Baltazzi ailesi tarafından döktürüldüğü kesindir... Nasıl ve kimin tarafından döktürüldüğü ise aile üyeleri tarafından bile kesin olarak bilinmemektedir…

·       Birinci olasılık Aliağa’daki Baltazzi ailesi tarafından Panagia Kilisesine hediye olarak döktürüldü. Aliağa’da yerleşik olan Baltazzilerden, Aristide Baltazzi tarafından döktürülmüş olmalıdır. Bu olasılık en güçlü olan olasılıktır. Çünkü çanın üzerinde Aliağa ibaresi de bulunmaktadır…

·       İkinci olasılık ise kocası Emanuele Baltazzi adını yaşatmak için karısı Smaragda tarafından döktürülmüş olabilir. Ailenin son üyelerinden merhum Alex Baltazzi bu varsayımı belirtmektedir. Bu olasılığı ailenin Macaronia Çiftliğinde uzun yıllar yaşayan ve Ayvalık’la ticari ilişkileri bulunan Baltazzilere bağlamaktadır.

·       Üçüncü bir olasılık ise Baltazzilerin her iki aile üyesinin birden ortaya para koyup çanı beraber döktürmüş olmasıdır. E.A. Baltazzi ibaresi Emanuele–Aristide Baltazzi’ye denk gelebilir. Birbirine yakın coğrafyalarda geniş arazilere ve ticari ilişkilere sahip bu aileler Osmanlı Rumlarına bu jesti yapmış olabilir…

Aliağa’ya yerleşmek ve ticaret yapmak isteyen 4.000 kadar Rum Cemaati ile Baltazzi ailesi arasında toprak yüzünden çıkan tartışmalar Osmanlı yazışmalarına kadar yansımıştır… Ticari faaliyetlerle ve bazı ailevi bağlarla Rumlarla yakın ilişkisi olan Baltazzi ailesi, Cunda’nın en yüksek yerinde yapılan görkemli kilisenin çanını hediye ederek ilişkilerini pekiştirmek istemiş olabilirler…

 

Resim 9-70 Macaronia çiftlik evi. 


Resim 9-71 Çiftliğin sahibi Bayan Spiridone Baltazzi ve sağda Macaronia çiftliği Florence yolu

Kabakum’da bulunan ‘Macarunia’ adı verilen çiftliğin sahibi levanten Spiridone Baltazzi (1826-1867) idi. Üsteki resim aileden Mary’e ait.  Spiridone Baltazzi 28 Mart 1865 tarihli resmi izin belgesiyle Ayvalık’ta bir iskele yaptırmıştı. Bu şekilde Rus ve Aziziye Şirketi gemilerinin 15 günde bir şehre gelmesi sağlanmıştı. İskelenin yapımının ardından Osmanlı Hükümetinden gümrük, güvenlik ve depo oluşturmasını talep etmiş ve bu talebi de iskelenin yanına yapılmıştı. Böylece çalışan bir liman oluşmuştu.  Kocasının ölümünden sonra çiftliği eşi Smaragda işletecektir.

Baltazzi ailesi Ege’nin en büyük çiftliklerine sahipti. Ayvalık (Macarunia), Foça, Aliağa, Menemen, Bergama, Turgutlu, Söke, Akhisar, Tire, Bornova ve Buca’daki çiftliklerinin arazisinin toplamı 120.000 hektardan fazlaydı.

Resim 9-72 Kabakum’daki Çiftliğin tam karşısında Midilli adası 

1874 yılında Smaragda Baltacı’nın topraklarına göz kulak olması amacıyla Asimaki İlyopulo adında kökeni Mora’ya dayanan bir Rum kahya atanmıştı. İkili arasında 1890 tarihinden itibaren başlıyan sorunlar, Asmaki İlyopulo’nun 1900’lü yılların başında kahyalık yaptığı tüm çiftlikleri satın alarak kahyalıktan toprak sahipliğine geçmesi ile çözüldü. Çiftliği aldıktan sonra tahıl ve zeytincilik tarımını önemli ölçüde geliştiren İlyopulo Karaosmanoğlu ve Baltazi ailelerinden farklı olarak toprağa yatırım yapması sonucu büyük ölçekli ticari tarım uyguladı. Oğullarının birini Belçika’ya diğerini İngiltere’ye ziraat yüksek tahsile gönderdi. Kendiside aynı zamanda İngiltere’nin Konsolos Yardımcılığı görevini yaptı.Tarım faaliyetlerine de 1914 yılına kadar sürdürdü.


