10 - CUNDA

 Osmanlı uyruklu Evstratios Drakos adlı Cundalı coğrafyacı, 1895’te yayınlanan ‘Hekatonissos’ adlı kitabında antik çağlarda Hecotonnese denilen ve daha sonra Mosco Nisi adını alan adalara ilk yerleşimlerin Yunan kolonisi olarak kurulduğunu anlatır. Pordosolene antik dönem uygarlığı Lale (Soğan) adasındadır. Bu kent sonradan, Pirgos’ta (Maden Adası) yeniden kuruldu. Yapılan araştırmalar Pirgos’un Roma çağında inşa edildiğini göstermiştir. Nasos (Cunda) antik çağda boğaz köprüsünün Cunda Adası kesimindeydi. Antik şehir bir şekilde yok olduktan sonra Cunda günümüzdeki yerinde inşa edildi. Çıplak Ada ve Pirgos’da (Maden Adası) çok sayıda kalıntılara ve Bizans paralarına rastlanmıştır.

Resim 10-1 Rumların adadaki Vaftizci Yahya manastırı nedeniyle büyük önem verdikleri Tavuk Adası taş rıhtımından Cunda’ya bakış. En tepede şimdi yıkık halde olan Panayia Kilisesi ve çan kulesi uzaktan da olsa seçilebilmekte. (1880)

 Pordosolone (Pordoselene) uygarlığı döneminde Maden adasındaki Nasos (Cunda) antik kentinin kendi bastığı sikkeleri vardı. Bu yerleşimler 6. yüzyılda yıkıldı ve yerli halk çevredeki bölgeye dağıldı. Yüzyıllarca korsanlara karşı duydukları korkudan, iç bölgelerde ilkel barakalarda saklandılar. Osmanlı’nın Yunda, günümüzde Cunda adıyla anılan bu ada da para basma geleneğinin başlangıcı 1882’ye kadar gider.  Sikkelerde, Yunda Belediyesi’nin 1882 tarihi bulunur. Yunda Belediyesine ait 1862 

tarihli bir mühürde, Yunanca olarak ‘Moshonisia Belediyesi 1862’, Osmanlıca olarak da ‘Daire-i Belediye Cezire-i Yunda/Cunda’ ifadesi bulunmaktadır. Osmanlı devrinde Ada, Müslüman halk tarafından Cezire-i Yunda yani Yunda adası olarak anılmıştır. Türkçede ‘başıboş aygır/at sürüsü’ anlamına da gelen ‘yund’ ismini ilk defa Piri Reis kullanmıştır. Piri Reis 1521 tarihli Kitab-ı Bahriye adlı eserinde Cunda adasından Yund, bu ada ile civarındaki adalardan da Yund adaları olarak bahsetmiştir. Daha sonraları, Seyyid Nuh tarafından çizilen Yakın Doğu haritasında (Sultan III. Ahmet dönemi), 1726 ve 1821 yıllarında çıkan Ayvalık isyanları nedeniyle yapılan yazışmalarda ve Cevdet Paşa'nın Tarih-i Cevdet adlı eserinde bu adadan ve civarındaki adalardan ‘Yund Adası/Adaları’, Yunda Adası ve Cund Adaları olarak bahsedilmiştir. Ada, 1980 yılından itibaren, Kurtuluş Savaşında bölgede görev yapan ve Ayvalık'ta ilk direnişi örgütleyen komutan Yarbay Ali Çetinkaya'nın adıyla ‘Alibey Adası’ olarak anılmaktadır.

Kentin tarihsel gelişimi Cunda ve çevresinde yapılan kazılardan, bölgenin Bronz Çağına kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır. MÖ 1200'lü yıllarda başlayan Ege Göçlerinin ardından, korunaklı koyları ve limanları ile yerleşime uygun olan bu ada ve civarına Eol kavimleri yerleşmiştir. Herodotos buradaki bir Eol kentinden söz etmektedir. İlkçağda yaşamış Strabon ve Plinius gibi tarihçi, coğrafyacı ve filozoflar da bu bölgede Chalkis (Çıplak Ada), Pordoselene (Büyük Maden Adası) ve Nesos (Cunda) gibi antik kentlerin varlıklarından bahsederler. Adanın doğusunda kurulmuş olan Nesos antik kenti Yunan, Roma ve Bizans devirlerinde varlığını sürdürmüş, ancak zamanla önemini yitirmiş, yerine 10. yüzyılda adanın güneyinde, Moshonisia isminde yeni bir kent kurulmuştur.

Bölge, Bizans devrinden sonra, 1430'lu yıllarda Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bölgedeki korsan hâkimiyeti ise Fatih Sultan Mehmet Midilli Adası’nı ele geçirdikten sonra sona ermiş. Bölgede dağınık olarak yaşayan halk tekrar Ayvalık ve Cunda'ya dönmüştür. 17. yüzyıl ortalarından itibaren Ege'deki önemli Rum yerleşmeleri arasında yer alan yerleşimler için Küçük Kaynarca Antlaşması ile (1774) Osmanlı Devleti’nden özel bir teşvik alınmış ve kısmi dokunulmazlık elde edilmiştir. 19. yüzyılda Ayvalık, gelişen sanayisi ve deniz ticaretiyle önemli bir Akdeniz kenti haline gelmiş; 1803 yılında açılan Ayvalık Akademisi ile kente akademisyenler, din adamları, misyonerler, konsoloslar ve sanatçılar gelmeye başlamıştır. Bu gelişmelerden şüphesiz Cunda yerleşimini de olumlu şekilde etkilenmiştir. Ancak 1821 yılında çıkan Mora İsyanı, Ayvalık ve Cunda'ya da yansımış, yöredeki Rum nüfus ayaklanarak Ayvalık ve Edremit körfezindeki Türk köylerine saldırmıştır. Bu ayaklanma sonucunda Babıali, Ayvalıklı ve Cundalı Rumları bölgeden çıkarıp Anadolu’nun içlerine sürgüne göndererek taşınmazlarına el koymuştur. 1824 yılında sürgüne gönderilenler af edilmiş, yeniden eski mallarına sahip olmuşlar; 1830 yılında da tüm mülkiyet haklarını geriye almışlardır. Hatta, yöre halkı 1831-1833 yılları arasında vergiden muaf tutulmuştur.

1862 yılında Ayvalık'tan ayrılıp bağımsız bir belediye, 1908 yılında da bucak olan Cunda yerleşimi, Ayvalık'la birlikte 1919-1922 yılları arasında Yunan işgalinde kalmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında boşaltılan Ada, Lozan Antlaşması (1923) sonucunda zorunlu nüfus değişimine sahne olmuştur. Bu değişim sırasında Ayvalık ve Cunda'da yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Girit ve Midilli'deki Türkler’de Ayvalık ve Cunda'ya yerleştirilmiştir. Ada, 1952 yılında yapılan halk oylamasıyla Ayvalık'a bağlı bir yerleşim haline gelmiştir. Cunda Adası’na ulaşım 1960 yılına kadar sadece deniz yolu ile yapılırken, 1960'lı yıllarda Lale Adası ile Cunda Adası arasındaki Dalyan Boğazına köprü ve Soğan Adası ile Ayvalık arasına dolgu yapılarak karayolu ulaşımı sağlanmıştır. 1900'lerde yaklaşık 8.000-10.000 kişilik bir nüfusa sahip olan kentte 2019 yılı nüfus sayımına göre 3.324 kişi yaşamaktadır. Nüfus, yaz aylarında yazlıkçılar nedeniyle artmaktadır.

Edremit körfezi ile Midilli (Lesbos) adası arasında çok sayıda küçük ada yer almaktadır. Antik tarihçi ve coğrafyacı Strabon (MÖ 64-MS 24) bu adalara Hekatonnesos denildiğini, bu ismin Apollon’un Hekatos sıfatından kaynaklandığını ve Apollon Hekatos’un tapınağının Pordoselene kentinin karşısındaki bir adada yer aldığını aktarır. Pordeselene ile ilişkilendirilen bir yazıt, Pornopia şenliklerinden söz etmesi ile Apollon Pornopios kutsal alanına işaret eder. MÖ 4. yüzyıl ile MS 4. yüzyıl arasında yoğun bir biçimde tanrı Apollon ve kültü karşımıza çıkar. Apollon bir Yunan ismi değildir. Anadolu halklarından birine ait olduğu kabul edilmektedir. Anadolu inanç sisteminde Apollon, dişil ve eril gücün, toprak ve suyun, ödül ile cezanın birleşiminin bir sembolü gibidir. İkiz kardeşi Artemis ve annesi Leto’nun ana tanrıça düşüncesi çerçevesinde şekillenen karakterleri, zamanla onun da karakteristiği olmuş, cinsiyetlerin ortadan kalktığı bir bütünlüğe geçişe olanak sağlamıştır. Anadolu’daki Rumlar aracılığıyla Yunan tanrıları arasında yer almıştır.

Resim 10-2 Armutçuk ile Lale adası arasındaki sığ denizin 1817 yılında bir araba geçecek genişlikte doldurulmasıyla oluşan dar geçit. Bu geçide Peratariya, Gönül yolu, Eleniko kaldırımı da deniyordu.

 


Resim 10-3 Üstte Armutçuk ile Lale adası arasında son yıllarda yapılan köprü, altta köprü öncesi 

2017 yılında toprak dolgu yol yerine bir köprü yapılarak deniz suyu akışı sağlandı. Ama maalesef köprü mimari açıdan çok kötü. Keşke Sinan’ın 500 yıl önce yaptığı İstanbul Büyük Çekmece köprüsünün benzeri yapılsaydı.


Resim 10-4 Üstte Boğaz köprüsü, altta Boğaz köprüsü öncesi Lale adasından Cunda’ya Dolap boğazından sal ile geçiş.

Cunda Adası’ndan Ayvalık giderken önce Dalyan Boğazı’ndan sonra da Dolap Boğazı’ndan geçerdiniz. Her ikisinden de eskiden sal ile geçiş yapılırken şimdi iki boğaz üzerinde de köprü var. Çok eskiden bir sandalın geçebileceği kadar sığ olan Dalyan Boğazı 1880 yılında hem genişletildi hem de derinleştirildi. En derin yeri bir kulaçtan üç kulaça çıkarıldı, eni de yirmi kulaç genişletildi. Sonra üzerine de ilk boğaz köprüsü yapıldı. Lale Adasından (Dolap adası) Ayvalık’a geçiş bölgesindeki sığ denize Dolap Boğazı deniyor. Çok eskiden sal ile geçiş yapılan 500 metre uzunluğundaki bu boğaz 1817 yılında toprak dolgu ile bir geçite dönüştürüldü.   

Mosko (Yund) adaları ailesine mensup olan adaların merkezi olan Cunda, bir çocuk beşiğine benzer. Bu şeklin en geniş bölümünde 190 metre yüksekliğinde bir tepe ve bu tepenin kuzey eteğinde Sen Strategos (Gökçe) köyü, güneydoğu yönünde Mosko köyü, güney eteklerinde zeytin ağaçları bulunmaktadır. Adanın Mosko kasabasından sonra doğuya uzayan kolu üzerinde 43 metre yüksekliğindeki tepenin üstünde bir yel değirmeni ve biraz daha doğusunda bir manastır vardır. Adanın boğaz kısmı açık olup 360 ve 730 metre arasında  uzunluktadır. Kuzeyden güneye doğru 2.560 metre uzunluğundadır. Doğu ucunda 87 metre, batı ucunda 146 metre yüksekliğinde iki tepe mevcuttur. Bu kısmın güneyi, zeytin ağaçlarıyla geçilmez durumdadır. Doğu ucunun kıyılarında Mavromati (Karagöz) burunu vardır. Adanın ince dar boğaz kısmının doğu tarafında adaya 1 metre sığ bir deniz ile bağlı Sen Corciyo (Güvercin adası) adasında bir manastır mevcuttur.

Osmanlı döneminde Cunda adası önceleri Ayvalık’a bağlıyken sonradan Adalar Birliği Midilli iline bağlandı. Ayvalık’ta sokaklar çok dar olmasına karşın Cunda’nın sokakları daha geniş ve kiliselerinin sanatsal olarak daha zengin olmasının nedeni sanırız bu değişikliktir.

Cunda (Moshonis) Adı Nereden Geliyor?

Osmanlı Rumları Cunda’ya ‘Moshonisi’ (Kokulu Ada) diyorlardı. Bir rivayete göre Orta Çağda Moshos adlı bir korsan burada yaşıyormuş, korsanın adından dolayı bölge bu adla anılmış. Gerçekten, Cunda’nın hemen arkasında, dar ve sığ bir boğazın ayırdığı adanın eski adı Moshos’tur. Ayvalıklıların Mosko biçiminde söyledikleri ada. Bu ad zamanla tüm ada için kullanılır olmuş.