YUNAN KÜLTÜRÜNDE ZEYTİN VE THALES

Antik Yunan'da yedi bilgeden biri kabul edilen Solon'un koyduğu kanunlara göre zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulanır. Tıp biliminin kurucusu sayılan Hipokrat, yıkanamayanlara, hiç olmazsa zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önerir. Jimnazlarda spor yapan atletler, kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanırlar. Her ne kadar meşale kullanılmaya başlamışsa da, zeytinyağıyla yanan kandiller, evlerin vazgeçilmez eşyasıdır. Olimpiyat kahramanları, zeytin dalından taçlarla onurlandırılır. Keza Panathenai Şenlikleri'nde birinci olan araba sürücüleri sadece zafer değil, Akropolis'teki kutsal zeytin ağaçlarından üretilen zeytinyağıda kazanırlar. Antik Yunan'da günlük beslenmenin en değerli parçası zeytinyağı ve zeytindir.

Antik dönemde zeytin ağacının sert odunu mimarı yapılarda ve alet yapımında kullanılırdı. Yunanistan kıtasının en önemli ihracat ürünüydü. Atina Sparta savaşları sırasında Spartalıların rakiplerinin ekonomik gücüne darbe vurmak için yaptıkları ilk şey Atina’nın zeytin ağaçlarını yakmak olmuştu. Zeytinyağının Atinalılar için önemini gösteren başka bir olayda ise zeytin ağacının ürün vermediği bir dönemde şehre 56 bin litre zeytinyağı satan yabancı bir tüccarı Atinalılar onurlandırarak kendilerine başkan seçmişlerdi. Tanrıça Athena’nın bitkisi olan zeytin ağacının sembolü Akropolis’de yetişen ağaçtı. Persler Atina’yı işgal ettiklerinde bu kutsal ağacı yakmışlardı. Ama ölmez ağaç her zaman yeniden doğmuştur. Zeytin ile ilgili başka bir mit de zeytin ağacının Hercules tarafından cennetten getirildiğine inançtı. Homer, zeytinyağından ‘altın sıvı’ olarak bahsediyordu. Hippocrates’e göre antik Yunanistan’da zeytinyağı, başta cilt problemleri, mide ağrıları ve kulak enfeksiyonları olmak üzere altmıştan fazla sıkıntıya derman olarak kullanılıyordu.

Acropolis te kutsal zeytin ağacı

Antik Yunanda zeytin ağacının tüm ritüellerde önemli rolü vardı. Yunanlılar tanrıya kurban vermek için yere zeytinyağı dökerlerdi. Ayrıca Olimpiyatlarda yarışacak atletlerin vücutları zeytinyağı ile ovulurdu. Ayrıca zeytin dalı barışın simgesiydi. Yunanlılar savaşa ara vererek barış görüşmesine başladıklarında kafalarında zeytin dalından yapılma taç takarlardı. Ayrıca olimpiyat yarışlarında kazanan atletlere mükafat olarak zeytin dalından taç verilirdi. Zeytin ağacı Yunan geleneğinde zenginlik, güzellik, akıl ve bereketi temsil ederdi.

Thales ve Zeytin Rekoltesi Tahmini

 Thales (MÖ 624 – MÖ 546) yılları arasında yaşamış Milet’li tüccar, denizci ve bilgindi. İlk filozoflardan olduğu için felsefenin ve bilimin öncüsü olarak adlandırılır. Ticaretle uğraşmış ve bu nedenle Mısır'da bulunmuştur. Bilinen ilk bilimsel eseri MÖ 547 yılında yazan Miletos’lu Anaksimandros’un hocası Thales'di. Thales gün içinde gölgemizin bizimle aynı uzunlukta olduğu zamanı gözleyerek, piramitleri gölgelerine bakarak yüksekliklerini ölçmüştür. Aynı zamanda Nil nehrinin yükselmesinin, rüzgarın ters esmesine bağlı olduğunu bulmuştur. Thales, Mısırlılardan geometriyi öğrenip, geliştirerek Yunanlılara tanıtmıştır. Mısırlılar’dan yılın 365 gün olduğunu, Babillilerden ayın çapının 720 katının, ayın dünya etrafındaki yörüngesinin  çapına eşit olduğunu öğrenmişti.  

İlkbaharda bir gün gökyüzünü gözetlerken o yıl zeytinin bol olacağını tahmin eder Milet kenti ve Sakız adası civarındaki bütün zeytin sıkma preslerini düşük fiyatla kiralar. Hasat mevsimi gelince tüm preslere ihtiyaç duyulur ve Thales onları istediği fiyattan başkalarına kiralar. Bu şekilde Thales filozofların da isterlerse zengin olabileceklerini ancak onların tutkularının başka bir yönde olduğunu ispat etmek istemiştir. Bu hikayenin diğer önemi ise onun döneminde Milet ve Sakız çevresindeki zeytin işliklerinin varlığını göstermesidir.

Resim 9-73 Zeytin değirmeni 

Lidyalılar ile Medler son beş yıldır birbirleriyle savaşıyorlardı. Savaşın altıncı yılında (28 Mayıs MÖ 585) Thales’in bir yıl öncesinde haber verdiği gibi güneş tutulup da ortalık kararınca Lidyalılar ve Medler bunu Tanrılardan gelen barış mesajı olarak yorumladılar ve savaşa son verdiler. İşte doğu ile batı arasında bu kadar fark vardı. Birisi bir yıl öncesinden güneş tutulmasını tespit edebilmekte diğeri ise gerçekleştiğinde bile ne olduğunu anlayamamaktaydı.

Thales’in yılı, mevsimlere ve 365 güne böldüğünü söylerler. Bunu Mısır’dayken öğrenmiş olabilir. Mısırlılar zaten biliyorlardı. Thales, Küçük Ayı yıldız kümesine işaret etmişti. Ama ondan önce Fenikeli denizciler, denizde yönlerini Küçük Ayı yıldız kümesine göre belirlerdi. Thales, Güneş çapının, gök çemberinin 720’de birine eşit olduğunu hesaplamıştı. Ama bunu Babilli kahinlerde bildiklerine göre oradan Miletos’a geçmiş olabilir. Thales, güneşin tutulacağını önceden hesaplamıştı. Ama bunu Babilliler de biliyorlardı. Yunanlılar arasında geometriyi ilk öğrenmeye başlayan Thales olmuştu. Ama geometriyle Mısırlılar da uğraşırlardı. Dünyanın kara kısmının, tahta bir sal gibi suda yüzdüğünü söylerdi. Su yeri salladığında depremler olurmuş. Babilli kahinlerde Dünyanın su deryasından doğduğunu söylemişlerdi.

Peki Thales’in yeniliği neredeydi? Thales, Mısır’da, Babil’de, Fenike’de yüzyıllar boyunca biriken fikir ve bilgileri derleyip toplamış, Milet’e getirmişti. Thales bu uğraşının ötesinde Dünyadaki olaylara yeni bir açıdan baktı. Ondan önce Yunanlılar doğayı ve dünyanın temel maddesini; mitoloji, Tanrılar ve kahramanlarla açıklıyorlardı. Thales doğa olaylarının nedenlerini insan biçimli Tanrılardan çok doğanın içinde aramıştır. Mısırlıların aksine onun için güneş artık tanrı değildi. Oysa Mısırlılar için yerle gök tanrılardı. Thales, Mısırlı kahinlerin öğrencisi olmuştu, fakat öğretileri kendisine göre yorumlamıştı. Mitolojik açıklamalar ile ussal açıklamalar arasında bir köprü kurmuştur. Asıl hizmeti de budur. Thales doğada her şeyin terkibinde bulunan maddeyi aramış ve sonuçta ortak maddenin su olduğuna karar vermişti. Su herşeye hayat veriyordu ve su olamayan yerde hayat da yoktu. İlk öğe olduğundan dolayı toprağın suyun üzerinde bulunduğunu ve dünyanın su tarafından taşındığını söylemiştir. Bütün doğa olaylarını katı, sıvı ve gaz hallerinde bulunabilen bir tek maddenin suyun değişimleri biçiminde açıklamaya çalışmıştır. Eski Yunan geleneğine göre ilk doğa filozofudur. Thales’in görüşleri öteden beri soyluların egemenliğini kutsallaştıran eski dine indirilen bir darbe olmuştu. Thales, kökü tanrılara dayanmayan, köle sahibi yeni zengin insanlardan, yani tüccar ve denizcilerdendi.