Cunda’da yetişen bitkilerin, yaydıkları güzel kokudan dolayı bu ad ile anıldığını iddia edenler olduğu gibi, kuzeybatı rüzgarlarının Tanrısal dağ İda’dan (Kaz Dağı) getirdiği temiz havadan dolayı bu adla anıldığını söyleyenler de vardır.

 

Resim 10-5 Ayvalık, Cunda ve çevresinin haritası 

Cunda Adası ve Ayvalık 11 Eylül 1976 tarihinde, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun A-160 sayılı kararı ile ‘doğal ve tarihi güzellikleriyle bir bütün olarak korunması gerekli sit alanı’ ilan edilmiştir. 28 Ekim 1989 tarihinde Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 795 sayılı kararı ile Ayvalık ilçe merkezi ve Cunda Adasındaki yerleşim bölgeleri iki ayrı kentsel ‘sit’ alanı olarak tanımlanmış, ayrıca bölgede bulunan doğal ve arkeolojik ‘sit’ alanlarının sınırları ve nitelikleri belirlenmiştir. Alınan bu son karara göre Cunda Adası kentsel ‘sit’ alanı içinde korunması gerekli 551 adet sivil mimarlık örneği ile 18 adet dini, kültürel ve doğal anıt bulunmaktadır. Yerleşim alanı dışında adanın çeşitli yerlerinde ve komşu adalarda 8 adet manastır yapısının varlığı bilinmektedir. Yerleşimde, Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından hazırlanan 22 Ocak 1994 tarih ve 3622 sayılı Koruma İmar Planı halen yürürlüktedir.

Kentsel ‘sit’ alanı ile korunan Cunda Adası kiliseleri, değirmenleri, dükkanları ve evleriyle diğer Anadolu kentlerinden farklı bir yerleşimdir. Mithat Paşa ve Namık Kemal mahallelerinden oluşan bu küçük kent, güneydeki ve kuzeydeki sahil bölgesinde düz, diğer kısımlarda eğimli bir arazi yapısına sahiptir. ‘Sit’ sınırları geleneksel yerleşimin tamamını kapsamakta, bu alanın çevresinde ise tarlalar ile sayıları gün geçtikçe artan, yazlık olarak kullanılan iki katlı yeni yapılar yer almaktadır. Kentsel ‘sit’ alanının, dolayısıyla yerleşimin doğusunda yer alan Mithat Paşa Mahallesi, batıdaki Namık Kemal Mahallesine göre daha büyük bir alanı kaplamakta ve tescilli yapıların büyük bir kısmını içermektedir. Bütün dini yapılar, Rum okulları ve Yetimler Yurdu olarak bilinen eski Despot Evi, ticari merkezin büyük bir kısmı ile buradaki Taş Kahve ve 4 adet değirmen Mithat Paşa Mahallesi sınırları içindedir.

Kentin en yüksek noktası olan Aşıklar Tepesi ve çevresinde kurulan ilk yerleşim, zamanla sahile doğru genişleyerek bugünkü durumuna ulaşmıştır. Tepe ve çevresinde dört adet kilisenin ve bir kız okulunun mevcudiyeti bilinmekle birlikte, günümüzde biri yalnızca beden duvarları ayakta (Panagia Kilisesi), diğeri onarılarak 2006 yılında kütüphane işlevi kazandırılmış (Agios Yannis Kilisesi) iki kilise ve kültür merkezi olarak kullanılan eski Kız Okulu (Rum Mektebi) bulunmaktadır. Kentin büyük bir bölümünde görülen, birbirine paralel ve dik sokaklardan oluşan ızgara planlı doku, Aşıklar Tepesi ve Taksiyarhis Kilisesi çevresinde kıvrımlı sokaklardan oluşan organik dokuya dönüşmektedir. Taksiyarhis Kilisesi kentin odak noktasıdır. Bir avlu içinde yer alan kilisenin kuzeyinde günümüzde harap durumda olan Rum Mektebi (erkek çocuklar için), kilisenin idare binası ve çeşitli ek yapıları, güneyinde ise küçük bir meydan oluşumu ve Aşağı Çeşme bulunmaktadır. Dar sokaklar üzerinde bitişik düzenli, kagir sıra evler kesintisiz olarak devam etmekte, sahil bölgesinde ise evlerin yerini tek ya da iki katlı kagir dükkanlar almaktadır. Genellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra yapılmış olan evler ve dükkanlar Antikçağ mimarisinden izler taşımaktadır. Güneyde, sahilde yer alan ticari merkezde dükkanlar, gazinolar, lokantalar ve liman bulunmaktadır. Bu bölgede, iki katı aşmayan yapıların belirlediği kent silueti içinde Taş Kahve, Despot'un Evi (Eski Yetimler Yurdu) ve kentin tek camisi olan 1905 tarihli Hamidiye Camisi kütleleri ve mimarileri ile ön plana çıkan anıtsal yapılardır. 18. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar adada çoğunlukta olan Rum nüfusun oturduğu bitişik düzenli konutların ve dükkanların arasında çok az da olsa ayrık düzende yapılmış bahçeli evlere rastlamak mümkündür. Kentin, özgün niteliklerini koruyabilmiş caddeleri arasında Halk Caddesi, Selamet Caddesi, Cumhuriyet Caddesi, Hükümet Caddesi ve Hayat Caddesi sayılabilir. Sahile dik inen bu caddelerde ve sahil bölgesinde, sahiplerinin gücünü ve zenginliğini gösteren görkemli evler yer almaktadır. Aşıklar Tepesi çevresindeki evler ise daha küçük ve mütevazı yapılardır. Sokak sınırlarını evler ya da diğer yapılar ile taş bahçe duvarları belirlemektedir. Bitişik düzendeki evler, bulundukları parselin sokak kenarına ön cepheleri ile sokak çizgisini oluşturacak şekilde yerleştirilmiştir. Evlerin niş içine alınmış giriş kapılarının önündeki merdivenler, kısmen sokağa taşmaktadır. Sokaklarda, evlerin arka bahçelerinde ya da mutfaklarında, geçmişte şehrin su ihtiyacını karşılayan kuyular mevcuttur. Geçmişte Arnavut kaldırımı olduğu söylenen dar sokakların bazıları günümüzde parke taşı kaplamalıdır. Yerleşimde küçük meydan oluşumlarına rastlamak mümkündür. Evlerin sokaktan algılanmayan oldukça büyük arka bahçeleri bulunmakta, köşe başı parsellerinde ya da ayrık düzenli evlerde yan bahçeli ve ön bahçeli örneklere de rastlanmaktadır.

Resim 10-6 Cunda sahilinde Girit’ten gelenlerin sahilde ilk çıktığı yerde sergilenen tarihimizden sayfalar anıtı.


Cunda Ev Mimarisi

Cunda’da yerleşimin sahile ve Taksiyarhis Kilisesine yakın kesimlerde bulunan evler büyük sayılabilecek parsellerin içinde konumlanmıştır. Taksiyarhis Kilisesinden itibaren kuzeye, tepelere doğru çıkıldıkça parsel boyutları küçülmekte ve konut dokusu yoğunluk kazanmaktadır. Evler dikdörtgen parseller içinde, sokağa ve arka bahçeye yönelik olarak bitişik düzende tasarlanmıştır. 19. yüzyılın ortalarından itibaren inşa edilmiş Neo-klasik üsluptaki Cunda evleri iki veya üç katlıdır. Evleri Bodrum+iki katlı, iki kat+ara katlı, bodrum+bir katlı ve tek katlı evler olarak sınıflandırabiliriz. 1944 yılındaki deprem felaketinde birçok evin üst katları yıkıldığı için binaların orijinal kat sayısı net olarak bilinmemektedir. Cunda ve çevresinde bu depremde birçok bina yıkılmış, bazıları da oturulamaz duruma gelmiştir. Denize dik inen sokakların her iki tarafındaki sıralı evler depremlerde en çok zarar gören yapılardır. Üç katlı ve cumbalı olması gereken binaların bir kısmının üst katları bugün yıkık durumdadır.

Genelde evlerin sokağa açılan iki kapısı bulunmaktadır. Kapılardan biri, yörede ‘mağaza’ olarak adlandırılan mekâna, diğeri eve girişi sağlamaktadır. Mağaza olarak adlandırılan zemin kat, zeytin ve zeytinyağı depolama ve hizmet işlevleri için ayrılmıştır. Hem sokağa hem bahçeye açılan bu kat, arazinin eğimli olduğu yerlerde bodrum kat özelliği taşımaktadır. Zemin katında, kısmen zemine gömülü büyük küplerin olduğu depolama mekanları, mutfak, çamaşır yıkama mahalleri, sarnıç veya kuyu yer alır. Günümüzde, zemin katlarından depolama işlevi kaldırılmış, bu katlar günlük hayatın geçtiği yaşam alanlarına dönüştürülmüştür. Zemin katlarının ilişkili olduğu arka bahçeler, bu katların devamı gibi düşünülmüş ve yüksek duvarlarla çevrili bahçelerin bir köşesine tuvalet ve kuyu yerleştirilmiştir. Evlerin orta ve üst katları, yaşama ve yatak odalarının bulunduğu katlardır. Sofa ve odaların dışında, orta katta mutfak, üst katta ise bir veya iki adet küçük balkon yer alır. Kat yükseklikleri zemin katından üst katlara doğru giderek artar; zemin katında 190-200 cm arasında, esas yaşam katında 350 cm ve üzerinde olabilmektedir.

Plan özellikleri: Tarihi konutlar yüksek taş duvarların çevirdiği bahçelerin içine yerleşmiştir. Her bir bahçenin içinde dörtgen biçimli tek bir konut bulunur. Yerleşimin deniz kenarında bulunması ve hâkim rüzgarlara açık olması nedeniyle bütün evler ‘üstü kapalı sofalı[244]’ plan düzenine sahiptir. Esas yaşam katı, kapalı sofanın konumuna göre iç sofalı, dış sofalı, köşe sofalı ve orta sofalı olarak çeşitlenmektedir. İyice dar tutulan sofa yaşam mekânı olmaktan çok odalar arasında ilişkiyi sağlayan bir geçiş mekânı olarak kullanılmıştır. Sofanın konumu giriş kapısına göre belirlenir. Giriş kapısının açıldığı sofa yapı boyunca devam eder ve arka cepheye açılan bahçe kapısıyla sonlanır. Orta sofalı yapılarda, sofanın sağına ve soluna yan yana dizilmiş odaların kapıları açılır. Yan sofalı yapılarda sofanın konumuna göre ya sağında ya da solunda yan yana dizilmiş odalar mevcuttur. Bahçeyle ilişkili olan giriş katında sofaya açılan mutfak, kiler, depo gibi mekanlar bulunmaktadır. Orta sofalı yapılarda, merdiven sofanın sağında veya solunda bir niş içinde konumlanmıştır, yan sofalı yapılarda ise giriş kapısının hemen karşısında yer alır. En çok rastlanan plan tipi, dikdörtgen planlı sofanın, yapının bir cephesinden diğerine kadar uzandığı ‘iç sofalı’ plan düzenidir. Bu plan düzeninde, sofanın uzun kenarlarında odalar, kısa kenarlarında ise balkon ve merdiven yer almaktadır. Dikdörtgen planlı sofaların dışında, arka bahçeye bakan odalardan birinin kaldırılması ile oluşan L planlı sofalara da rastlanmaktadır. Çok sık kullanılan diğer plan tipi ‘köşe sofalı’ plan düzenidir. Bu düzende yapının bir köşesine sofa, diğer köşelere odalar yerleştirilmiştir. ‘Dış sofalı’ plan tipinde sofa, evin bir kenarında ya sokak ile bahçe arasında uzanmakta ya da sokağa ve arka bahçeye paralel olarak konumlanmaktadır. ‘Orta sofalı’ plan tipinde ise sofa, odaların ortasında kalmaktadır.