 

Zeytin Bilgelik ve Zaferdir

 Athena, Zeus’un hem kızı hem de en yakınındaki ilâhedir ve bu nedenle imtiyazlıdır. Atina kenti ise Olympos hiyerarşisinin en temel merkezidir, pay-i tahttır. Zeytin, bekâreti ve arılığı temsil eder. Eski Yunan’da, zeytini yalnızca bâkireler toplayabilirdi. Bâkire olmayanlar bu meyveye el süremezlerdi. Zeytin bu denli kutsanmıştır. Athena da bâkiredir ve arılığı temsil eder. Sistemin ona biçtiği rol, bekâreti temsil etmesidir. O nedenle, Athena ilk zeytin ağacını yeşertir. Yine Kadim Yunan’da ĺncir (Sikas) ve Buğday (Sitari) da kutsal bâkireliği temsil ederler.

"Kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır" Bu cümle, Antik Yunan'da zeytin ve zeytin ağacının kutsallığını gösteren kanıtlardan yalnızca biridir. Antik Yunanlılar'a göre, kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır. Bunun dışında M.Ö. 8'inci yüzyılda yaşadığı sanılan Homeros'un kaleme aldığı destanlar, zeytin ağacı ve zeytinyağına ilişkin zengin tasvirler ve benzetmelerle süslüdür. Bu kutsal ağaç tüm mitolojilerde ölümsüzlüğün simgesidir. Bugün Anadolu'nun Ege kıyılarını ziyaret eden yolcu, Homeros'unda gölgesinde oturduğu zeytin ağaçlarının altında dinlenebilir ve bu yaşlı bilge ağacın kulağına şöyle fısıldadığını duyabilir: Dünya üzerinde yetişen ağaçların ilkidir.

  • Yunan mitolojisinde tanrıça Athena’nın hayatını sürdürebilmesi için zeytin ağacını sürekli görmesi gerekiyordu.
  • Kimi tanrıların da zeytin ağacının altında doğması gerekiyordu.
  • Sezar başında zeytin ağaçlarından yapılmış taçla halkın karşısına çıkardı. Gerçek nedeni tepesi açılmış başının kelini örtmek içindi.
  • Olimpiyatlarda kazanan kişiye zeytin dalından yapılmış taç takılırmış.
  • Herkül’ün silahı zeytin ağacındandır.
  • Zeytin ağacına zarar verenler ölümle cezalandırılırdı.
  • Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği haç zeytin ağacındandır.
  • Hz Davut, Abuşalomdan kaçarken Kudüs’ün doğusundaki zeytinlik dağının yamaçlarına tırmanmıştır.
  • Eski Yunan’da kutsal ağaç olarak kabul edilip zeytin tarımının sadece iyi ve dürüst insanlar tarafından yapılmasına izin verilmekteydi.
  • Zeytin ağacına zarar verenler ölümle cezalandırılmaktaydı.
  • Zeytinyağının dinsel törenlerin kutsal lambalarında yakılmaktaydı.
  • Kralların ve yeni doğan bebeklerin kutsanmasında kullanılmaktaydı.
  • Zeytin ağacı akıl ve zaferin, zeytin dalı barışın, zeytinyağı da saflık ve sadeliğin sembolü sayılmaktaydı.


POSEİDON İLE ATHENA’NIN YARIŞMASI

Yunan mitolojisinde Zeus’tan sonra gelen en büyük tanrı olarak kabul edilen denizlerin, depremlerin ve atların tanrısı Poseidon, Zeus ve Hades’in kardeşiydi.  Olympos Dağı’nda tanrılar kura çekerek yerlerini belirlerken Zeus’a gökyüzü, Poseidon’a ise denizler düştü. Poseidon’un diğer bir ismi ‘dünyayı sarsan’dır. Çünkü depremlere yol açabiliyordu. Üç dişli zıpkınını kullanarak fırtınalara sebep oluyor, dalgalarla felaketler yaratabiliyordu. Deniz canlıları onun emrindeydi. Ayrıca toprak kaymalarına ve sellere sebep olabiliyordu. Yönetici Zeus dışında kimseye karşı sorumluluğu yoktu. Poseidon için kendi egemenlik alanları yetersizdi. Daha fazlasını istiyordu. Poseidon, Atina Kenti için Athena ile çatışmaya girdi. Bu çatışmadan önce de Poseidon, Zeus ve Metis’in kızı olan yeğeninin etkisini kırmak istiyordu. Poseidon, Olympos’taki tanrılar arasında en zeki olanıydı. Athena ise bilgelik tanrıçasıydı. Poseidon denizlerin tanrısıydı ve okyanusun yalnızca kendi yaratıklarına ait olmasını istiyordu. Athena ölümlülere gemi yapımını öğreterek Poseidon’un bu isteğini engelledi. Ayrıca Poseidon vahşi ve güzel olan atların da yaratıcısıydı. Athena ölümlülere atın evcilleştirilmesini öğreterek Poseidon’u yine kızdırmıştı. Bu nedenle bu iki tanrı arasında ciddi çekişmeler yaşanmaktaydı.

Zeus Attika şehri için bir yarışma düzenler. Yarışmaya göre üstü insan altı yılan biçimindeki Kekrops’un kurduğu Attika şehrine en değerli armağanı verecek olan, kentin koruyucusu olacaktır. Yarışmaya Zeus’un kızı Athena ile Zeus’un kardeşi deniz tanrısı Poseidon katılır. Üç dişli mızrağını bir kayaya saplayan Poseidon denizden, insanları uzak yerlere götürerek savaşlar kazanacak görkemli bir at çıkarır. Bu at ağır yükleri taşıyabilecek ve savaşlarda çok büyük yararlılık gösterebilecek güçtedir. Athena ise mızrağını yere saplayarak topraktan bir zeytin ağacı çıkarır.  Halk Athena’yı seçer ve böylece kente Athena’nın adı verilir. Bu yalnızca at ile zeytin ağacı arasında yapılan bir seçim değildir. Halkın bu seçimi aynı zamanda göçebelik yerine yerleşikliği, savaş ve talan yerine barış ve uygarlığı seçmesidir. Barışın simgesi olan zeytinin, savaşın simgesi olan ata üstün gelmesidir. Aklı, bilimi ve sanatı temsil eden tinsel parlaklığın tanrıçası Athena'nın en belirgin simgesi kendi yarattığı ağaç olan zeytinin dalıdır. Başka bir efsaneye göre ise savaşçılar tarafından özel olarak korunan bu ağaç, MÖ 480'deki Pers işgalinde Akropolis'le birlikte yakılır. İşgalden sonra Akropolis yıkıntıları arasında kalan zeytin ağacı filizlenir, yeniden canlanır ve sürgünleri tüm Yunanistan'a ekilir. Bu nedenle tüm zeytin ağaçlarının, Athena'nın yarattığı bu ilk zeytin ağacından çoğaldığı söylenir. Resimde, Atina Akropolis’deki kutsal zeytin ağacı gözüküyor. Zeytin ağacı, bereket ve barışın temsilcisi tanrıça Athena’nın insanlara bir armağanıdır. Zeytin ağacının altında doğmuş olmak Antik Yunanlılara göre, kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işaretiydi. MÖ 8. yüzyılda yaşadığı sanılan Homeros’un kaleme aldığı İlyada destanı zeytin ağacı ve zeytinyağına ilişkin zengin tasvirler ve benzetmelerle süslüdür. 