Cephe özellikleri: Cunda evlerinin sokak cepheleri simetrik gibi görünmekle birlikte, genellikle asimetrik bir düzene sahiptir. Ancak, simetrik bir anlayışla düzenlenmiş cephelere de rastlanmaktadır. Cephelerin en belirgin özelliği giriş kapılarıdır. Bir niş içine alınmış ve birkaç basamakla sokak seviyesinden yükseltilmiş olan giriş kapıları, anıtsal nitelikte tasarlanmıştır. Kapılar çoğu zaman Antikçağın tanrıçalarına (Artemis, Athena, Selene) öykünen tokmaklar ile süslenmiştir. Bazı giriş kapılarının üstlerinde evlerin yapım tarihleri yazılıdır. Bazı evlerde ana giriş kapısının yanında, daha mütevazı ölçekte ikinci bir kapı (mağaza kapısı) bulunur. Bölge halkı zeytincilikle uğraştığı için bodrum katı dükkân ya da zeytin deposu olarak kullanılır. Ayrı bir giriş kapısı olan mağazaların döşeme kotu, sokak kotundan 80-100 cm aşağıda yer alır. Sokağa açılan bir kapısı olmasa da bodrum katına evin esas giriş kapısının bulunduğu sofadan 5-6 basamak inilerek ulaşılmaktadır. Genellikle evin esas giriş kapısı, sokak kotundan 3-6 basamak yukarıda bulunmaktadır. Giriş kapısı bir hole açılır, bu holden tekrar 5-6 basamak çıkılarak esas yaşama katına ulaşılır. Dolayısıyla bodrumlu yapılarda asıl giriş kapısı, bodrum katı ile zemin katının döşemelerinin orta hizasında yer alan bir ara sahanlığa açılır. Bazı yapılarda zemin kat döşemesi sokak kotundan 60-100 cm yüksektedir. Döşeme altında ise sarnıç olarak da kullanılabilen bir boşluk bulunur. Bu boşluğun havalanması için ön cephede sokak kotu hizasında havalandırma açıklıkları bulunur.

Cephenin ortasında, sağında veya solunda yer alan görkemli kapılar pencerelerle birlikte zemin kat cephe düzenini oluşturur. Kapılardan sonra cepheleri zenginleştiren ve hareketlendiren diğer elemanlar balkon, çıkma, pencere ve ‘pilastır’[245]lardır. Genellikle giriş kapılarının üstünde yer alan ve ahşap döşemesi demir ya da taş konsollarla taşınan balkonlar, kapıların görkemini bir üst kata taşıyan elemanlardır. Cunda evlerinde balkon kadar yaygın olmamakla birlikte, bezemeli taş konsollarla desteklenen çıkmalar da kullanılmıştır. Çıkmalar, yapının beden duvarından en fazla 80-100 cm dışarı taşmaktadır. Çoğu yapının üst kat duvarları ile çıkma duvarları tuğla ile örülmüştür. Çıkmalar, taş ya da demir konsollar üstüne oturmaktadır. Zemin katındaki mağaza pencereleri kare, üst katlardaki pencereler ise dikdörtgen biçiminde tasarlanmış ve ahşap veya metal kapaklarla dış etkilere kapatılmıştır. Pencere ve kapı sövelerinde, balkonları ve cumbaları taşıyan taş konsollarda ve pilastırlarda pembe Sarımsak taşı kullanılarak cepheler renklendirilmiştir. Cepheler, saçak seviyesinde yapılan silmeler ve alaturka kiremitli kırma çatılar ile tamamlanmaktadır. Yapıların ön cephelerinin boya renkleri beyaz, sarı ve açık mavinin tonları ile sarımsak taşının rengine yakın toprak rengi tonlarıdır. Yıkılmış olan evlerin duvarlarındaki boya katmanlarında en çok sarı ve mavi tonlarına rastlanmıştır. Boyalı cephelerin yanı sıra, bazı sıvanan cephelere derzleme tekniğiyle kesme taş görünümü verilmiştir. Sıvasız cepheler, ya tamamen yanaşık derzli kesme taşla örülmüş ya da bir sıra kesme taş ile bir sıra tuğla almaşık olarak örülmüştür.

Yapım özellikleri: Cunda Adası Kentsel Sit Alanı’nda yer alan tarihi konutların tümü yığma taş yapılardır. Evlerin moloz taş temeller üstüne oturan ve yapıyı çevreleyen 50-60 cm kalınlıktaki beden duvarları, çatıya kadar moloz taş olarak devam eder. Taşların kesiti dikdörtgene yakın olup, aralarında kalan boşluklar küçük taşlar veya tuğlaların üst üste dizilmesiyle oluşur. Bu örgü şekli, geleneksel Yunan mimarisinde görülen tipik duvar örgüsüdür Bazı evlerin ön ve arka beden duvarları üst kat seviyesinde inceltilerek tuğla ile örülmüştür. Çok sık rastlanmamakla birlikte, bazı örneklerde oda çıkmalarının, dolayısıyla esas yaşam katı seviyesinde sokağa bakan duvarların, ahşap taşıyıcı iskelet ile oluşturulduğu görülmektedir. Evlerin bölme duvarları, genellikle yığma tekniğinde tuğla ile örülmüş olmakla birlikte, bazen ahşap taşıyıcı iskeletli örneklere de rastlanmaktadır. Moloz taş duvar yapımında, genellikle köşelerde büyük kesme taşlar kullanılmış, diğer kısımlarda büyük taşların arasına daha küçük, pembe renkli dikdörtgen taşlar yerleştirilmiştir. Taş malzeme olarak Cunda'nın siyah renkli yerli taşı, pembe renkli ‘Sarımsak’ taşı ve ara sıra da sarı renkli Lale adası taşı kullanılmıştır. Taş duvarlarda bağlayıcı olarak çamur ve kireç harcı kullanılmıştır. Kat ve tavan döşemeleri ahşap kirişli ve ahşap kaplamalıdır. Cepheler dışta genellikle sıvalı olmakla birlikte Sarımsak taşı kaplamalı ön cepheler veya sıvasız bırakılmış yan cepheler de görülmektedir. Bodrum ve zemin kat döşemeleri genellikle özgün kaplamasını kaybetmiş ve şapla kaplanmıştır. Bazı evlerde terazzo kaplamalı döşemeler bulunmaktadır. Yerden yükseltilmiş zemin kat döşemeleri ise ahşap kaplamalıdır. Tavanlar da ahşap kirişler üzerine çakılan kaplama tahtalarından meydana gelmektedir.

Çatılar ahşap karkas sistemde oluşturulmuştur, üst örtüleri kiremittir. Genellikle alaturka kiremit tipine rastlansa da Marsilya kiremiti de görülmektedir. En sık görülen çatı tipi kırmadır, kare planlı konutlarda topuz çatı tipine de oldukça sık rastlanır. Anıtsal nitelikli konutlarda üçgen alınlık da görülmektedir. Konutların çoğunun yan duvarında tuğladan örülmüş bir ocak bulunur ve onun özgün bacası mevcuttur.

Kapılar: Tarihi konutların dış kapıları, sarımsak taşından yapılmış düz atkılı veya kemerli bir söve içine oturtulmuşlardır. Sövelerde alçı ile yapılmış düşey yivler, kapı boyunca uzanan sütunçeler, lentoların üzerindeki kademeli silmeler ve kemerlerin yayı boyunca uzanan yivler gibi bezeme elemanları, kapıları süsleyen detaylardır. Kapılar, düz atkılı veya tepe pencereli olmak üzere iki grupta toplanabilir. Düz atkılı kapılar, masif ve camlı olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Bahçe kapıları, avlu kapıları, bodrum giriş kapıları ile bazı konutların ana giriş kapıları düz atkılıdır. Masif kapılar, çift kanatlı olup dörtgen ahşap çıtalarla bezenmişlerdir. Camlı kapılar ise tek veya çift kanatlı olurlar, camlarında kimi geleneksel Yunan motiflerini barındıran ferforje parmaklıklar bulunur.

Pencereler: Tarihi konutların pencereleri çoğunlukla söveli[246] olup, bir kısmı da sövesizdir. Pencerelerin genişlik/yükseklik oranı genellikle 2/3 ya da 1/2’dir. Kimi yapıların bodrum kat pencereleri kare şeklindedir. Üst kat pencereleri ile giriş kat pencereleri bazı yapılarda aynı boyuttadır. Konutların bazılarında üst kat penceresi giriş kat penceresinin 3/2 katı kadar yüksek, ya da aynı oranda daha küçüktür. Çoğunlukla söveli olan pencereler, düz atkılı ya da düz atkılı+kemerli olmak üzere iki grupa ayrılabilir. Sarımsak taşından yapılmış söveye oturtulan pencereler çoğunlukla kemerli olup, alınlıklarının içi dolu tuğla ya da taşla örülmüştür. Bu nedenle pencerelerin çoğu, dışarıdan düz atkılı olduğu halde, içeriden kemerlidir. Sövelerin bitişleri mutlaka düz atkılıdır, çoğunlukla silmelerle bezenmiştir, ancak pencereler basık kemerli olabilir. Söveli pencereler, ayrıca konsollu ve konsolsuz olarak iki alt gruba ayrılmıştır. Az sayıda rastlanan sövesiz pencereler, sadece ahşap karkas çıkmalı konutların üst katlarında bulunmaktadır. Pencereler doğrama tiplerine göre çift kanatlı ya da giyotin olarak ikiye ayrılır. Konut pencerelerinde genellikle çift kanatlı tipe daha çok rastlanmıştır. Bu tip pencereler, çok yalın iki kanattan oluşabildiği gibi, ahşap çıtalarla da bölümlenebilmektedir. Pencerelerin bazılarında, ahşap bir kayıt pencereyi böler ve üst kısmıyla alt kısmı ayrı açılır, böylelikle pencere dört kanattan meydana gelir. Ahşap kepenkler, sıcak bir iklimi olan Cunda Adası’nın pencerelerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Tarihi alanda görülen kepenklerin tümü, çift kanatlı olup, pencerenin iki yanına doğru açılmaktadır. Kepenklerin ızgaralı ve masif kanatları olabilir.

Dekoratif Öğeler: Cunda Adası’nda cepheleri zenginleştiren dekoratif öğeler, yörenin taş ustalarının en güzel işçiliklerini sergiler. Genellikle binaların köşelerini vurgulayan düşey elemanlarla, saçakları ve kat hizalarını vurgulayan yatay elemanlar bulunmaktadır. Köşelerde, köşe taşları, pilastırlar veya köşe pahları görülmektedir. Pilastırların başlıklarında çeşitli bezemeler olur, hatta daha anıtsal nitelikli konutlarda akantus yaprakları ve volütler bile görülmektedir. Yatay elemanlar ise, kat silmeleri ve saçak silmeleridir. Kat silmeleri çok görülmemekle birlikte, saçak silmeleri hemen hemen bütün konutların giriş cephelerinde yer alır. Saçak silmeleri, genellikle dolu tuğlaların kısa kenarının cephe düzlemine dik gelecek şekilde yan yana dizilmesiyle oluşan birkaç sıranın alçıyla sıvanarak bezenmesinden oluşur. Bazı binalarda, sarımsak taşından yapılmış silmelere de rastlanmıştır. Üst katı ahşap karkas sistemde inşa edilmiş binaların, ahşap silmeleri ve furuşları olabildiği gibi, bağdadi çıtalarıyla oluşturulup üstü sıvanmış silmeler de bulunmaktadır.

Çeşmeler: Cunda Adası merkezde dört adet tarihi çeşme yer alır. Bunlardan en önemli ikisi Aşağı Çeşme ve Ayvalık Caddesi’ndeki çeşmedir.

Aşağı Çeşme: Çeşmelerden en büyüğü, Selamet Caddesi’nde yer alan Aşağı Çeşme’dir. Taksiyarhis Kilisesinin güney köşesinde, küçük bir meydanda bulunan bu çeşme, bezemeli Sarımsak taşlarıyla dikkat çekmektedir. Kesme sarımsak taşından inşa edilmiş çeşmenin sokağa bakan güney yüzünde iki, kiliseye bakan doğu yüzünde bir adet sivri kemerli aynası vardır.

Ayvalık Caddesi’ndeki Çeşme: Yanaşık derzli kesme sarımsak taşından inşa edilmiş olan çeşmenin, bir adet yuvarlak kemerli aynası vardır. Kemerini taşıyan sütunçelerin[247] kademeli silmeleri vardır. Çeşmenin ön cephesinin her iki yanında birer sütunçe bulunur. Sarımsak taşından bir yalağı vardır.

Resim 10-7 Solda Aşağı Çeşme, sağda Ayvalık Caddesi Çeşmesi

Mercury / Taş Kahve

Sahilin tam ortasında yer alan bu ünlü kahvenin geçmişi Giritli Hüseyin Bey’e kadar gidiyor. Giritli Hüseyin Bey, Resmo‘da aynı isimde kahve işletir. Mübadeleden sonra oğlu ile birlikte Cunda’ya yerleşme kararı alır fakat Anadolu’ya gelemeden vefar eder. Daha sonrasında oğlu adaya yerleşir ve ufak bir kahve işletir. Daha sonra şimdiki Taş Kahve’yi satın alır. Bugün Taş Kahve bölgenin en popüler yerlerinden. Özellikle damla sakızlı kahvesi ile ünlü olan kahve geçmiş ve geleceği aynı yerde yaşatıyor.