Yunan mitolojisinin önemli Tanrılarından olan Athena dişil olmasına rağmen eril ilke ile birleştirilmektedir. Zeus’un başından doğması ve annesinin akıl tanrıçası olması nedeniyle doğrudan akıl ile ilişkilendirilmiştir. Athena, Zeus’un aklıdır. Yeryüzüne egemen olan göksel kültürün zekasıdır. Yunan kültürünün fikridir Athena. Akıl kültürel toplumlarda kesinlikle erkekle özdeşleştirilmiştir. Bu özdeşleştirme Yunan toplumunda en üst düzeyini yaşamıştır. Kadınlarla ilişki kuran erkeklerin bedensel hazları nedeniyle aklının kirlendiği inancı Yunan felsefesinin en temel savlarından biriydi. Kadın beden, erkek ise akıldı. Çocukluk bile yaşamayan Athena erkeğin kafasından çıkan mantıktır. Zeus’un kafasından bir savaşçı kılığında çıkan Athena savaşın başlangıcı ve habercisidir. Ama hangi savaşın? Zeus’un eşi Metis’i yutarak yok etmesi kadının aklının alınması ve erkeğe nakledilmesidir. Gizil ve büyüsel güçlere sahip kadın (Metis) yok edilmiş ve yeni doğan kadın (Athena) erkek aklıyla donatılmıştır. Bu olay bir arada yaşamaya başlayan insanların, kadınlara hükmetme mücadelesi ve başarısının mitosudur. Paleolitik dönemde avcı toplayıcı yaşam biçiminde ihtiyaçların büyük bir bölümünü toplayıcılıkla haneye kazandıran kadın, yerleşik ve tarımcı toplumlarda ekonomik olarak değersizlendirilmiştir. Hele insanın, köle kullanımını akıl etmesiyle tamamen ekonomik çarkın dışına itilen kadın eve hapsedilmiştir.

Toplu yaşamda insanlar cinselliği kontrol altına alabilmenin en kolay yolu olarak kadının sosyal hayattan arındırılmasını bulmuştur. Köyler ve evler yapan insanlık penceresiz duvarları kadın için icat etmiştir. Hapishane gibi. Roma dönemi dahil evlerin dışarıya açılan penceresi yoktur, pencereler iç avluya açılır. Erkek egemenliğinden önce uygar dünyaya hâkim olan kadınlar savaş nedir bilmiyorlardı. Savaş bir erkek icadıydı. Artık buna da bir tanrı lazımdı. Savaş tanrısı olarak Athena’yı yarattılar. Ama eril bakışlı bir tanrıça. Athena tam da kadın egemen toplumdan, erkek egemen topluma geçiş ile birlikte ortaya çıkmıştır. Athena’nın Zeus’un başından doğmasının bir başka anlamı da doğurganlığın kadının tekelinden çekip almaktır. Aslında doğum biyolojik olarak kadına özgü kalsa da erkeğin kontrolüne girmiştir. Kadının cinselliğini kontrol altına alma isteği egemen olan cinsiyetin diğerini yutmasını sağlamıştır. Yutarak onun doğurmasını engelleyen Zeus kadın cinselliğinin de erkek aklı tarafından kontrol edilmesini sağlamıştır.

Athena, nefret ettiği Medusa’yı Perseus’a öldürtmüştür. Burada birbirinden nefret eden iki zıt kadın karakter vardır. Alımlı, güzel, genç, bakire, akıllı tanrıça Athena ve çirkin, ölüm kadar karanlık, yılan saçlı Medusa. Medusa, toplumun bilinçdışına yansıyan kadın imajıdır. Medusa antik Yunan toplumundaki ataerkil toplumun kadın imajıdır. Medusa evcilleştirilmemiş kadındır. Bu nedenle yok edilmelidir. Kültür toplumu bu kadın tipinden hoşlanmaz. Onun öldürülüp, yeniden yaratılması gerekir. Medusa’nın kafasının kesilmesiyle ölen kadın, Athena’nın bedeninde yenilenmiş haliyle yeniden doğar. Bu bir yerde Paleolitikten bu yana tapınılan, heykeli yapılan, şişman, doğurgan ve besleyici kadının/tanrıçanın ölümü ve daha zayıf, doğurmayan ya da kontrollü doğuran, cinselliği kontrol altına alınmış kadının dünyaya gelmesidir. Çünkü Athena kültür ve savaşın tanrıçasıdır. Athena’nın Medusa’ya karşı verdiği savaş, aklın bedene karşı kazandığı bir zaferle sonuçlanmıştır.      