 Resim 10-8 Moschonḗsi, kapheneíon ‘Mercury’ Taşkahve. Rumların ermiş adını verdikleri kahve

 

Despot Evi

Despot Evi, Moschonissia Kutsal Metropolis'in sarayına ev sahipliği yapan tarihi bina. Bina 1862 yılında Despot (Ortodoks Rumların din başkanları) tarafından yaptırılmış. Son Rum Ortodoks Metropolitan Piskoposu Ambrosios Pleianthidis'in (1872-1922) "Moschonisia Ambrosios" olarak da bilinen konağı. Halk arasında Papazın evi de denilmekte. Binanın yapımında Sarımsaklı taşı kullanılmış. Ambrosios, 1872'de Smyrna'da doğdu. Aydın, Kırım ve Smyrna'da din eğitimi alıp rahip olduktan sonra, 1919'dan itibaren Yunan işgalindeki Cunda Adası'nda bulundu. 19 Şubat 1922'de, Cunda'da yeni oluşturulan yerel metropolünün piskoposu oldu. Türk-Yunan savaşının ardından yerel halkın bir kısmı geri çekilen Yunan Ordusunu takip etmedi. Türk birlikleri kalan sivil nüfusu tutuklayarak Anadolu'nun iç kesimlerindeki çalışma taburlarına gönderdi; bunların bir kısmı milli mücadele karşı Yunan tarafında yer aldıkları iddiası ile Türk Kuvvetleri tarafından 15 Eylül 1922'de idam edildi. Rum tarafı Ambrosios’un bu süreçte işkence gördükten sonra diri diri gömüldüğünü iddia eder.


Resim 10-9 Despot Evi 

1877 yılında yaşanan bir baskında dönemin Despotu evinde öldürülür. Bir rivayete göre parasının yerini söylemez bir rivayete göre ise evdeki yüklü altın ve gümüşler çalınır. Cumhuriyet döneminde Öksüzler evi olarak kullanılan Despot Evi harap bir vaziyetteyken 49 yıllığına bir işletmeye kiralanarak restore edilmiş ve otel olarak Ağustos 2019’da hizmete girmiştir.

Resim 10-10 Üstte denizden Despotun Evi, yanında biraz ileride Hamidiye camii ve arkasında Panayia Kilisesi. Altta evin 1995 yılındaki hali. Balkon sütunları ve sarımsak taşları beyaz boya ile boyanmış vaziyette.

 


Resim 10-11 Despot evi Butik Otel olarak 2019 yılı ağustos ayında restore edilerek hizmete girdi

Yel Değirmeni

Aşıklar tepesinden doğuya baktığınızda karşınızda bir tepe ve yel değirmeni göreceksiniz. Tepeye gidin. Enfes bir manzara göreceksiniz.

Resim 10-12 Eskiden Ayvalık çevresinde çokça olan Yel değirmenlerinden Cunda tepesinde olanı 

Rum Kız Okulu / Kültür Merkezi

1873 yılında inşa edilen ve uzun yıllar eğitim yapılan Cunda Adası Kız Okulu, Ayvalık Belediyesi tarafından yapılan restorasyon çalışmalarının ardından Cunda Kültür Merkezi olarak kültür ve sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Yapının üst katı Bekir Coşkun kütüphanesine dönüştürüldü.

Resim 10-13 Bakkal Sokak’ta bulunan Kültür Merkezi

Şinasi-Gönül Tekin ve Sevgi-Doğan Gönül Osmanlıca Yaz Okulu

Prof. Dr. Şinasi Tekin ve Prof. Dr. Gönül Tekin çifti tarafından kurulan Harvard-Koç Üniversitesi Osmanlıca ve Türkçe Yaz Okulu. Bina Şinasi Tekin’in 1986 yılında satın aldığı evde faaliyet gösteriyor. Prof. Tekin 30 yılı aşkın bir süre ile Harvard’da Osmanlıca dersleri vermiş bir bilim adamı.  Bitişik bina da Koç Üniversitesi tarafından satın alınarak eğitim programına dahil edildi. 

Resim 10-14 Osmanlıca Yaz Okulu

Pateriça Köyleri

Pateriça yarımadasında üç Rum köyü bulunuyor. Köyler arası bir toprak yol var, deniz kıyısı boyunca sağınız da ve solunuz da zeytin bahçeleri. Köylerde 5-10 ev var. Pateriça (Patriça) adı Yunanca ‘koltuk değneği’ anlamına gelmekte. Bu adı almasının nedeni de şekil olarak koltuk değneğine benzemesi.


 

Resim 10-15 Pateriça ikinci köy   

Cunda Adası’nın tarihi yerleşim alanı, 1976 yılında Kentsel Sit Alanı ilan edilmiştir. Yerleşim alanı dışında kalan çam ormanları ve zeytinlikler ise, 1989 yılında I.Derece Doğal Sit Alanı ilan edilmiştir. Daha sonra bu alan, 1995 yılında Ayvalık’a bağlı diğer adalarla birlikte Milli Park statüsüne getirilmiştir. Bütün bu alınan kararlara rağmen, Cunda Adası’nda tarihi ve doğal çevreyi koruma konusunda yapılan uygulamalar çok sınırlı kalmıştır.

Ada’da ilk yerleşimin Antik Dönem’e dek uzandığı tahmin edilmektedir. Günümüzde mevcut olan yerleşim alanı ise, Osmanlılar zamanında buraya yerleşen Rumlar tarafından kurulmuştur. 1924 yılında gerçekleşen nüfus mübadelesinde, adada yaşayan Rum halkının yerine Midilli, Girit adaları ve Makedonya’dan gelen Türkler yerleşmiştir. 1944 yılındaki büyük depremde evler oldukça hasar görmüştür. Mübadele ve deprem sonrasında, Cunda Adası giderek ıssızlaşmıştır.

Cunda adasında pek çok anıtsal kargir yapı bulunmaktadır. Taksiyarhis, Panaya ve Aya Yanni kiliseleri, ormanlık alanlardaki manastırlar, Hamidiye Camii, Cunda Körfezi boyunca sıralanan büyük zeytin depoları, kahvehaneler ve tepelerde bulunan yıkık yel değirmenleri, yerleşimin belli başlı anıtsal yapılarını oluşturmaktadır. Bunların haricinde, Ada’da oldukça görkemli sivil mimarlık örneklerine de rastlanmaktadır. Cephelerinde taş ve demir işçiliğinin en güzel dekoratif örneklerinin sergilendiği konutlar, 19. yüzyıl ortası ve 20. yüzyıl başına tarihlenmektedir. Bu zengin mimari doku, Cunda Adası’nın 19. yüzyıl sonunda önemli bir kıyı kenti olduğunu kanıtlamaktadır.

Günümüzde, tarihi evlerin çoğunda Cunda’nın yerli halkı oturmaktadır. Genellikle halkın maddi durumu evlerin kapsamlı restorasyonunu yaptırmaya uygun değildir, bu nedenle yapıların mimari karakteri bozulmadan günümüze ulaşmıştır. Ancak, konutların sıhhi donatılarının yetersiz olmasından ötürü, kullanıcılar evlerinin arkasına bir ek oda veya müştemilat inşa etmektedir. Adanın gelişimi, 1980’li yıllardan sonra turizmin gelişmesiyle paralellik göstermektedir. Cunda’ya gelen yerli turistler, buranın özgün dokusundan etkilenip tarihi evleri satın almaktadır. Bu sayede, evler yıkılmaktan kurtulup restore edilerek yaşatılmaktadır. Ancak bu durum, yerli halkın evlerini satmaya yönelmesini de doğurmaktadır. Çünkü Sit Alanı çevresindeki tarlalar da satılmakta ve buralara inşa edilen yazlık konutların sayısı giderek artmaktadır. Dolayısıyla, yabancıların artan konut talepleri, buradaki evlerin değerinin artmasına sebep olmuştur. Bu durumun farkında olan ve evlerinin bakımını yaptıramayan ada sakinleri, çareyi evlerini satmakta bulmaktadır.

Cunda Adası’nda gerçekleştirilen sosyal yapı analizleri sonucunda, halkın büyük bir çoğunluğunun çok yaşlı, diğerlerinin ise 30 yaş altındaki gençler oluşturur. Yalnız oturan yaşlılar evlerinden memnundurlar. Ancak onların çocukları, tarihi evlerin bakımı zor olduğundan yeni evlerde oturmayı tercih etmektedirler. Çocuklarıyla beraber oturan yaşlılar ise, evlerinin bakım ve onarımını yaptırmayı istemektedir. 30 yaşın altındaki gençler için Ada’da çok kısıtlı ve geçici iş olanakları bulunmaktadır. İleriki yıllarda, Ada’da oturan yaşlı nüfus azalacak, gençler ise yeni iş olanakları aramak için Ada’dan göç etmek zorunda kalacaklardır. Dolayısıyla, adanın yerli halkı azalacak ve yabancılar tarihi evlere yerleşeceklerdir.

 

CUNDA DİNİ YAPILAR

Yerleşim alanı içinde varlığı bilinen kiliseler 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle de gayrimüslimlere yeni haklar tanıyan 18 Şubat 1856 tarihli Islahat Fermanı’ndan sonra inşa edilmiştir. Cunda’da bir cami, yedi kilise/şapel mevcuttu. Kiliselerin sadece iki tanesi, Taksiyarhis, Panagia ve Agios Yannis ayakta diğerleri ya tamamen yok olmuş durumda ya da harabe halindedir.

·       Taksiyarhis Kilisesi (1873)

·       Agia Triyada(1865)

·       Agios Dimitrios,

·       Panaya(Panagia) Kilisesi(1850)

·       Agios Panteleimonos (Pandeleymonas),

·       Agios Nikolas

·       Agios Yannis

 

Resim 10-16 Cunda’ya denizden bakış

Taksiyarhis Kilisesi / Rahmi Koç Müzesi

Adanın en görkemli yapısı, Alibey (Cunda) Adası Rum Ortodoks (Moschonese) cemaati tarafından, 1873 yılında eski temelleri üzerine Anakent (Metropol) Kilisesi olarak inşa edilmiştir. Bu yıllarda, ada da 8-10 bin civarında Rum Osmanlı vatandaşı yaşamaktaydı. Kilise, 'Taksiyarhis'e, yani Koruyucu Baş Melekler Cebrail ve Mikhail'e atfedilmiştir. “Taksiyarhis” sözcüğü Yunanca’da dört büyük melek (Cebrail, Azrail, İsrafil ve Mikail) anlamına gelir. Halen adanın en önemli anıt yapısını teşkil etmektedir.

Rumların geleneksel olarak uyguladıkları Bizans mimarisi stilindeki yapı, döneminde Cunda adasının metropol kilisesiydi. Antikçağ örneklerinden esinlenerek yapılmış bir kapı ile girilen büyük bir avlu içinde yer alan, kapalı Yunan haçı planlı yapının giriş kapısı, merdivenli ve sütunlu bir niş içindedir. Üç nefli yapının merkezinde, sekizgen kasnaklı bir kubbe yükselmektedir. Kagir beden duvarlarının iç yüzünde İsa'nın yaşamına ilişkin, oldukça tahrip edilmiş freskler mevcuttur. İki çan kulesinden sadece biri ayakta kalmıştır. Yığma tekniği ile örülmüş duvarlar ve sövelerde, yörenin ünlü taş ocaklarından çıkarılan sarımsak taşı kullanılmıştır. Dört taşıyıcı sütün, naosu kuzey ve güney olmak üzere iki nefe ayırır. Taşıyıcı sütunlar tuğladan yapılmış, kireç harçlı sıva ve alçı ile kaplanmıştır. Batıda narteks bölümü yer almaktadır. Doğuda ise iki nef ve bema, geç Bizans döneminin kilise mimarisini andıran dışarıya taşkın üç apsis ile bitirilmiştir. Bemanın apsisi daha büyük, yan apsisler daha küçüktür. Nefler ve bema, tonozlarla örtülmüştür ve üç yarım kubbe ile bitirilmiştir. Galeri, kadınlar bölümü (Gynaikeion) olarak yapılmıştır. İç mekân, kireç harçlı sıva ve alçı ile kaplanmış, dini figür tasvirleri, bitkisel ve geometrik motiflerle bezenmiştir.

Yapı, 1927-1928 yıllarında camiye çevrilmiş, ancak 1944 depreminde hasar gördükten sonra kullanılamamıştır. Bu sırada ikonostas sökülmüş ve tasvirlerin üstü boyanmıştır. 2014 yılında restorasyonu yapıldıktan sonra Rahmi M. Koç Müzesi olarak hizmete açılmıştır.