[116] Bunun örneğini İzmir çıkışında Beşparmak tepesiyle plajlar yolunda Çamlı tepede görürüz.

[117] Bugün Badavut Jandarma karakolunun bulunduğu bölgede yer alan sarımsak taşı bölgenin en önemli yapı malzemesidir.

[118] Gömeç sınırlarındaki Kışla Tepe bu dönemde faaliyet halinde bir yanardağdı.

[119] Angistri adasından 6 km. kuzeybatı yönünde, kuzey doğudan güney batısına kadar uzunluğu 915 m olan küçük bir adadır.

[120] Briseis ile Khryseis

[121] ‘Bu halk zaruret neticesi dağılırsa memlekete yazık olur. Çünkü öteden beri zeytinci olan ve zeytinin imar tımarında, yağ istihsalinde mütehassıs bulunan bu halk dağıtılır ve yerine bu işin acemileri iskân edilirse serveti umumiyeyi teşkil eden zeytinlikler harap ve servet heder edilmiş olur. Bu endişeyi önleyici imkana da malik bulunuyoruz. Önümüz kıştır. Ne yapıp yapıp halkın başını sokacak barakalar yapılmalıdır.’

[122] ‘Zelzele geçti. Hele şu açıkta titreşen vatandaşları da bir çatı altına soksak, olur biter. Bu da geçer yahu!’ demeyelim. Geçmez bu, geçmez. Bir gün Adana’yı sel basar, başka bir gün Erzincan’ı zelzele yıkar, daha başka bir gün limansız Karadeniz kıyılarımız önünde vapurlar batar. Rüzgâra: ‘Esme!’, sulara: ‘Taşma!’, toprağa: ‘Sallanma!’ diyemeyiz. Memleket ve Anadolu davasını, eğitim veya ziraat, kültür veya ekonomi, sanat veya teknik, bütün maddi ve manevi unsurları arasındaki ilişkilerin tamamına ait prensiplerle halletmezsek rüzgâr eser, sular taşar, yer sarsılır ve bütün memleket ve bütün Anadolu, asırlardan beri olduğu gibi, yer yer yıkılır, Erzincan harabesine döner.’

[123] Servet-i Fünun dergisinin 1894 yılı 101 numaralı sayısında Ayvalık için ‘11 mahalle, 1 cami, 12 kilise, 6 manastır’ olarak verilen bilgide bahsi geçen bir caminin Hamidiye Camisi olması kuvvetle muhtemeldir. Hamidiye Camisi’nin bundan sonra adının geçtiği en erken kaynak 1889 Osmanlı Yıllığı’dır.

[124] Yorgala Oteli 1902-1905 tarihlerinde inşa edilmiştir.

[125] Bunlardan biri, Musevilikten dönme Müslüman cemaatin Selanik’te yaptırdığı Yeni Cami’dir.

[126] Başka bir deyişle, ancak padişahın yaptırdığı camiler padişahın adını alırlar.

[127] Özellikle Agios Yannis ve Agios Yorgos kiliseleriyle

[128] İçeriyi girişi sağlayan tonoz, koridor

[129] Köşe Çalığı, Pahlı Köşe, Deve Pahı, Denk Pahı olarak isimlendirilen

[130] İslam sanatında mimari yapılarda kullanılan geometrik bir bezeme çeşidi

[131] Oikonomos, Bizans döneminde, kiliseye bağlı vakıfın emlaklarını yöneten mütevelli heyetinin başkanıdır

[132] 18. yüzyılın sonunda Ayvalık; Taxhiarhis, Agios Dimitrios, Agios Ioannis ve Kimisis Tis Theotokou (Mesi Panagia) mahallelerinden oluşmaktaydı.

[133] 21 Temmuz 1774’te Güney Dobruca’da Küçük Kaynarca’da Rusya ile karşılıklı imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Ruslar, Karadeniz'de donanma bulundurma hakkı elde edecek, Rus gemileri boğazdan daha etkin geçebilecek, Eflak, Boğdan ve Akdeniz'deki tüm adalar Osmanlı Devleti'ne bırakılacak, Osmanlı Devleti Ruslara savaş tazminatı ödeyecek, ayrıca İngiltere ve Fransa'ya verilen kapitülasyonları aynı derecede Rusya'da kullanabilecektir. Küçük Kaynarca Antlaşması Osmanlı Devleti'nin 18. yüzyılda imzalamış olduğu en ağır antlaşmaların başında gelir. Osmanlı Devleti; tarihte ilk kez savaş tazminatı ödemiş, Karadeniz artık Türk gölü olmaktan çıkmıştır.

[134] Osmanlı Devleti'nde Hıristiyan taşra memurlarına verilen ad

[135] 22 Ekim 1770/24 Şubat 1774

[136] Günümüzde sahil tarafında yat limanı, karşısında ise Belediye Parkı’nın bulunduğu bölgedir. Mahalleye adını veren Aziz Nicholas Kilisesi ise mübadele sonrası Biberli Camii olarak kullanımıştır. 1944 depreminde hasar görmüş ve sonrasında bir dönemde yıkılmıştır. Günümüzde yerinde Abdülvahit Sağlam İlkokulu vardır.

[137] Arkada Agios Dimitrios (Halkevi) kilisesinin çan kulesi görülmekte. (Yıl 1907).

[138] Bu ‘Dokuz Günlük Yortu’ Meryem Ana’nın ölümünün yorumlandığı bir yortuydu. 15 Ağustos’ta Meryem Ana’nın öldüğü gün (Koimesis) başlıyor, dokuz gün sürüyordu. 23 Ağustos’ta büyük bir bayramla kutlanıyordu.

[139] En sağda oturan fesli kişi muhtemelen burayı teftiş eden Osmanlı Sağlık Müfettişi Dr. Şerafettin Mağmumi’dir.

[140] Tapınağın ön cephesinde sütun dizisi bulunan plan tipi. Batı Anadolu’da Pergamon’dan başka, Hellenistik Dönem’e tarihlenen Assos’ta ‘Agora Tapınağı’, Magnesia’da mimar Hermogenes’e verilen ‘Zeus Sosipolis Tapınağı’, Didyma’da da Apollon Tapınağı içindeki ‘naiskos’, prostylos plana sahipti.

[141] Bizans ve Ortodoks ikonografisinde kiliselerdeki Meryem betimlerine ve ikonalarına da Panagia denilir.

[142] Mübadele sonrasında bir dönem Müslümanlar da bu mezarlığa defn edilmiştir. Çan kulesinin altındaki kapı hastaneden mezarlığa geçiştir. Çan kulesinin kalıntısı Sakarya İlkokulu binasının arka duvarında günümüze ulaşabilmiştir.

[143] Şeytan sofrasında kayalar tıraşlanıp Tanrılara kurban edilecek sunular için oyuklar açılmış. Ana Kraliçe (muhtemelen Kybele) ve erkeği için bir kaya taht şeklinde oyulmuş.

[144] Maria Vetsera, Ocak 1889 yılında Mayerling Faciası olarak anılan olayın kahramanıdır. Maria Vetsera ile Avusturya Arşidükü Rudolf birbirlerine âşık olmuşlar. Ancak Arşidük Rudolf’un ailesi, Maria Vetsera levanten bir aileye mensup olduğu için evlenmelerine karşı çıkmış ve sonunda Maria Vetsera ile Avusturya Arşidükü Rudolf, Viyana yakınlarındaki Mayerling’de birlikte intihar etmişlerdir. İste bu olay tarihe Mayerling Faciası olarak geçmiş filmlere konu olmuştur.

Comments