Resim 10-17 Rahmi Koç Müzesi

 

Resim 10-18 Rahmi Koç Müzesi

 

Resim 10-19 Rahmi Koç Müzesi içi

 

Resim 10-20 Rahmi Koç Müzesi içi

 

Resim 10-21 Rahmi Koç Müzesi içi 

Resim 10-22 Rahmi Koç Müzesi içi melek freskleri

Resim 10-23 Solda restorasyon öncesi melek tasvirleri sağda Hz. İsa’nın vaftiz edilmesi sahnesi. 

Resim 10-24 Restorasyon öncesi kilisenin hali

 

Resim 10-25 Kilisenin planı

Resim 10-26 Taksiyarhis (Apopsis Taxiarchṓn) Kilisesi yakınlarında Cundalılar. Taksiyarhis manastırı

 

Aşıklar Tepesi/Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı/Agios Yannis Şapeli ve Yel Değirmeni

Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı-Ayos Yannis Kilisesi, Cunda’da Aşıklar Tepesi üzerinde, küçük bir yapı. Üç denizi de gören bir konumda.

Resim 10-27 Şapel ve Yel değirmeni 

Şapel, Edremitli iki keşiş tarafından, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden kısa bir süre sonra kurulmuş ve Aziz Yahya’ya (St.John, St Yuhanna) atfedilmiştir. Devrinde önemli azizleri, patrikleri ve keşişleri barındırmıştır. Şimdi Büyükelçi Necdet Kent kitaplığı oldu. Aşıklar Tepesi, Cunda adasının her iki yakasının da panoramik olarak görülebileceği eşsiz bir seyir noktası.


 

Resim 10-28 Agios Yannis Kilisesi, küçük boyutlarından ötürü ‘Agios Yannis Şapeli’ olarak da bilinmektedir. 

Patrik Teodosios döneminde (1769-1773) İstanbul merkezli Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlanan manastırın ana kilisesi kuzeybatı kısmında bulunmaktadır (muhtemelen hemen yakınında kalan harap haldeki Agia Triayda Kilisesi). Bu Şapel de mimarisiyle manastırın vazgeçilmez bir parçasıdır. Aynı zamanda buradaki kitaplığı 1835 senesinden itibaren zenginleşmeye başlamış, dini kitaplar yanında 17. ve 18. yüzyılın kilise hukuku hakkındaki yayınlarıyla da ün salmıştır. Şapel sivri kemerli pencereleri sebebiyle muhtemelen 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş olmalıdır. Şapel, isminden de anlaşılacağı üzere ‘Vaftizci Yahya’ olarak bilinen ünlü azize atfedilmiştir. Bütünüyle taştan inşa edilmiştir.  Şapelin hemen bitişiğinde bulunan ve büyük bir olasılıkla manastıra gelir sağlaması için vakfedilmiş un değirmeni ise Ayvalık’taki diğer değirmenlerle beraber 19. yüzyıl başlarından kalma olmalıdır. Agios Yannis Şapeli’nin apsisi Ortodoks kiliselerinde uygulandığı üzere doğuya bakmaktadır. Kuzey cephesinde ise ikinci bir giriş kapısı ile iki penceresi daha bulunmaktadır. Şapelin içi tek mekândan oluşmakta olup üzeri çatı içerisine yerleştirilmiş tuğladan bir tonozla örtülüdür. Küçük boyutlarından ötürü yan apsisleri niş şeklinde olan yapının bu kısmında ortadaki apsiste Meryem Ana ve çocuk Hz. İsa, yanlarda ise azizlerden Yorgi (solda) ve Yahya (sağda) freskleri vardır. Buna ek olarak daha küçük boyutlarda diğer azizler de yine apsise nakşedilmiştir. 1923’te gerçekleşen mübadele sonrası şapel ve yel değirmeni işlevsiz kalmış; bakımsızlıktan, doğal afetlerden ve insan kaynaklı tahribatlardan ötürü zamanla harap olmuştur. 2000’lerin ortalarında gerçekleşen kapsamlı restorasyon ile yenilenmiştir. Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde hizmet veren kitaplığa; ilerleyen yaşı nedeni ile göz sağlığı bozulan, ‘Göremediğime değil, okuyamadığıma üzülüyorum.’ diyen Emekli Büyükelçi Necdet H. Kent’in ve eşinin ismi verilmiştir. Necdet H. Kent’in oğlu Muhtar Kent, merhum babasından kalma bin üç yüzü aşkın kitabı bu kitaplığa bağışlamıştır.


 Resim 10-29 Saint John i Koula Kilisesi / Agios Giannis ya da Koula Şapeli

 

Resim 10-30 Agios Yannis Kilisesi ve Panaya Kilisesi

 

Agia Triyada Kilisesi

Adanın ilk kilisesidir. 1865 yılında yeniden inşa edildiği söylenmektedir. 1922 yılına kadar ibadete açık olan kilise, mübadeleden sonra kendi kaderine terk edilmiştir. Üç duvarı ayakta olan kilisenin iç süslemeleri tamamen tahrip olmuş durumdadır. Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı'nın hemen alt tarafında bulunuyor. Etrafını çevreleyen üç duvarı hala ayakta. Bakkal sokağının başındadır.



Resim 10-31 Kilisenin Ayvalık isyanı sonrasında yıkılmış hali ve son durumu

Koimesis – Panaya/Panagia (Meryem Ana) Kilisesi

Konumu Bakkal sokağın sonundaki büyük boşluk alandaydı. Yıkıldıktan sonra taşları okul yapımında kullanıldı. Yakınındaki Agia Triyada Kilisesi ile karıştırılmaktadır. Tepe de duvar ve temel kalıntıları kalmış. 1863 yılında yapılan Panayia Kilisesi, Cunda Adası'nın en büyük ve en görkemli kilisesiydi. 1863 yılında yapıldığını Bergama Müzesindeki çanın üzerindeki tarihten biliyoruz. Kilisenin yapımında siyah granit taşlar, sarımsak taşı ve Nesos antik kentinden getirilen taşlar kullanılmıştır. Cunda adasının en büyük ve en görkemli kilisesi olarak bilinmektedir. Yüksek duvarlarla çevrilmişti. Kiliseye giriş beşer basamaklı üç kapıdan yapılmaktaydı. Yapı 1944 depremine kadar ayakta kalabilmiştir. 1954 yılında Agios Pandeleimonos Kilisesi kalıntılarıyla birlikte yapı taşları okul inşaatında kullanılmıştır. Günümüzde kilisenin duvar ve temel izlerinden başka hiçbir şey kalmamıştır.

Resim 10-32 Tahrip edilen Panaya Kilisesi (1919)

Resim 10-33 Sol üstte Triada kilisesi, sağ üstte Panagia Kilisesi önde ise Taksiyarhis Kilisesi (1906) 

Panayia Kilisesinin güney yönünde çok yüksek bir çan kulesi yer almaktaydı. Bu kule yörenin en yüksek çan kulesiydi. İnsani ve doğal tahribata, çıkan yangına ve 1944 yılında meydana gelen depremden hasar görmesine rağmen bütün göz alıcılığıyla ayakta duran Panayia Kilisesi, 1954 yılında bir okulun yapımı sırasında yıkıma uğruyor. Kilisenin o muhteşem çanı ise 1935 yılında Sivil savunma seferberliği sırasında herhangi bir tehlike karşısında halkı uyarmak için bir araca gereksinim duyulduğu gerekçesiyle Profit İlia(İlyas Peygamber) tepesine taşınıyor. Hikâye yi Girit Mübadillerinden Cundalı Ali Onay şöyle anlatıyor:

1928 yılında, Mübadele öncesi Ayvalık'ın yerlilerinden Çakırakis ile babam arasında başlayan ticari ilişki samimi bir dostluğa varmıştı. Bir gün babama yukarıdaki mahallede bulunan Panayia Kilisesi'ne gitmek için teklifte bulundu. Kilisenin güney yönünde çok yüksek bir çan kulesi vardı. Çakırakisle beraber kilisedeki gezintimizde çan kulesinin dibine geldiğimizde onun yine üzüldüğüne tanık oldum. Çakırakis birkaç defa daha "yazık, yazık" dedikten sonra anlatmaya devam etti. "Bu kilisenin inşasına bir Türk neden olmuştur". Babam şaşırarak "nasıl olur" dedi. Çakırakis devam eder;

Moskonisi'de (Alibey Adası) yaşayan Rumlar tarafından çok sevilen Emin Ali Baltacı adında yetenekli bir demirci ustası vardı. Demirci üç gece üst üste aynı rüyayı görür. Rüyasında Azizler, şimdi içinde bulunduğumuz kilisenin yerini göstererek 'git söyle bu yere bir kilise inşa etsinler, kilisenin çanını da sen yapacaksın' derler. Ali Ağa ilk gece rüyayı önemsemez, doğal karşılar. Fakat ikinci gece de aynı rüyayı görünce şaşırır ve heyecanlanır. Yine de kimseye bir şey söylemez. Üçüncü gece Azizler kilisenin yapılmasıyla ilgili söylediklerinin ilgililere söylenmesi hususunda Ali Ağayı sıkıştırırlar. Biraz korkan fakat fazlasıyla heyecanlanan Ali Ağa yatağından fırladığı gibi soluğu Episkopos'un evinin kapısında alır. Kapıyı çalarak Episkopos'un uyandırılmasını ve anlatacak çok önemli şeylerinin olduğunu söyler. Episkopos, Ali Ağayı tanıyan hizmetkarı tarafından uyandırılır. Ail Ağa ziyaretinin sebebini anlatmaya başlar; 'Aziz peder bu saatte sizi rahatsız ettiğim için beni affediniz. Üç gecedir azizler rüyama girerek belirttikleri yerde bir büyük ve güzel bir kilise yapılmasını istediklerini size söylememi emrediyorlar. İnşa edilecek kiliseye uygun bir çanın da benim tarafımdan yapılmasını şart koşuyorlar. Bu konu için sizi rahatsız ettim.' Episkopos, 'Geldiğine çok iyi ettin, ben böyle mukaddes meseler için rahatsız olmam. Sen şimdi evine dön ve uyu, yarın sabah kiliseye gel. Ben Kiliseler Kurulunu ve Şehir Meclisini toplayarak rüyalarınızı kendilerine anlatacağım. Elbet toplantıda konu değerlendirilir ve bir karara varılır' diyerek Ali Ağayı gönderir.

Ali Ağa Episkoposun ellerini öper ve evine döner. Sabah olduğunda doğruca Episkopi olan Ayia Triada Kilisesine gider. Heyetler toplantı halindedir. Görüşmeler bittiğinde Ali Ağayı çağırırlar bir kez daha onu dinlerler. Daha sonra hep beraber rüyasında gördüğü araziye, yani şimdi kilisenin bulunduğu yere gelirler. O zamana kadar herhangi bir yerleşimin olmadığı bu boş arazi beğenilir ve kilisenin inşasına karar verilir. Yıl 1860. Derhal hazırlıklar başlar. Sarmısaktan gemilerle getirilen taşlar bütün ada halkının ortak çabasıyla limandan kilisenin yapılacağı tepeye kadar elden ele taşınır. Hızlı bir çalışma başlar. Adanın en büyük ve en görkemli kilisesi yavaş yavaş yükselmeye başlar. Bu arada Ali Ağa planlanan çan kulesine uygun büyük bir çanın imalatı için Almanya'nın Bochum Dökümhanelerine sipariş verir. Çanı yaptıranın isminin ve imal tarihinin çan üzerine yazılmasını da ister. Kilisenin inşaatı bittiğinde çan kulesi yörenin ve Ayvalık'ın en yüksek ve taş işlemesi bakımından en güzel çan kulesi olmuştu. Kilisenin inşasının bitiş tarihiyle çanın imal tarihi aynıdır; 1863."

Çan gemiyle limana getirildiğinde adanın bütün halkı toplanmış sevinç çığlıkları arasında çanı karaya çıkarmışlar, elbirliğiyle arabaya yükleyerek kiliseye götürmüşler. Çan kuleye çekildikten ve yerine asıldıktan sonra büyük bir törenle kiliseyi ayine açmışlar. Çan sesinin Midilli'den ve Anadolu köylerinden duyulduğunu büyük bir heyecanla anlatmıştı Çakırakis. Kilisenin çan kulesi, alt bloğundan sonraki iki katı pembe sarmısak taşından, çeşitli motiflerle işlenerek inşa edilmişti. Görülmeye değer bir sanat şaheseriydi. Böyle işlemeli ve yüksek bir çan kulesi Ayvalık'ta olmadığı gibi İstanbul'da dahi görmedim. Ne yazık ki o çan kulesinden şimdi elimizde yalnız iki sütun başlığıyla bir sütun alt taşı bulunmaktadır. Çan, Bergama Müzesi'nde sergilenmektedir. Oysa çan adanın malıdır ve tarihi temsil edecektir. 

Kilisenin, Macaroni ve Aliağa’da çiftlikleri olan Baltazzi ailesi tarafından Almanya’da yaptırılan ve üzerinde Yunan harfleriyle ‘E.A.Baltazzi 1863’, yazan çanı Bergama müzesi bahçesinde sergileniyor. II. Dünya savaşı yaklaşırken 1936 yılında çan kilisedeki yerinden çıkarılarak Ayvalık İlk Kurşun tepesine getirildi. Saldırı anında Ayvalıklılara ve Cundalılara bu çan ile alarm verilecekti. Sonrasında Bergama müzesine gönderildi. Bu çanın Köln şehrindeki bilinen en büyük çandan daha büyük ve ağır olduğu saptanmıştır.

Agios Dimitrios Kilisesi

Bir zamanlar doğuya doğru yel değirmenlerine yakın bir bölgede, Mevlana caddesi üzerindeydi. Günümüze kalan kayda değer bir kalıntısı yok. Sadece giriş kapısından bir bölüm kalmıştır. Kilisenin hesap işlerinin yürütüldüğü bölüm günümüzde bakkal olarak işletilmektedir.

   


Resim 10-34 Kiliseden kalanlar.

Agios Pandeleimonos Kilisesi

Adanın Kuzeybatısındaydı. Ayos Nikolaos Kilisesi gibi denizciler tarafından, azizleri anısına inşa edilmiştir. Anlatılanlara göre doğuya bakan yönde, 15 Eylül caddesi ile Maden caddesi arasındaydı. Panaya kilisesi gibi taşları okul yapımında kullanılmıştır.


Resim 10-35 Solda geri planda Agios Panteleimonos kilisesi gözüküyor (1956 yılı). Bugün tamamen yıkılmış haldedir. Sağdaki haritada mor işaretli alandaydı 

Agios Nikolaos Kilisesi

Cunda’dan Pateriça yoluna saptığınızda soldaki mezarlığın yakınında bulunuyormuş, günümüze yıkıntıları kalmış.

    

Resim 10-36 Üstte kiliseden arta kalan taşlar.Alttaki haritada mavi nokta kilisenin mezarlığın bitişiğindeki yerini gösteriyor.


 Resim 10-37 Aziz Nikolaos yıkıntıları

Çataltepe Kilisesi

Cunda adasında Pateriça burnuna giderken sağ kolda kalan iki kulaklı tepede kalıntıları bulunmaktadır.

Resim 10-38 Kilisenin kalıntıları

Hamidiye Camii

Cunda Hamidiye camii 1895 yılında Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Adanın tek camisidir. Caminin arkasındaki beyaz bina Panagia Kolopanou şapelidir. Cami şapelin arsasına yapılmıştır.


Resim 10-39 Soldaki resimde Hamidiye camii şehrin dışında tek başına. Sağdaki resimde önde sağda Despot evi, karşısında Cunda mektebi ve ileride Hamidiye camisi  

Resim 10-40 Hamidiye camii

Resim 10-41 Despot evi ve Hamidiye camiinin denizden görüntüsü 

Adanın ilk camisi şimdiki Taksiyarhis Kilisesinin bulunduğu yerin karşısındaki büyük arsanın doğu kısmındaydı. 1915 Kasım’ında Rumların adaya yapmış oldukları baskında Rumlar tarafından yıkılmıştır. Bu cami Taksiyarhis Kilisesinden çok önce inşa edilmiştir. İkinci cami (şu anki cami) 1906 yılında Midilli kökenli kaymakam Mehmet Bekir Bey tarafından Sultan II.Abdülhamid döneminde yaptırılmıştır.


CUNDA MANASTIRLARI

Manastır, belli bir tarikata mensup fertlerin çalışma, eğitim ve ibadetlerini tamamen Tanrıya adamak üzere, toplumdan ayrı bir şekilde, cemaat halinde yaşayabilmelerini temin maksadıyla düzenlenmiş olan yapı, ya da yapılar topluluğudur. Manastırlar kadın ve erkek manastırları olarak ayrı yapılmıştır. Manastır yaşantısı, III. yüzyılın sonlarında insanların, oruç tutmak ve derin düşünceye dalmak maksadıyla çöllere ve dağlara çekilmeleri şeklinde başlamıştır. Mısır’da başlayan manastırcılık, kısa sürede Orta Doğu’ya oradan da Anadolu ve Avrupa’ya yayıldı.

İnsanlar, günlerini dua ederek ve el emeğiyle çalışarak geçirdikleri yerleşkelerde toplandılar. Dinsel nedenlerle evlenmeme, cinsel ilişkide bulunmama, Qumran (İsrail’de antik şehir) gibi bazı Yahudi topluluklarında daha önceleri uygulanmıştı. Bu durum kadınları Hıristiyanlıkta daha belirsiz bir durumda bıraktı. Bir taraftan Havva geleneğinde, sakınılmaları gereken, baştan çıkaran kadın olarak görüldüler. Öte yandan Kilise papazlarının vaizleri, kadın tenine bir anlık bakışla uğranacak tehlikelerin korkunç uyarılarıyla doldu. Bu durumda kendini bakireliğe adayanlar, daha belirli bir konum elde ettiler (Bakire Meryem kültü aynı yıllarda ortaya çıktı).

Manastırların bağımsız gücünü kendilerine ve Kilise yönetimlerine tehdit olarak gören İmparatorlar çıkardıkları kanunlarla manastırların kontrolü altındaki toprakları ve yönetimini yavaş yavaş kontrollerine almaya başladılar. 6. yüzyıldan itibaren Manastır keşişleri kentlerde papazlık görevine kabul edilmeye başlandı. Bu değişiklik ile kendi arzularıyla toplum dışına çıkan keşişler artık toplumsal düzenin bir parçası haline geldiler. İngiltere Kralı VIII.Henry 1536’da manastırları kapatarak, arazilerini devlet adına şahıslara sattı.  XVI. yüzyıldaki Protestan reformunu ve 1789’daki Fransız Devrimi’ni takiben birçok manastır yok edildi. Ancak XIX. yüzyılın ortalarında sömürgecilik ve artan misyonerlik faaliyetleriyle Afrika, Amerika ve Japonya’da manastırlar yeniden kurulmaya başlandı. XX. yüzyılda, manastır cemaatleri aktivitelerini dini faaliyetlerin yanında halkın barınma, beslenme, sağlık hizmetleri ve yüksek öğretimi de kapsayacak şekilde genişlettiler.

1817 sayımına göre, ada üzerinde 7 manastır vardı. Sonradan inşa edilen, Cunda’nın kuzeydoğusuna uzanan Ayvalık yönündeki ucun tepesinde bulunan Evan Gelistriya Rahibeler Manastırıyla sayıları, sekize ulaşmıştır.

Resim 10-42 Harita üzerinde Kilise ve Manastırların yerleri

 

Ay Işığı Manastırı / Aydimitri Ta Selina

Pateriça’nın ikinci köyünden sonra bir patika aracılığıyla manastıra ulaşılıyor. Adının anlamı ‘Enginarlıktaki Aya Dimitri’ olan manastıra, ay ışığında büründüğü büyüleyici güzellikten yola çıkılarak Ay Işığı Manastırı denmiş. Cunda adasının kuzeye uzantısı olan Pateriça yarımadasının en ucunda, dik bir tepenin denizle birleştiği noktada yer alır. Manastır 1770’lerde onarım görmüş. Pateriçanın anlamı Koltuk değneğidir. Son yıllarda yeniden restore edilen yapı özel mülk.

 

Resim 10-43 Ay Işığı Manastırının restorasyon önceki hali

Resim 10-44 Restorasyon sonrası hali

Resim 10-45 Ayışığı manastırının eski hali. Kartpostal 1905 tarihinde gönderilmiş. 

Leka Panaya Manastırı (Koruyan Meryem Manastırı)

Cunda adasının Dalyan boğazında, zeytinlikler içinde, boğaza egemen bir yapı; ada merkezine en yakın manastır. Leka adının nereden geldiği bilinmiyor. Restorasyonu yapılarak günümüze kazandırılmış olan yapı, bugün, bir ailenin malikanesi olarak kullanılıyor. Manastır’ın ilk sahibi Cunda piskoposu Peisios idi.

Resim 10-46 Üsteki büyük yapı olan manastır günümüzde bir ailenin özel konutu. Sağdaki deniz kenarındaki küçük binada bir başka aileye ait. 

Manastır 3 Haziran 1821 ayaklanmasında harap olmuştu sonradan afla geri dönenler 1835 yılında kalıntıların üstüne Manastırı yeniden yaptılar. Zeytin ormanının içinden yükselen, kıyıdaki tüm güzelliklerin içinde, boğazın kenarında olan yapı onarım görmüş olmasından dolayı anıtsal mimarisini sergilemeye devam eder. İçindeki kilise, yatakhane, mutfak, kitaplık, idari işler ile ilgili odalar, çamaşırhane, konuk odaları gibi manastırı oluşturan mekanlar belli bir düzen içinde konumlandırılmıştır.

Evangelista Manastırı (Euangelístrias)

Manastır kızlar için kurulmuş. Cunda adasının güneydoğusunda yer alan burnun ucundaydı. 3 dönüm arazide sarımsaklı taşından 1900’li yıllarda yapılmıştı. İçinde bir de kilise mevcuttu. Son sahibi tarafından 1970’lerde bir gecede yıkıldı.

Resim 10-47 Evangelistriya Manastırının harita üzerindeki yeri

Resim 10-48 Evangelistriya Manastırı henüz yıkılmadığı dönemden iki fotoğraf.

Resim 10-49 Evangelistriya Manastırı 

Vaftizci Yahya Manastırı

Üzerinde Hagios Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) Manastırı bulunan Tavuk Adası Cunda adasının hemen karşısında yer almaktadır. Ada yaklaşık 260 x 170 metre ölçülerinde ve doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Doğu yönünde en geniş kısmına ulaşan ada, yine bu yönde bir tepecik ile 7 metre yüksekliğe ulaşmakta, batı kısımda yaklaşık 46 metreye kadar daralmaktadır. Hem ana karaya bu kadar yakın olması ile doğal gereksinimlerin kolaylıkla temin edilebilirliği, hem de ana karadan ayrı bir yerleşim oluşundan dolayı gürültü ve diğer dış etkilerden arınması, adanın yaşam alanı olarak tercih edilmesinde önemli rol oynamıştır. Ada üzerine Hıristiyanlar için kutsal öneme sahip bir kişilik olan ‘Vaftizci Yahya’ adına bir manastır inşa edildiği ve inananların vaftiz için adada bulunan Ayazmaya geldikleri bilinmektedir.

Resim 10-50 Tavuk adası manastırı

Antikçağdan günümüze kadar farklı siyasi ve etnik gruplara ev sahipliği yaptığı bilinen ve tüm tarihi boyunca Pagan, Hıristiyan ve Müslüman idareleri arasında sıkça el değiştiren Anadolu ve Ege Adaları'nda siyasi ve dinsel açıdan geçişler yaşanmıştır. Sonraki dönemlerde Rum Ortodoks Kilisesi'nin etkisi altında kaldığı bilinen bölge, Antikçağda Helen kolonilerine dayandırılmakta. MS VI. yüzyılda korsan saldırılarından, MS VII. yüzyılda ise İslam donanmasının İstanbul'a ulaşmak için Akdeniz fetihlerine başlamasıyla, Haçlı, Venedik, Ceneviz, Türk, Karesi Beyliği arasındaki çatışmalarda yıkılıp yeniden iskan edilmiştir. MS X. yüzyılda Yunda Adası'nda yeniden küçük bir yerleşim kuruldu. MS XIII. yüzyıl sonunda Ege Denizi'nde korsanların hâkimiyeti ve Ayvalık ve çevresindeki yerleşimlerin yeniden iskânı söz konusudur. Kâtip Çelebi’nin Cihannüma adlı eserinde bahsettiği gibi Ayvalık çevresindeki ilk Türk yerleşimi 1462 Midilli Adası'nın Fatih Sultan Mehmet tarafından alınması ile paraleldir.

1821 Ayvalık isyanında, bölgedeki diğer yapılar gibi zarar görmüş olan manastır, yaklaşık on yıl boyunca kullanılmamıştır. S.Karaiskakis, 1821 İsyanı sırasında Yunan donanmasının yenik düşen üyelerinin Tavuk Adası'ndaki manastırda toplandığından söz etmektedir. Geçen bu zorlu süreç içerisinde birçok göç yaşanmış, Balkan Savaşları'nın ardından 1914 yılında tehcir, 1915 yılında isyan, 1923 yılında mübadele süreçleri devam etmiştir.

Doğu Roma’nın çöküşü ile (1453) Edremit Kadıköy'den gelen iki keşiş, ada üzerinde ilk kiliseyi inşa etmişlerdir. Adadaki kilisenin ilk kuruluşundan bir süre sonra Aynaroz'tan gelen keşişler, yapıyı bir manastır haline getirir ve böylece manastır Aynaroz'a bağlanır. 1677'de ilk başpapazın atandığı ve 1762-74 yılları arasında onarım geçirdiği bilinmektedir. 1806 tarihli mermer kitabede yeni yapımdan bahsedilen manastır yapısı 1821 isyanından sonra 1830'da tekrar onarım görmüştür. Son olarak, 1867 ve 1870 depremleri sonrasında 1878'de aynı temeller üzerinde yeniden yapımı söz konusudur. Kaynaklarda, 1677'de manastırdan ‘Monidrion’, İncil'de yazdığı gibi (Markos İncil'i) halk arasında Hagia Kara, 1769- 73 yılları arasında ise ‘stavropigiakimoni’ olarak anılmaktadır. 1774 yılında Moskonisya Episkoposluğu'na bağlanmaktadır. Manastırın kilisesinde Ioannes Prodromos ve Taksiyarhis ikonalarının yanı sıra; çok büyük boyda bir Theotokhos Meryem ikonası ve çoğu 18. yüzyıla ait başka ikonalar da mevcuttur. İki rölik[248]  kutusu içinde: Ioannes Hrisostomas, Hagios Prokopis, Grigorios Thelogos, Aziz Elefterios, Aziz Trifon, Aziz Krikos, Aziz Kiprianos ve Kırk Azizlere ait rölikler bulunmaktadır. Bütün rölik kutuları, 1817'ten önce gümüşle kaplanmıştır. Kilisenin içinde Ipsara Adası'ndan getirilmiş bir diskopotiron da bulunmaktaydı. 1854'de İzmirli Paisios tarafından yapılan sayımda, sadece bir adet rölik kutusunun kaldığı belirtilmektedir. Bu bilgi, 1821 isyanından 1832'deki af fermanına kadar geçen dönemde bazı kayıplar olduğuna işaret etmektedir. Rumlar 1821’de Osmanlı’ya başkaldırılarında, Yunan Amirallerinin bu manastırda toplanıp, Ayvalık’ın ve Cunda’nın isyan planlarını yaptıkları söyleniyor. 1826 yılında başpapaz tarafından komple bir onarım söz konusu, bu yüzden Drakos Kirillas, Gudohiras'tan övgüyle söz etmektedir. Evstratios Drakos, kitabında ada ve ada üzerindeki manastır için, kutsal günlerde ve büyük panayırlarda, yaklaşık 10.000 kişinin adada şenlik havasında toplandığı, çok sayıda gemi ve sandalın yanaştığı, misafirlerin konakladığı 128 hücresinin bulunduğu, önce 72 daha sonra 100 ciltlik bir kütüphaneye sahip olduğu, 1821 Yunan İhtilaline kadar bütün birimlerin 2 katlı olduğu, üst katların ahşap revaklar ile çevrildiği ve buna benzer birçok somut betimlemeler ile yapılan ifade geçmektedir. Ayvalık depreminde ağır hasar alan Manastır 1948 yılında dinamitlenerek yıkılmıştır. Ada'da yaşam manastırın yıkımından sonra tamamen sona ermiştir ve manastır günümüzdeki görünümüne 19. yüzyılın sonunda kavuşmuştur. 2012 yılında manastırın yer aldığı arsa üzerinde, kazı çalışmaları yapılarak manastırın temel izlerinin tamamına yakını ortaya çıkarılmıştır. Yapının %90'a yakın kısmı tamamen yok olmakla birlikte, plan şemasını izleyebilecek düzeyde temel ve duvar izleri tespit edilmiştir. Yapının günümüze ulaşan en sağlam kısmı, kilisenin apsis duvarı ve kısmen kuzey ve güney duvarlarıdır.

Günümüzde Tavuk Adası üzerine ulaşımın sağlanması için biri kuzey diğeri güney yönünde olmak üzere iki adet rıhtım bulunmaktadır. Kuzeyde modern iskelenin altında manastır yapısı ile çağdaş ve bölgedeki yoğunluğu karşılayabilecek büyüklükte olduğu düşünülen taş rıhtım alanı bulunmaktadır. Rıhtım taş döşeli bir yol ile manastır kompleksine bağlanmaktadır. Bu sayede adanın dışarıya açılan kapısı olarak tasvir edilebilmektedir. Taş rıhtıma ait sarımsak taşından oluşturulan bloklar dağılmış halde sualtında bulunmaktadır.  Kuşkusuz bu alana yapılan rıhtım, ada üzerinde yer alan ve ilk evresi MS 1453 yılından hemen sonraki tarihlere verilen manastır ile çağdaştır, ancak manastırın ilk inşa edildiği dönemden günümüze kadar çok sayıda onarım ve inşa evresi geçirmiş olduğu bilinmektedir.

Kutsal gün ve düzenlenen büyük panayırlar için gelenlerin tekne ve sandalları ile yanaşarak adaya çıkması için kullanıldığı anlaşılan taş rıhtım alanının işlevini, günümüzde üzerine inşa edilen beton ve devamındaki modern ahşap iskele sürdürmektedir. Taş rıhtımın, 1880 yılında çekilen, rıhtımın bir bölümünün görüldüğü fotoğrafta, sağlam ve deniz seviyesinin oldukça üzerinde olduğu görülmektedir. 1949 yılında çekilen bir başka fotoğraf ise 1973 yılında burada çekilen bir Türk filmindeki iskeleye benzemektedir. Fotoğraflardan da anlaşıldığı kadarıyla orijinal rıhtım 1880 ile 1949 yılları arasındaki bir tarihte sualtında kalmış olmalıdır. Bu iki tarih arasında bölgedeki kıyı şekillerini değiştirebilecek ölçüde Ayvalık depremi gerçekleşmiştir. Olasılıkla 1944'te meydana gelen ve yıkıcı büyüklükte olduğu bilinen deprem sonucunda taş rıhtım hem deniz seviyesinin yükselmesi hem de taş rıhtımı oluşturan duvarların yıkılmasıyla sualtında kalmıştır. Günümüze az sayıda ulaşan taş bloklar ile antikçağa ait olduğu tespit edilen taş rıhtımın, büyük ticaret ya da savaş gemileri için organize edilen yüksek işçilikli limanlardan ziyade, özel amaçla inşa edilen düşük işçilikli ve küçük kapasiteli bir rıhtım alanı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde ada özel mülktür.

Halk yaz mevsiminde ve pazar günleri ve kışın güneşli havalarda bu manastıra sandallarla geliyordu. Ioannes Prodromos'un ölüm yıldönümü olan 29 Ağustos’ta ada üzerinde büyük panayırların düzenlendiği ve Ali Bey Adası, Ayvalık, Küçükköy, Edremit, Dikili ve Bergama gibi yerleşimlerden gelen cemaatin burada toplandığı bilinmektedir. Manastırdaki ikinci büyük panayır, 14 Eylül'deki Timi Stavro Günü (Kutsal Haç Yortusu) idi. Her yıl bu tarihte Balya'dan gelen Pontuslu Madenciler, manastırın misafirhanesinde kalıyordu. Halk, Büyük Perhizin ilk günü olan Kathara Defthera (Temiz Pazartesi) ve Paskalya’dan sonraki ilk pazartesi Lambro Defthera (Aydınlık Pazartesi) günü de, Ioannes Prodromos Manastırı'nda toplanarak şenlikler yapılmaktaydı. Tavuk Adası üzerinde yer alan Hagios Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) Manastırı, yakın çevrede bulunan toplam 12 manastırın en eski tarihli olanıdır.

Resim 10-51 Tavuk adasına Cunda’dan bakış

Çamlı Manastır / Taksiyarhis Ta Çamya

Adanın merkezinden yaya olarak ve Pateriça yolundaki eski çeşmenin sol yanı izlenerek, rahat bir yürüyüşle bir saatte varılabilir. O eski yıllarda Ayvalıklıların, Cundalıların, çam kokulu havasını solumak için günübirliğine gittikleri bir tatil ve 1 Mayıs kutlama yeriydi. Monastery of Taxiarches (the chamia) 1770 yılında yapıldığı sanılmaktadır. 1821 isyanında büyü hasar gördü 1944 depreminde yıkıldı. Tepenin en üst noktasında deniz seviyesinden 190 metre yükseklikten Edremit körfezine bakmaktadır.


 

Resim 10-52 Çamlı manastır kalıntıları

 

Profit İliya Manastırı / İlyas Peygamber Manastırı

Bulunduğu yer Nesos ya da Porselene antik kentinin mezarlığı üzerindeydi. Boğaz Köprüsünden Cunda’ya gidiş yönünde, Köprüyü 200 metre geçtikten sonra sağda denize doğru. İnşa tarihi olarak 1760 tarihi belirlenen manastır 1970’li yıllara kadar varlığını sürdürebildi. Şimdi kalıntısı bile yok. Muhtemelen taşları da yeni inşaatlarda kullanıldı.

Resim 10-53 Haritada İlyas Peygamber manastırı yeri.

Ayion Apostolos Manastırı

Pateriça burnunda bulunan Ayışığı Manastırının bir km güneydoğusundadır. 1923 yılında zaten harabe durumdaydı. 1930’lu yıllarda Pateriça köylüleri manastırın taşlarını köy evlerinin inşaatlarında kullandılar. Manastırın olduğu yerde sadece bir sarnıç kalıntısı kalmıştır.

Resim 10-54 Ayion Apostolos manastırı karşıdaki burunun iç taraflarındaydı. 

Ai Dimitri Manastırı

Cunda merkeze giden sahil yolunda 500 metre gittikten sonra yolun solundaki tepeye bakarsanız bu küçük manastırı göreceksiniz.

Resim 10-55 Manastırdan kalan küçük yapı.

Resim 10-56 Manastırın haritadaki yeri.

Agios Yorgis Manastırı/Kızlar Manastırı

Pateriça koyundaki Güvercin adasının üzerinde Aya Yorgi (Agios Yorgis, Agios Georgios, Saint George, Saint George of Psifi, Agios Giorgis tis Psifi) Manastırı'nın kalıntıları var. Manastırın geçmişi Orta çağ’a Bizans'a kadar uzanıyor. En geniş yeri 51 metre, uzunluğu 210 metre. Burası Tanrının yarattığı bir balık üreme alanı, dalyandır.

Resim 10-57 Kızlar manastırı

Hekatoness Adaları'nın küçük ama etkileyici tarihsel coğrafyasını hissettiren adalarından. Adanın Sen Corciyo (Güvercin adası) denilen kısım üzerinde bir manastır mevcuttur. Yabani güvercinlerin yaşadığı ada eski bir korsan sığınağıdır. Yaşlandıklarında, günahtan arınmak için adaya gelen korsanların sığındığı, Orta çağa ait Aya Yorgi Manastırı’nın kalıntıları, geçmiş günlerin görkemini hala taşımaktadır. Doğal bir dalyandır

Resim 10-58 Kızlar manastırının Cunda tepesinden görünümü.

  

  

DÜNYANIN VE TÜRKİYE’NİN EN YAŞLI ZEYTİN AĞAÇLARI

Dünyanın en yaşlı zeytin ağacı Girit adasındaki Hanya(Chania) şehrinin Kolymvari Belediyesine bağlı Ano Vouves köyündedir. Zeytin ağacı 2.500 yaşında.

Resim 10-60 Dünyanın en yaşlı zeytin ağacı - Girit



‘Herkese aitim ve kimseye ait değilim,

siz gelmeden önce de buradaydım, siz gittikten sonrada burada olacağım.’

 

Resim 10-61 Milas’ın Kazıklı mahallesindeki “Ata Ağaç” Türkiye’nin en yaşlı ağacıdır. Zeytin ağacı 3 bin 200 yaşında.

 

Antik Dönem Şampiyonlarının Zeytin Dalından Taçları

 Olimpiyat Oyunları'nın kökeni Antik Yunan'da yapılan şenliklere dayanır. İlk olimpiyatlar, Eski Yunan'da Tanrı Zeus adına yapılan şenliklerdi. Zeus ve diğer Tanrıların Yunanistan kıtasının en yüksek dağı olan Olympos’da yaşadığına inanıldığı için törenler buradaki tapınağın yakınında yapılırdı. Herakles’in Zeus tapınağının yanına diktiği yabani zeytin ağacının dallarından yapılmış taçlar da müsabakalarda kazanan oyunculara takılırdı. Zeus ve diğer tanrılara MÖ 776 yılında Yunanistan'ın Olympia bölgesinde, Isparta Kralı Likorgos'un da önerisiyle yapılan şenlikler, tarihteki ilk olimpiyat oyunlarını temsil eder. Bölgenin yakınındaki Elis kentinden Koroibos adı bir aşçı, stadyumdaki 180 metrelik yarışı kazanmasıyla Olimpiyatlar başladı. İlk 13 Olimpiyatta (MÖ 724 yılına kadar) yalnızca bu branşta yarışmalar yapıldı.


Resim 10-62 Üstte Olympos’daki müsabakaların yapıldığı yer, altta Atina Panathinaiko Stadyumu 

Önceleri 32 metre genişliğinde, 192 metre uzunluğunda bir pistte koşulardan oluşan oyunlara sonraları değişik mesafelerde yarışlar, disk ve cirit atma, uzun atlama, boks, güreş, atlı araba yarışları gibi branşlar eklenerek şenliklerin süresi de bir günden beş güne çıkarıldı. İlk başlarda ölülerin ruhlarının 8 yılda bir dirileceği inancıyla 8 yılda bir düzenlenen oyunlar, daha sonra 4 yılda bir yapılmaya başlandı.  Sadece Yunanlı erkeklerin katılabildikleri yarışlar, çıplak olarak yapılır ve kadınlar tarafından seyredilemezdi. Oyunlara katılan yarışmacılar, 10 ay önceden çalışmalara başlar, şenliklerden 1 ay önce de Elius'a gelerek rakipleriyle birlikte sıkı bir çalışma içine girerlerdi. Oyunlarda yarışmacılara ödül olarak zeytin dalından yapılmış çelenkler takılırdı.

 MÖ 146'da Yunanistan'ın Romalılar tarafından işgal edilmesi üzerine oyunlar Atina'ya alındı. MS 426 yılında Bizans İmparatoru 2.Theodosius, Olimpiyat Oyunları'nın yapıldığı stadyum ve tapınakları yıkarak pagan olimpiyat geleneğine son verdi. Ayrıca MS 522 ve 551 yıllarında yaşanan iki deprem ve sel felaketi de bu tesislerde büyük hasar meydana getirerek Eski Olimpiyat Oyunları'nın izlerini büyük ölçüde ortadan kaldırdı.

16. ve 17. Yüzyıllarda Fransa ve İngiltere’de olimpiyat adıyla yarışmalar düzenlenip bu ruhu yeniden canlandırmaya çalışılsa da yaygınlaşma sağlanamadı. 1856 yılında zengin bir Yunanlı olan Evangelis Zappas Olimpiyat oyunlarını Yunanistan’da yeniden canlandırmak için gereken yardımları yapmak istediğini belirten bir mektubu Kral Otto’ya sunarak olimpiyat sürecini yeniden başlattı. Zappas 1859 yılında Atina şehir meydanında yapılan ilk oyunların sponsoru oldu.  Oyunlara Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan sporcular katıldı. Ardından Zappas antik Panathenaic stadyumunu restore ettirerek olimpiyat oyunlarının bundan sonra burada yapılmasını sağladı. 1870 ve 1875 Olimpiyatları Panathinaiko Stadyumunda gerçekleşti. 1870 olimpiyatlarını 30 bin seyirci izlemişti.

Modern Olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertın'dir. İlk Modern Olimpiyatlar ise 1896 yılında Atina'da düzenlendi ve ardından her 4 yılda bir yapılmaya başladı. İlk modern olimpiyatlar Fransız Baron Pierre de Coubertin 1894’de başlayan çabalarıyla, Atina’da 1896 yılında gerçekleştirildi.  Aslında Baronun ilk düşüncesi olimpiyatları 1900 yılında Paris’te başlatmaktı ama 34 ülkenin temsilcileri olimpiyatların yeniden başlangıcının 1896 yılında Atina’da yapılmasını istediler. 1900 Paris oyunlarında ilk defa kadın sporcular da yarıştı. 1916, 1940 ve 1944 yılı olimpiyatları birinci ve ikinci Dünya savaşı nedeniyle yapılamadı.

Maraton koşusu Antik olimpiyatların bir branşı değildi. İlk kez 1896 Atina olimpiyatlarında, Marathon’dan Atina’ya kadar olan 40 km lik mesafe koşuldu. Maraton yarışı, MÖ 490 yılında Perslerin Marathon’a çıktıkları haberini Sparta donanmasına haber vermek için Pheidippides’in 238 km koşusunun anısına düzenlenmişti. 1908 Londra olimpiyatlarında maraton koşu mesafesi 42.195 km olarak standartlaştırıldı. Bu mesafe yarışın başlangıcı olan Windsor Kalesi ile bitiş noktası olan White City stadyumu arasındaki mesafeydi.

Zeytin Dalı Neden Barış Anlamına Gelir?

Zeytin dalının Batı uygarlığında barışın simgesi olarak kullanılması, Yunanistan'ın en az MÖ 5. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Antik Yunanlılar, zeytin dallarının bolluğu temsil ettiğine ve kötü ruhları uzaklaştırdığına ve zeytin dalı, Yunan barış tanrıçası Eirene'nin niteliklerinden biri olduğuna inanıyordu.

Zeytin Dalı Metaforu Nedir?

Birine zeytin dalı uzatırsanız, bir anlaşmazlığı veya kavgayı bitirmek istediğinizi göstermek için bir şey söyler veya yaparsınız.

Sonsuzluğun ve Ölümsüzlüğün Simgesi Zeytin Ağacı…

86'da M.Ö. Roma diktatörü Lucius Cornelius Sylla tüm zeytin ağaçlarını kesmeye karar verdi. Odun, savaş silahları yapmak için kullanılacaktı. Zeytin ağaçlarının yok edilmesi, halk tarafından bir ölüm alameti olarak hissedildi. Şair ve devlet adamı Solon daha fazla zeytin ağacı dikmeyi ve onları Zeus'un koruması altına almayı teklif etti. O zamandan beri yok edilemez olarak kabul edilen zeytin ağacı ölümsüzlüğü simgeliyor.

Zeytin Ağacı Bilgeliği Simgeliyor

Deniz tanrısı Poseidon ve bilgelik tanrıçası Athena, insanlığa sunacak en değerli hediyeyi bulacaklardı. Poseidon bir at, Athena ise bir zeytin ağacı verdi. Athena, zeytin ağacını tüm olası kullanımları nedeniyle seçti: yemek için zeytin ve zeytinyağı ve tedavi edici özellikleri, ısı kaynağı olarak odun. Efsaneye göre Antik Yunan'ın tüm tanrıları, Athena'nın insanlığa armağanı olan zeytin ağacının dibinde doğmuştur. Şükranla, Yunanistan'ın en önemli şehri Atina olarak adlandırıldı.

Zeytinyağı ve Ritüeller

Yunan ve Roma kültlerinin adak ve kurbanlarında zeytinyağı bulunur. Yedi kollu büyük şamdanlarda, Çadırların ve Kudüs Tapınağı'nın aydınlatmasında yakıt olarak kullanılır. Zeytinyağı, az dumanla büyük bir alev üretir. Yahudi geleneğinde zeytinyağı ilahi varlığı sembolize eder.

İncil metninde zeytinyağı, meshin ana unsurudur. Kraliyet ayinlerinde ve vaftiz ayinlerinde kullanılır. Zeytin ağacı ve zeytinyağı, 4. yüzyıl kilisesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Kudüslü Aziz Cyril, vaftizi “İsa Mesih olan verimli zeytin ağacının meyvelerine katılmak” olarak değerlendiriyordu.

Zeytinyağı Kuran'da "Kutlu bir ağacın yağı, ne Doğu'dan ne de Batı'dan olan zeytin ağacı" olarak tanıtılır.

Zeytinyağı, bir aydınlanma kaynağı olduğu için uzun zamandır ışığı ve bilgiyi sembolize etmiştir.

 

Resim 10-63 Kutsal zeytin ağacı

 

Cunda’ya adı verilen komutan Ali Çetinkaya

Afyonkarahisarlı Şerifoğlu Ahmet Ağa’nın oğlu olan Ali Bey, 1878 yılında Afyon’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Bu günlerdeki lider davranışları yüzünden arkadaşları o’na ‘Vezir Ali’ demeye başladılar. Babasını küçük yaşta kaybetti. Anası Fatma Hanım’ın çabası ile Bursa Askeri Lisesi’ne gönderildi. Oradan Harp Okulu’na geçti ve 1898 yılında teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı. Yüzbaşı oluncaya kadar geçen süre içerisinde Makedonya ve Arnavutluk dağlarında çetecilerle çarpıştı. 1907 yılında Manastır’da örgütlenen ‘İttihat ve Terakki’ içinde yer aldı. Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdi. 1919‘da Trablusgarp Cephesi’ne gönderildi. Burada Mustafa Kemal ‘in yanında bulundu. Balkan ve I. Dünya Savaşları’nda cephelerde savaştı.

Mondros Mütarekesi’nin görüşüldüğü günlerde Ayvalık’ta 172. Alayın Kumandanlığını yapıyordu. 15 Mayıs 1919‘da İzmir’e asker çıkaran Yunanlılar, 28 Mayıs‘ta Ayvalık’a çıkmak istediler. İstanbul’dan gelen emir, ‘Bırakın çıksınlar’ biçiminde olmasına rağmen Ali Bey, Yunan’a ilk kurşunu atarak, direnişi ve böylece Millî Mücadeleyi resmen başlattı.

Ali Bey 1919 yılında yapılan seçim sonunda Afyonkarahisar Mebusu olarak, Osmanlı Mebussan Meclisi’ne girdi. Ancak kısa bir süre sonra İngilizler tarafından tutuklanarak, birçok vatansever aydın gibi Malta’ya sürüldü. Malta’dan kurtulup yurda döndüğünde Birinci Meclis’te Afyonkarahisar Milletvekili olarak yerini aldı. Ali Bey, fikir ayrılıkları dolu olan Birinci Meclis’te, Birinci grupta yer aldı. İkinci Meclis’te Atatürk’ten yana olanların büyük çoğunluk sağlamalarında Ali Bey’in büyük payı oldu. İkinci Mecliste Cumhuriyet Halk Partisi Programı ile Anayasa taslağının hazırlanmasında Kazım Karabekir, Ziya Gökalp, İsmail Canbolat, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Celal Bayar ile birlikte görev aldı.

Uzun yıllar Halk Partisinin Grup Başkanlığı görevini sürdürdü. Doğudaki Kürt isyanlardan sonra kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanlığına getirildi. 16 Şubat 1934 tarihinde Bayındırlık Bakanlığına atandı. Ulaştırma İşlerinin Bayındırlıktan ayrılması üzerine oluşturulan Ulaştırma Bakanlığının, 3 Nisan 1939 tarihinde ilk bakanı oldu. Birçok yabancı kuruluşun millileştirilmesini sağladı. Memleketin demir ağlarla örülmesinde onun payı büyük oldu. Soyadı Kanunu çıkınca Atatürk ona ‘ÇETİNKAYA’ soyadını verdi. Zira Ayvalık’ta düşman karşısında, gerçekten Çetin bir kaya olmuştu. 1946 yılına kadar milletvekili olarak görev yaptı. 21 Şubat 1949 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Afyonkarahisar Asri Mezarlık içeresinde inşa edilen Anıt Mezara defnedildi. 1980 yılında Cunda’nın adı Ali Bey adası olarak değiştirildi.

Resim 10-64 Ali Çetinkaya 1937 yılında ilk kurşun tepesinde.

 



[244] Sofa: Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer, hol

[245] Pilaster, mimaride duvara yapışık sütun şeklinde kullanılan bir inşaat tekniğidir.

[246] Söve, binaların dış cephelerinde; bir kapı, pencere ya da girişin yanlarında bulunan ya da çevreleyen, yüzeyden dışa doğru çıkıntılı yapı elemanıdır. Fransızcada "kapı eşiği" anlamına gelen seuil kelimesinden Türkçeye geçmiştir. Yağmur sularından koruma ya da dekoratif amaçla uygulanmaktadır.

[247] Pilaster, sütunce ya da sütunçe, mimaride duvara yapışık sütun şeklinde kullanılan bir inşaat tekniğidir. Yapılarda süs öğesi olarak kullanılır.

[248] Kutsal ya da şehitlerin kemikleri





Comments